Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » "Kent önce insanı sonra gıdayı değiştirdi"

"Kent önce insanı sonra gıdayı değiştirdi"

"Kent önce insanı sonra gıdayı değiştirdi"20 Mart 2018 - 11:03
Gazeteci Gürkan Akgüneş'in 'Organik Gerçeği' kitabı 2. baskısına ulaştı. Son dönemin en popüler konularından olan 'organik' kavramı ile ilgili Akgüneş sorularımızı yanıtladı.
 
UĞUR UGAN
 
 
Son yıllarda kanser vakalarının hızla artması ile birlikte herkesin ağzında dolaşan bir sözcük var; organik ürün. Kentleşmenin artması ile birlikte doğal olana karşı arayış 'organik' sözcüğünü yaygınlaştırdı ve popüler kıldı. Endüstriyel gıdanın ve kimyasalın tüketilen yiyeceklere hükmetmesi bu konuya ilgiyi arttırdı ve herkesin yediğine içtiğine dikkat eder olduğu yeni bir bilnçli tüketim dönemi başladı.  
 
Gazeteci Gürkan Akgüneş bu konunun üzerine eğildi ve uzun yıllardır haberleştirdiği bu durumu, organiğe dair tüm soruların yanıtlarını bir kitapta topladı. Akgüneş'in Organik Gerçeği kitabı 2. baskısına ulaştı ve okurlar tarafından ilgiyle karşılandı. Akgüneş kitabına konu olan organik kavramını ve gıda tüketimi ile ilgili sorulara yanıt verdi.
 

Uğur Ugan: Kitabınızdan hareketle herkesin dilinde bir ‘organik’ sözcüğü var. Tam olarak nedir bu ‘organik’  sözcüğü ve ne zamandan beri insanların hayatında yer kaplar oldu?

 

Gürkan Akgüneş: Kitabın girişinde de sorunuza benzer bir açılım var. Artık ‘organik’ klip bile çekiliyor. Organik aşklar diye kitap bile var. Aslında insanların doğaya yönelmeleri, betonların arasında ve gri bir hayat yaşarken bir anda yeşile olan özlemden kaynaklandı organik kelimesinin bu kadar popüler olması ve sevilmesi. Sağlıklı beslenmeyi akla getiriyor. Doğal yöntemlerden uzaklaşıp gıdanın endüstriyelleşmesi, tarım ilaçları, katkı maddeleri, suni gübreler, hormonlar, antibiyotikler, GDO’lar bunların hepsi insanları endişelendiren bir kimyasal dönüşüm.

 

Ne zamandan beri bu durum var. Bir gazeteci olarak bu durumdan insanların şikayet etmeye başladığı tarihi hatırlıyor musunuz?

 

Benim gördüğüm veya hissettiğim 2008-2009 yıllarında başladı. 2000’li yılların başında böyle bir trend yoktu.

 

Peki ne oldu da başladı?

 

Benim gördüğüm kentlileşme ile ilgili bir sorun. Kent insanların hayat, tüketim ve yaşayış şeklini değiştirdi. Kentteki yaşam insanı değiştirdi. İnsanla birlikte de gıdayı değiştirdi. Tahmin ediyorum ki 1990’larda yaşayan insanlar daha çok köyden gelen gıdalarla besleniyordu. Sucuk da, erişte de, pastırma da, mantı da hep köyden, yöreden gelen ürünlerden oluşuyordu. Şimdi o bağ tamamen koptu ve insanlar paketli ve endüstriyel gıdalara alıştırıldı.

 

Ben çocukken sokaklarda yoğurt, turşu satılırdı. Her sokakta bu işle ilgilenen insanlar olurdu. Şimdi insanlar bunların hepsini bir tane hipermarkete gidip alıyorlar. İçine ne konulduğu konusunda ise özellikle bu hastalıkların artmasıyla birlikte uyanış başladı. Böyle bir trend başladı insanlarda; 'ne yiyoruz, ne içiyoruz ve bu yediklerimiz bizi nasıl etkiliyor' diye. Organik kavramı buradan doğdu. Organik aslında bir sertifika. Sunum ve üretim şartları var. Aldığınız ürünün organik olup olmadığını anlamanız için sadece bir sertifikaya bakabilirsiniz. Şartlarını merak ediyorsanız çok basit şeyler var; kimyasallara bulaşmayacak, doğal yöntemlerle ilerleyecek, insan ve çevre sağlığına ekolojiye uyumlu bir üretim biçimi olacak. 1950’lere kadar tarım yapan herkesin yöntemi bu.

 

 

GDO tabiri ne kadardır var insanların hayatında?

 

GDO'nun Türkiye'ye gelmesi 1990'lı yıllar. Arjantin'den GDO'lu pirinç taşıdığını tespit ediyor Greenpeace 90'lı yıllarda. Ondan sonra ciddi bir bilinç oluşuyor. GDO'nun ne olduğunu Türkiye kamuoyuna anlatan Greenpeace'in başlattığı bir faaliyet oluyor. İnsanlar ondan sonra genine müdahale edilmiş gıdalar yedik diye bir direnişe başlıyor. Daha sonra bununla ilgili regülasyonlar ve düzenlemeler devreye giriyor. 2009 yılında bir biyo güvenlik kurulu kuruluyor.  Bu kurul kendinden önce verilen izinlerin hepsini iptal ediyor ve kendinin onayladığı GDO çeşitlerine izin veriyor. Türkiye'de gıda amaçlı GDO kullanılmadı diye biliyoruz ama aslında gıdada var. Özellikle hayvan yemi olarak Türkiye'ye giriyor.

 

Peki bu durumu savunanların tezi ne?

 

Söyledikleri şu; dünya nüfusu artıyor. Bu nüfusu besleyecek daha fazla gıdaya ihtiyaç var. Bu gıda ürünlerini biz mevcut tarım teknikleriyle edinemeyiz. Verimin yüksek  olduğu kaybın az olduğu bir tarım yöntemi uygulamamız lazım ki ancak dünyayı doyurabiliriz diyorlar. Bu süreç GDO'yu ortaya çıkarıyor. Tarım teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte kimyasalın daha çok kullanılmasını ortaya çıkarıyor. Toprağınız bir süre sonra verimsizleşiyor. Bu verimsiz toprak bir nevi yoğun bakımdaki hasta haline geliyor. Toprak; yeryüzünde canlı kalması için tek element.

 

Bunu onlar göremiyor mu?

 

Tabii ki görebiliyorlar. Mevcut sistemde dünyanın en büyük kimya üreticisi ve çikolata üreticilerinden birisi aynı zamanda dünyanın en büyük şeker ilacı üreticisi. Çok uluslu küresel şirketlerin yarattığı bir ürünü belki 10 belki 50 yıl bekleyebileceğini düşünüyor musunuz? Bu sadece ürününü satmaya endeksli bir sistem.  Bunu görüyorlar. Ancak öyle bir kısır döngünün içine girildi ki bundan çıkmak için alternatif ürünlere gidecekler. Organik tarımda bir endüstri olduktan sonra organik tarıma yönelik ilaçlar da çıkmaya başladı.

 

Sizi bu kitabı yazmaya iten şey neydi?

 

Bu tamamen fokuslanmakla ilgili. Normalde gazeteciler 100-200 tane mesleki alanda haber yapabiliyor. Bazısı o kadar ilgilerini çekiyor ki o alanda daha fazla okuma yapıyorlar. Okudukça daha fazla araştırma ihtiyacı duydum. Araştırdıkça bilim insanlarına ulaşma ihtiyacı duydum. Sonra önümde bir külliyat oluştu. O külliyatı bir şekilde değerlendirmem gerekiyordu. Bilimsel bilgilere kendim birincil kaynaklardan ulaşıp halkın anlayabileceği dilde yazma fikri oluştu.

 

Kitap boyunca insan hikayelerine denk geliyoruz. Beyaz yakalıların işini gücünü bırakıp organik tarım yaptığını görüyoruz. Orta sınıfın hep bir alternatif bulup kaçma isteği var. Gıda sektörü onlar için yeni bir platform olabilir mi?

 

Bu aslında gıda da olabilir, solucan gübresi, asma yaprağı yetiştirmek de olabilir. Bunlar da tarımla ilgili sonuçta. Kıra gittiğiniz zaman, aslında şehirde ihtiyacımız olmayan bir çok şeyin primitif bir şekilde olduğunu görüyorsunuz. Orada barınacağınız bir yeri bile kendiniz yapabiliyorsunuz. Kendi gıdanızı yetiştirdikten sonra bağımlılığınız da kalmıyor. Artık teknoloji gelişti enerjinizi de kendiniz üretebiliyorsunuz. Kentte ise doğalgaz, elektrik faturası ödüyorsunuz. Onun için de bir ay boyunca çalışıyorsunuz.

 

 
 
Son yıllarda insanlar yediklerine içtiklerine çok dikkat eder oldular özellikle kanser vakaları arttıktan sonra. Hangi gıdalar hangi hastalıklara yol açıyor?

 

Bununla ilgili çok fazla araştırma okudum. Tek bir gıda bir insanı ne iyi, ne kötü eder. Kitapta da geçen şöyle bir cümle var; sana yararlı olan bir şeyde önemli olan dozdur, fazlasını alırsan zehirdir.  Diyelim ki; yeşil çayın anti-oksidan etkisi var. Yeşil çayı hamile bir insan içerse çok fazla anti-oksidan etkisi arttığı için hamileliğin ilk döneminde bebeğe de zarar verebiliyor. Düşük yapmasına bile neden olabilir. Bu tarz kolay denklemler var.

 

Özellikle uzak durulması gereken bir şeyler yok mu?

 

Harvard'ın son dönem yaptığı araştırma var. Sebze, tam tahıl, protein ve meyve yiyin diye. Trans yağdan kaçınmayı öneriyor. Bunu herkes evrensel bir şekilde biliyor. Kızartma yağından kaçınmak gerektiğini. Çocukları patates cipsi, hazır bisküviler, hazır yiyeceklerden uzak tutun. Şeker; günümüzün zehri. Karışım tarzında iksir gibi bir şeyler sunmaya çalışanlara ise gazeteci olarak gülüp geçiyorum.

 

Özellikle beslenme kültürü tavsiye edemiyorsunuz yani?

 

Akdeniz tarzı beslenme dünyanın bütün araştırmalarında geçer. Sebze, balık yenilip, eti haftada 2'ye düşürerek, daha çok zeytin yağı tüketmeye yönelik bir beslenme kültürü.

 

Hastalıkların ne kadarı beslenme ile ilgili?

 

Araştırmalara göre  beslenme ile ilgili olma kısmı %20-%30'lar bandında seyrediyor.

 

Bu kitap bildiklerimizin dışında okura ne vaat ediyor? Okurlar bu kitabı niye edinsinler?

 

Okurların bu kitabı anlatılan bir şeyden dolayı edinmeleri lazım. Herkes bir çocuk sahibi olma adayı ya da en yakınında sevdikleri var. Hiç kimse bu insanlardan erken yaşta ayrılmak istemez. Bu sebepten ötürü bu kitabı okuyabilirler. Bu kitap ne organik kitabı ne de sağlıklı beslenme kitabı. Kitap tamamen; gıda okuryazarlığı kitabı. Bu kitapta temel olarak gıda okuryazarı oluyorsunuz. Değinmek istediğim nokta oydu. İnsanların gerçek gıdaya ulaşmak için söz sahibi olması.