Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » ArtBlog » Dayanışma mı aynılaşma mı?

Dayanışma mı aynılaşma mı?

Dayanışma mı aynılaşma mı?22 Ocak 2013 - 12:01
Alternatif Tiyatro Mekanları'nın dayanışmasını 'aynılık' noktasına taşımak yapılacak en büyük haksızlık. Çünkü hepsi ayrı ayrı varolabilen, birbirinden farklı mekanlar ve gruplar olduğu sürece kıymetli
Geçtiğimiz Pazar günü, Alternatif Tiyatro Mekanları Ortak Girişimi'nin düzenlediği “Yeni Seyir Halleriyle Yerli Metinler” haftasının kapanışı niteliğinde, fiziksel sınırları çokça Beyoğlu olarak belirlenmiş tiyatro mekanlarının üreticilerinin -işletmecilerinin- konuşmacı olduğu bir söyleşi gerçekleşti. Bu aslında, geçtiğimiz Kasım ayında akademisyenlerin alternatif mekanlara bakışı üzerinden yapılan “Yeni Seyir Halleri” söyleşisinin bir uzantısı niteliğindeydi. O vakitler Kadir Has Üniversitesi'nde gerçekleşen söyleşide; Burcu Yasemin Şeyben, Kerem Kurdoğlu ve Çetin Sarıkartal'ın da aralarında bulunduğu isimler, son yıllarda artış gösteren “özgür ve küçük tiyatro mekanları”nın teatral üretime katkıları üzerinden bir sohbet gerçekleştirmişti. 20 Ocak Pazar günü gerçekleşen söyleşideki en büyük farksa, konuşmacıların mekanın ciğerinden insanlar olmasıydı: Mekan Artı'dan Ufuk Tan Altunkaya, Şermola'dan Berfin Zenderlioğlu, İkincikat'tan S. Berat Marçalı, Maya'dan Cüneyt Yalaz, Oyuncular Kahve'den Selma Köksal, Sahne Hal'den Özer Arslan ve Kumbaracı50'den Yiğit Sertdemir.

“En iyi yazar ölü yazardır”

Deneyimlediğimiz bu iki söyleşi, Alternatif Tiyatro Mekanları başlığı altında bir dayanışma içine girmiş tiyatrocuların üretim farklarını ve varolana dahil ettikleri 'yeni'yi konuşmak üzerinden temellendi. Muhabbet öncelikli olarak bir takdir çatısı üzerinden yürütülmekte. Bu takdirin içinde en çok, zorlu koşullar altında sanatsal bir üretim gerçekleştirme çabası var ve bu, takdire fazlasıyla değer. Fakat çatı bu biçimde kurulduğu noktada salt 'sanatsal' bir ele alıştan yola çıkmak ne yazık ki pek mümkün olmuyor. Mümkün olduğu kadarıyla bütün isimler halihazırda sahnelenen işlerinin üretim süreçlerini anlatmaya çalıştı. Denen o ki; bir metin yazıldıktan sonra ilahlaştırılıp dokunulmazlık kazanmıyor. Süreç metinden sahnelemeye kadar sürekli bir değişimi, gelişimi çağırıyor. Bu noktada anlayışlarının da belirleyiciliğiyle kolektif bir çalışmanın üzerinde durdu bütün isimler. Fakat iş yazan-yöneten noktasına geldiğinde genel bir tutuculuk söz konusu denilebilir. Hatta Selma Köksal “En iyi yazar ölü yazardır,” alıntısıyla bu fikrini fazlasıyla netleştirdi. Genel olarak diğer üreticiler de yazdıklarını kendileri yönetme noktasında hemfikir.

Mekan şartları, değerlendirmeyi etkiliyor

Tabii söz konusu bu mekanlar olunca hep bir fiziksel alan belirleyiciliği ve o fiziksel alanı ayakta tutmanın niceliksel zorluğuna uzun uzun temas etme zorunluluğu oluyor. Sözün dönüp dolaşıp geldiği yerin bu olması çok normal. Altunkaya, Zenderlioğlu ve Marçalı da yaratım sürecinin kısıtlılığını mekan işletmeciliğinin zorluğuyla açıkladı. Bir yandan mekanın muhasebesiyle, temizliğiyle ilgilenirken, sahneyi sürdürülebilir kılmaya çabalarken prova yapılacak alan ve zaman bulmakta bile güçlük çektiklerini vurguladılar. Ütopik seyirci algımızı kırmak için önemli bilgiler bunlar fakat bir seyir zevkine doğru yolalan birinin çok da umursamak zorunda olmadığı şeyler. Tiyatroya emek noktasında akla yeni estetik arayışlar, farklı üretim biçimleri gelmesi gerekirken, bu gerçekler karşısında mekanını süpüren, akan tavanı onarmaya çabalayan, dekor için alınmış 2. el kolduğunun yırtılan kumaşını dikmeye uğraşan insanlar akla geliyor. Fakat bu gerçeklik hem mekan sahipleri hem de o mekanlarda oyun izleyenler arasında derin bir uzlaşma da yaratmış. Ortaya konan işleri bu koşullar üzerinden değerlendirme 'iyi niyeti' içinde olanlar çok. Bu uzlaşmaya bugüne dek birçok basın yorumcusu ve eleştirmeni de dahil oldu aslında. Öyle ki; bu mekanlardaki oyunların değerlendirmesini yapan birçok kişi girizgahını hala “Beyoğlu'nun arka sokaklarında, izbe bir apartman dairesinde...” biçiminde yapmaya devam etmekte. Bu izbeliğin 'mağduriyet' ile olan ilişkisinden de objektif bir bakışı açısı çıkmadığı gibi bu durumu daha sonra mekanların başına kakma eğliminin kapısı aralanmış oluyor. Sanki bugüne kadar size gösterdiğimiz hoşgörü, pozitif ayrımcılık da bir yere kadar diye sernenişler başlıyor bazı değerlendirme yazılarında. Durum böyle olunca da ortada sanatsal bir değer üzerinden kurulan bir kapışma olmadığı gibi, kırılma, tepki koyma üzerinden bir tavır rövanşı gerçekleşiyor mekan sahipleri ve eleştiri yazıları yazanlar arasında.

Sözünü ettiğimiz 'izbelik' ve bunun benzeri tasvirler, bu mekanlar hakkında bilgisi olmayanların imgelem dünyasına bir destek gibi algılanabilir. Fakat artık bu aşamayı geçmenin vakti geldi sanırım hepimiz için. Atmosfer tahlili elbette önemli fakat biz bu tahlillere takılırken asıl mevzuya, buralarda yapılmaya çalışılan tiyatroya, meseleye varmakta oyalanıyoruz. 'Dayanışma'yı 'aynılık' ile bir tutarak hepsine aynı kodla yaklaşıp büyük bir haksızlık yapabiliyoruz. Yanlış değerlendirildiğinde, Alternatif Tiyatro Mekanları'nın kıymetli dayanışmasını muhafazakar bir kurum kanalına sokma eğilimi de doğabiliyor. Hani sanki 7-8 mekan biraraya gelip bir akraba apartmanına müteahhitlik yapmış da o apartmana tek bir yabancı komşu almamaya yeminli imajı oluşturmamalı. Bir kere çitlerle örülmüş bir alan değil bu söz ettiğimiz. Herkes farklı arazilerde farklı üretimler yapmakta. Ayrıca mekanın grupları olduğu kadar o mekana misafir olup üretimini sahneleyen bir sürü farklı grup da söz konusu.

Bir de çokça fiziksel mekanların biraradalığından kaynaklı lokal değerlendirmeler diğer bütün mekanları sınırdışı etme noktasına gelmemeli. Yeni potansiyel seyirci algısında, yeni ve özgün olanı sadece bu mekanlarda bulabilme kısıtlılığı oluşturulmamalı. Çünkü çoğumuzun bildiği gibi sadece apartman dairelerindeki tiyatrolara özgü değil üretim özgünlüğü ve özgürlüğü. Mesela Maçka'nın geniş kaldırımlı mis gibi patikalarının da götürdüğü bir tiyatro sahnesi (Seyyar Sahne) var. Kocamustafapaşa'da, köklü bir “mahalle kültürü” içine yerleşmiş bir semtte vaktiyle Trainspotting ile Murtaza arasında köprü kurmuş geniş salonlu bir tiyatro (Semaver Kumpanya) da var. Ya da başka semtleri kendine mekan edinmiş birçok performans alanı mevcut. Ha bunlar zaten seyircinin de bolca ilgi gösterdiği mekanlar belki. Fakat oralarda da tek başına bir varoluş çabası ve özgün üretim biçimlerine çokça yer olduğunu atlamamak gerekir.

Koşulların sanatın önüne geçmesine izin vermemek için

Bir taraftan bu alternatif mekanları fazla görünür kılmanın üretim ruhlarına aykırı bir yönü olduğunu da düşünmek gerek. Bazı iyi işler vardır ki izleyicisi bellidir ve o yaratıcı kişi daha fazla seyirci için çabalayarak özgünlüğünü deforme etmez. Bildiği ve arzuladığı üzerinden bir kısım insanı dahil edebilir alanına. Ki değerli olan da budur. Kitlesel olanın vardığı yer ise bambaşkadır. Bu görünürlük çabasını, mekansal bir zeminden çok yapılan iş üzerinden kotarabilmek sanatsal süreci daha destekleyici olacaktır. Bir de mekan yürütme gerginliği içinde üretim sürecini doya doya yaşayamamak uktesini, bütün sanat üreticileri zorlukla da olsa doldurmalı. Ama bu ahkamları keserken bu mekanların nasıl işleyeceğini gözardı etmek benim açımdan da mümkün olmuyor çünkü yaşayan ve tüketen yerler söz ettiğimiz. En önemlisi de buraları sırtlayanların hepsi tiyatroya büyük mesai vermekte. Somut olarak en çok Kültür Bakanlığı ve özel sponsorların vereceği kıymete ihtiyaç var. Yeterli destek verilmediği noktada iş seyircisiyle mekanın birliğine kalıyor yine. O zaman da en başa dönüyoruz. Zorlu koşullarda üretim yapanlar ve satılan biletin pahalı olmasından yakınanlar... Bu döngüden en kısa zamanda kurtulmak ve bütün mekanlarda biletimizi alarak oyun izlemeye devam etmek dileğiyle.

NOT: Alternatif Tiyatro Mekanları, 'alternatif' kelimesinin kendilerini karşılamadığını düşündüklerinden artık yeni bir isimle dayanışmalarını sürdürecekler. Yeni isim: 149. Temsil ettiği şey: Koltuk sayıları 150'nin altında olan performans mekanları.

onatfat@gmail.com