Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » ArtBlog » Kapılar hatırlatmak için çarpıyor

Kapılar hatırlatmak için çarpıyor

Kapılar hatırlatmak için çarpıyor12 Mart 2013 - 05:03
Elliler, seksenler ve şimdilerde gezen İz, oyunun oynandığı anı da zihinde bir dördüncü zaman olarak kurabilme gücüne sahip özenli ve etkileyici bir sahne işi.(Bu yazı oyun seyrini etkileyecek detaylar içermektedir.)

İçinden hayat geçmiş her dört duvarda çokça hatıralar birikir. Bu hatıraların arasında farklı kuşakların ızdıraplı izleri de vardır. Siz ne kadar kazımaya çalışsanız da bazılarını yoketmek imkansızdır. Çünkü yaşadığınız zeminde vaktiyle hayat kurmuş olanların ensenizdeki soluğu bir türlü kesilmez. Ahmet Sami Özbudak, ödüllü ilk oyunu İz'de böyle bir gerçeklik üzerine itinayla inşa ediyor hikayesini. 7 karakter, üç farklı zaman diliminin kişileri olarak şu anın da bulunduğu olay örgüsü içinde tarihten, politikadan, duygudan ve çokça da ızdırapla karışık utançla katmerli bir gerçeğin inkarından hayat çıkarmaya çalışıyor.

Salona girdiğiniz an göstergeleri okumaya başlamak mümkün. Göze ilk çarpan duvarlar, hikayenin katmanlarını işaret eder nitelikte. Farklı desenlerle farklı hayatları misafir etmiş mekanın dökülen kağıtları, boyaları, oturma odası atmosferinin tam olarak hangi zamana karşılık geldiğini kestirememek, bulunulan alan dışında yaşananları da görebilecek olmak hikayeyle uzantılı bir tasarımın göstergesi. Oyun için hazırlanan tanıtım videoları, oyun atmosferi ve en önemlisi de hikaye daha en başından bir tiyatro metninden çok bir senaryo kurgusu hissi yaratıyor insan üzerinde. Belki de bundan sebep Ceren Ercan'ın dramaturjisi de 'sinematografik' sıfatıyla yer alıyor künyede. Bu, bir tiyatro oyunu için yenik bir başlangıç aslında. Çünkü biçimsel dünyaları çok da ortak olmayan iki farklı disiplin söz ettiğimiz. Seyir beklentisi her ikisi için ayrı ayrı kurulur. Fakat İz'de film hissiyatının oyun boyunca tatlı tatlı seyrinizi kovalaması pek olumlu oluyor. Bu oyun, en çok imkansızlık söylemiyle yanyana gelen yeni tiyatro mekanlarının doğru ve yaratıcı kullanımla nasıl zengin bir performans alanına dönüştürülebileceğinin de bir örneği. Yeşim Özsoy Gülan'ın yönetmenliğinde mekanın her odası kullanılarak etkileşim içindeki hayatların alanı genişletilmiş. Oyunun oynandığı binanın tarihsel sürecine dair bilgim olmasa da oyunun metniyle örtüşen bir atmosferi olduğunu görmek zor değil. Bu, kısmen manidar çokça da özel bir durum aslında. Çünkü tiyatro binasının sözkonusu birkaç kuşağa ev sahipliği yapacak yaşta olduğunu düşünürken, oyunun oynandığı anı da zihinde bir dördüncü zaman olarak kurabilme gücü katıyor bu imkan.



Proje başarısı

Son dönem yerli metinlerde en çok eksikliği hissedilen derinlikli karakter yaratma sorunu ne güzel ki bu oyunda olumlu bir karşılık buluyor. Yazarın özellikle Rizgar karakteri için yarattığı alt benlik ve diğer karakterler için oluşturduğu alt metinler yaratım becerisinin yanında yazım sürecinin de özenli geçtiğinin iyi bir göstergesi. Bu noktada Yeni Metin Yeni Tiyatro Projesinin başarısına vurgu yapmak gerek. Çünkü Özbudak'ın söz konusu oyununun sonlandığı yer bu proje kapsamında gerçekleşen atölye çalışmaları. Bu oyundaki her oyuncunun en büyük avantajı arkalarında zengin bir hikayeyle oynuyor olmaları. Çoğu bu düşünsel arka planın farkındalığıyla bütünlüklü performanslar çıkarmayı beceriyorlar. Derinlikli hikayenin içinde gezindiklerini farkettiriyorlar en önemlisi. Belki de zamansal yakınlık sebebiyle en çok Rizgar (Burak Safa Çalış) ve Sevengül (Okan Urun) karakterine odaklanılsa da oyunun işleyişi diğer hiçbir karakterden uzaklaştırmıyor seyirciyi. Tersine, her biriyle kendi gerçeklikleri içinde fazlasıyla yakınlık kurmak mümkün oluyor.



Tarihsel gerçekçilik

Oyunun hikayesinin belgesel bir boyutu da var. Elliler, Seksenler ve şimdiler. Özbudak'ın tarihsel gerçekçilikle kurduğu diyaloglar düşünsel her boşluğu dolduracak kadar sıkı örülmüş. Bu boşluksuz yapı seyirciye alan bırakmıyor. Süreçten, diyaloglar içinde duyduğumuz tarihlerden durumun nereyi imlediğini anlamak mümkünken bir de olaylara tanık olan karakterin tekrara düşen anlatıcılığı bu alansızlığa örnek durumlar. Metnin kurgusu içinde zamanlararası bağı kurmak konusunda minik ve etkili buluşlar, gerçek hayattan alınmış trajik hikayelerin kurguya yedirilişi güzel atılmış adımlar.

Gülan, her aşamasını özenle tasarladığı, kastı yerli yerine oturttuğu, bulunulan sahnenin imkanlarını zorlayacak bir metni özenle ve başarıyla ortaya koyduğu bu kıymetli işin içinde eğreti kalacak bir durum yaratarak kendi işine de biraz haksızlık ediyor kanaatimce. Markiz karakterini kendisi için yoğurma çabası ne yazık ki oyunun en görünür handikapı. Çünkü karakter, Gülan'ın bedeninde bir yerleşiklik kazanamıyor. Siz oyunun atmosferine, hikayesine kaptırsanız da Markiz'in diyalogları olumsuz kırılmalar yaratıyor. Özellikle en etkileyici olması gereken sahnede kısmen abartıya kaçarak attığı tirad sırasında ne yazık ki komik bir hissiyat da doğuruyor. Bu belki de her detayını özenle düşündüğü bir oyunun son aşamasına yeterince çalışamamakla ilgilidir. Bir de Dağlı (Koray Kadirağa) karakterinin Rizgar ile olan ruhsal ilişkisi tam olarak ortaya konulamıyor. Oyunun sonlarında devreye giren bu karakterin bir alt benlik mi yoksa bir ayrıksı kişilik mi olduğu noktasında seyirciye bırakılan alan önemliyken bu güçlü yapı biraz havada bırakılıyor. Bir de sahneler arası geçişlerde uzun aralar söz konusu. Belki de teknik zorunluluktan verilen bu aralar iyi bir formülasyonla işleyen oyunun ritmini çokça sekteye uğratıyor. Oyunun yoğun bir değerlendirmeye açık yapısı ortaya iyi bir iş konulduğunun diğer bir göstergesi aslında. Çünkü üzerinde özenle çalışılmış bir iş görünce insanın seyirci tarafında hafif de bir şımarıklık oluyor. Bu kadarını yapan çok daha iyisini de yapar şımarıklığı bu. Hani şimdilerde “ne izlesem” diye soranlara içten bir tavsiye olarak “İz” diyebilmek de seyirci tarafınızı ayrı bir mutlu ediyor.

İz, Mart ayı boyunca her perşembe, cuma ve cumartesi akşamları GalataPerform'da.

onatfat@gmail.com