Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » "Geleceğin nereye gideceğine bakıyoruz"

"Geleceğin nereye gideceğine bakıyoruz"

"Geleceğin nereye gideceğine bakıyoruz"21 Mayıs 2018 - 02:05
Digilogue, Zorlu Holding ve Zorlu PSM işbirliğiyle ortaya çıkmış bir platform. Halihazırda devam etmekte olan Narrow sergisinin yanı sıra Digilogue projesi ve gelecek öngörüleri üzerine direktör Lalin Akalan ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

İhsan Dindar - Milliyet Sanat

Genç bir isim olmanıza rağmen bu işte deneyim elde etmeyi başarmış birisiniz. İsterseniz sizi tanıyarak başlayalım.

Elbette. New York Parsons School’da tasarım yönetimi okudum. Aslında sanat okumak istiyordum. Ama ailemin de yönlendirmesiyle bu bölümü okudum. Bir bakıma iyi de oldu. Üniversitedeki ilk çoklu disiplinli bölümdü bizimkisi. Hem iş yönetimi hem sanat eğitimi görüp bir şeyi düşünce halinden alıp gerçekleştirebiliyordunuz. O yüzden değişik altyapılara erişimim oldu.  Oradaki eğitimim bitince İstanbul’a döndüm ve Contemporary Art İstanbul’da çalıştım. Ardından Londra’ya gidip sanat yönetimi okudum. Sonra bir süre kendi galerim oldu. İstanbul Bienali’ne paralel sergiler gerçekleştirdim. Çağdaş sanatın yanında bu dönemde Tophane-i Amire’de ilk defa yeni medya sanatı üzerine çalışmalar yaptım. Her zaman müzik hastasıydım. Müzik etkinlikleri hep önemli oldu benim için. Özellikle elektronik müzik..

 

 

Hazır müziğe değinmişken, bu soruyu daha sonra soracaktım ama öne alayım; Digilogue’daki Nonatak sergisinin seçiminde müziğin payı oldu mu?

Müzik bence en mükemmel sanatlardan biri. Eskiden her şey daha kelimesi kelimesine ilerlerdi ve yeni medyanın sanatın içine girmesiyle bazı şeyler değişti. Aslında yeni medya sanatın içinde 1960’lı yıllardan beri var. Fakat “kapsayan çevreler” kavramı doğrultusuna biraz daha sergilerin hislere ve duygu durumlarımıza oynama hali daha sonra başlayan bir şey oldu. Bundan son 15 yıldır bahsedebiliriz. Işık, ses, titreşim gibi şeyler çok daha basit formlarda kullanımı, renk ve ses birlikteliğini daha sonra yakalamaya başladık. Müzik de bunun integral bir parçası oldu. Eskiden olsa bundan çok da bahsedemezdik. Sesin bu kadar dominant olduğu sergilere bu denli rastlanmazdı. Sosyal medya gibi aracı platformların da bu yöne gitmesiyle daha da görünür oldu.

 

 

Digilogue projesine gelmek istiyorum. Digilogue nedir? Nasıl başladı?

2016’da Barbican’ın Digital Revolution sergisini Zorlu PSM’ye getirmiştik. Bu sergiyi getirdiğimizde etrafında ne tür paralel etkinlikler yapabiliriz diye düşünmüştük. Çünkü hem dijital devrimi kronolojik olarak açıklayan hem de dijital devrimi açıklayan günümüze ait birkaç sergiyi görme imkânı sağlıyor. Nasıl bir paralel etkinlik yapabiliriz diye düşünürken bir seminer olarak ortaya çıktı.  Bu konuda iş yapan sanatçıları çağırmak istedik. İlki olması nedeniyle daha sektörel bir toplantıydı. Sanatçı ve yaratıcı endüstrilere odaklanmıştı. Aynı zamanda dijital platformlarda iş yapımını da konuşmak istedik. Bir gün boyunca süren seminerler serisi gerçekleştirdik. Zorlu Holding ve Zorlu PSM içinde paralel etkinlik programı nasıl oluşabilir? Bu konuda insanları nasıl bilgilendirebiliriz? Sorusu üzerinden gelişti. Bu konuda çok iyi geri dönüş oldu. Fark ettik ki çok daha büyük bir kitle var. Bu konular üzerine pek konuşulmuyor. Akademinin önemli işleri var. Ama dışarıya yansıyamıyor. Biz Digilogue olarak sürecin her yönüne dokunmaya çalışıyoruz. Ciddi bir mühendislik sürecini ille de herkese anlatacağız diye de çok basite indirgemeden vermek istiyoruz. Bu konuya dışarıdan bakan bir gözlemcinin kendi hikayeleştirdiği süreci anlatabilmesini istiyoruz. Akademi, sanatçılar, enstitü ya da şirketlerin gözünden de bunları dinlemeyi seviyoruz. Tek perspektiften bakmıyoruz.

 

 

Şu anda Digilogue’da yer alan Narrow sergisine gelecek olursak. Serginin yaratıcısı Nonatak ile süreç nasıl gelişti?

Nonatak ile Sonar’da da çalışmıştık. Nonatak ilk olarak Zorlu Light Festival’e bir enstalasyonla katılmıştı. İkilinin parlaması da İstanbul’da oldu. Güzel bir risk alındı. Doğru bir yerde risk alındı. Sonar’ın bu mekanda olması nedeniyle, festival kültürüne de uygun bir işitsel-görsel çalışma düşündük. Nonatak aynı zamanda canlı müzik performansları yapan bir müzikal ikili. Kendi mimari eğitimi altyapılarıını müziklerini zenginleştirmek için icra ediyorlar. Bu sergiyi de canlı bir işitsel görsel performansın bütün mimari yapısıyla galeriye konmuş hali olarak düşünebiliriz.

 

 

Bu noktada işin mimari kısmına girmek istiyorum. Yeni medya açısında yansımaları sizce nasıl olacak? Biraz da aslında hem Nonatak hem de bu işin geleceğine yönelik öngörülerinizi öğrenebilir miyiz?

Nonatak ikilisinden Takami mimar, Naomi ise görsel sanatçı. Müzik de daha çok Takami ağırlık. Eskiden de müzik geçmişi var. Şu anda ağırlıklı olarak Nonatak projesiyle ilgileniyor. Bu enstalasyonu biraz daha Sonar ve festival kültürünün ekosistemi içerisinde görebiliriz. Bunun gibi enstalasyonların programlama ve kürasyon süreçleri çok farklı. Kişiselleşen ve sanatçıların katılımıyla evrilen süreçler var. Bu Türkiye’de aslında oturtmaya çalıştığımız bir şey. Çünkü sanatçılar çoğu zaman iş taraflarının zayıf olması gerektiğini düşünüyor. Biz de bunun aksine faturasına kadar bütün detaylara hakim bir proje dosyasının olması gerektiğine dair bir süreçten bahsediyoruz. Yurt dışında sanatçılar bu konuda daha hazırlıklı. Türkiye’de bildirmes gereken çok önemli bilgileri vermeyen işlerle karşı karşıyayız. Mesela eserinin 120 kilolluk ağırlığından ve onun üzerinde yer alacağı duvardan bahsedilmiyor.

 

 

Bu sizce bir tavır mı? Bilgi eksikliği mi?

Bu bir bilgi eksikliği aslında. Tavır değil. Belli bir yerde arkadaş çevresiyle halledebileceğiniz işler oluyor. Sonrasında büyük sanat merkezleriyle çalışmaya başladığınızda çok daha organize dosyalara ihtiyaç oluyor. Nonatak’ın mimar olması sayesinde bu dosyaları çok iyi yapabiliyor. Konuyu buraya bağlayacaktım. Enstalasyon hazırlık süreci ve devamı gayet iyi programlanmıştı. O yüzden bunun gibi kurulumları daha çok yerlere ulaştırabiliyoruz.

 

 

Sergi 29 Mayıs’ta sona eriyor ama Digilogue devam edecek. Bundan sonrası için çizilen perspektif nedir?

Digilogue önümüzdeki Ekim ayında üçüncü zirvesini gerçekleştirecek. Future Tellers adı altında da ikincisi olacak. Digi.ogue tekonolojiyi inceleyen ve yaratıcı endüstrilere odaklanan bir platform. O yüzden önceki zirvelerde de yaptığı gibi teknoloji için iş dünyasında öne çıkan konuları işleyecek. Bir öncekisinde bilimkurgu ön plandaydı. Sanatçıların ve akademinin gözünden geleceğin nereye gideceğine bakıyoruz. Bu sene de Eylül ayında Today’s Art Festival ile program kürasyonu yapıyoruz. Digi.logue’un ilk yurt dışı projesi olacak. Lahey’de gerçekleşen bir çağdaş sanat festival. Hem panel hem sergi gerçekleştireceğiz. Liam Young ile bunun için çalışıyoruz. Kendisi bizimle sıklıkla çalıştığımız bir mimar. Aynı zamanda bilimle de ilgili bir isim. Akıllı şehirler, teknolojinin şehir içindeki etkilerini işliyor. Bizim için bir eser üretmesini rica ettik. Bunu Ekim ayında Future Ttellers’ta görebileceğiz. Bu seneki konumuz açık kaynaklar, demokrasi, adem-i merkeziyetçilik üzerine olacak. Şirketler ve hublar arasında nasıl bir bağ kurulabilir bunu inceleyeceğiz. Çünkü bu iki ekosistem iç içe geçebilmiş değil.

 

 

Teknokratların sanatı...

İşin biraz daha felsefi kısmına geçmek istiyorum. Çağdaş sanat yüz yıllık bir mesele, şimdi buna yeni medya da eklendi. İnsanlarda tüm bunlara karşı korku demesek de bir temkinlilik hali var. Yapay zeka tartışmaları oldukça popüler bir hale geldi. Bunun yanı sıra yapay zekanın sanattaki yeri konuşuluyor Genel kitlelere bunu anlatmaya çalışacak mısınız?

Digi.logue birkaç katmanda işliyor. En üst seviyede de konuşuyoruz, daha alt katmanlara da erişiyoruz. Genç jenerasyonda alabileceğiniz birçok bilgi var. Biz 80’lerden geldiğimiz için yapay zeka öncesini de bilebiliyoruz. Ancak yeni jenerasyon bunun içinde doğuyor. Bu farklılıkları ne kadar bir araya getirebilirsek bilgi birikimini değişik kaynaklardan sağlamış oluyoruz. Yapay zeka konusuna gelirsek; Korkma meselesini ben geçtiğimiz günlerde San Francisco’da yaşadım. Beklemediğim bir şeyle karşılaştım. Yapay zekanın şu anda sanayiye yardım ettiği noktalar var. Ama bu aynı anda farklı boyutlara sahip. Burada bir makine öğrenimi sürecini kullanarak sanatçı yeni eserler üretebiliyor. Sanatçının önemi de işte burada ortaya çıkıyor. Büyük şirketler, sanatçıyı bir araştırma metodu olarak kullanmaya başlamış durumda. Çünkü bambaşka bir bakış açısına ihtiyaç duyuluyor. Bu aynı zamanda teknolojinin sanat için kullanıldığı bir süreci de beraberinde getiriyor.

 

Digi.logue’un dokunduğu yerler yeni medyanın da ötesine geçiyor. Belki şu an Google’un laboratuarlarında bulunan ve henüz kimseyle paylaşmadığı şeyler çalıştığımız sanatçılarla gelişmiş bir proje olabiliyor. Dünyayla aynı anda erişimimiz olabilir ve aynı anda bilgi yayabilme şansımız olabiliyor. Bu da bir nevi teknokratların sanatı.

 

San Francisco’da geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen MUTEK Festivali’ndeydim. Son 20 senedir teknolojinin yarattığı milyarderler nedeniyle bu bölgede yaşamak ekonomik nedenlerle zorlaşıyor. Şu an Palo Alto dünyanın en pahalı yerlerinden biri. Bu da birçok tavrı beraberinde getiriyor. İstanbul’daki kadar aktif bir sanat yaşamı yok. Bu noktada MUTEK, San Francisco içinde kalmış sanat ve teknolojiden beslenen bu kitleleri bir araya getiriyor. Çünkü bu insanların bir süredir San Francisco’da gidecekleri, bir şeyleri dinleyecekleri ilginç bir ortamları yok. Çok güzel performanslar vardı. MUTEK, Kanada kökenli bir festival. Sonar gibi dünyanın değişik yerlerinde devam eden bir yapıya sahip. San Francisco ayağı, Kanada’daki MUTEK’in çizgisinden taviz vermemiş. Mekanlar güzel seçilmişti.

 

ihsan.dindar@milliyet.com.tr