Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » "Yüzleşmeye katkı sağlayacağına inanıyorum"

"Yüzleşmeye katkı sağlayacağına inanıyorum"

"Yüzleşmeye katkı sağlayacağına inanıyorum"31 Mayıs 2019 - 04:05
Elbruz Aksoy, uzun süredir Çerkes tarihi üzerine araştırmalar yapan bu uğurda yurt dışında farklı ülkelerde de araştırmalarda bulunan bir isim. Son olarak "Benim Adım 1864" kitabı ile Çerkeslerin Büyük Sürgünü'ne dair İletişim Yayınları'ndan çıkan bir kitap kaleme alan Aksoy sorularımızı yanıtladı.
İhsan Dindar - İstanbul
 
 
Geçtiğimiz günlerde Büyük Çerkes Sürgünü'nün yıldönümüydü. Kitabın içeriğine geleceğiz ama en baştan başlamak ve bu konuda bir çalışma ortaya çıkarmış biri olarak size bu sürgünü sormak istiyorum. Büyük Çerkes Sürgünü nedir?
 
Büyük Çerkes Sürgünü; anavatanları Kuzey Kafkasya’da yaşayan Çerkeslerin üçyüz yılı aşkın süren Rus-Çerkes savaşları sürecinde yaşanan soykırımdan sağ kurtulabilenlerinin Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sürülmesiyle neticelenen faciaya verilen addır. Tarihsel açıdan bakarsak Rus-Çerkes ilişkilerinin geçmişi, 1552’de Kazan Tatar Hanlığının Rus Çarlığı tarafından işgali ile başlayan bir süreçtir. Rus Çarlığının önce Kazan Hanlığını yok etmesi, ardından 1700 İstanbul antlaşması ile ilk defa Azak limanını alarak Karadenize açılması önemli dönüm noktalarındandır. Esas kırılma ise 1783’te de Kırım Tatar Hanlığının Rus Çarlığı tarafından işgal edilmesi olmuştur. Böylece Çarlık sıcak denizlere inme stratejisi doğrultusunda önünde engel olarak kalan Çerkesya ve Abhazya’yı direk işgal etmeye başlamıştır. Rus Çarlığı, 1552’den 1864’e belli dönemlerde azalan, son yüz yılında ise soykırıma varan sistematik bir harp stratejisi neticesinde açıkça Çerkesleri yok etmeyi hedeflemiştir. Yakılarak Çerkesler’den temizlenen köyler ve kasabalar kuzeyden getirilen Slav Kazaklar ve güneyden getirilen Ermeniler tarafından iskan edilmiş, sağ kurtulabilen Çerkesler dağlık bölgelere çekilmek suretiyle 1864’e kadar mücadeleye devam etmiştir. Bu büyük yıkımdan arta kalan 1.500.000 yakın Çerkes ise Rus Steplerine sürülüp yok olmaktansa Halife’nin topraklarına zorunlu olarak sürülmeyi kabul etmek durumunda kalmıştır. 21 Mayıs 1864 Rus-Çerkes savaşlarının son cephesi olan Soçi-Kbaada’nın düşmesi ile neticelenen bu üçyüz yıllık soykırım ve sürgününün simgesel tarihidir.
 
 
 
"Benim Adım 1864" isimli kitabınız bu büyük trajediyi konu ediniyor. Sizi böyle bir çalışmayı yapmaya iten sebepler neydi?
 
1996’da başladığım hafıza ve mekan çalışmalarımda, Çerkeslerin Osmanlı coğrafyasındaki geçmiş hatıralarını kayıt altına alamaya çalıştım, bu sürecin ilk çıktısı olarak da ‘benim adım 1864’ kitabı ortaya çıktı. Çerkesler 1864’ü yaşamasaydı bu kitaptaki hatıraların hiç biri de yaşanmayacaktı, deyip kitaba bu ismi verdik. Kitapta 1864’ün hem Çerkesleri hem de coğrafyamızdaki diğer halkları nasıl etkilediğini göstermeye çalıştım. Osmanlı coğrafyasının uzak bir çok bölgesine iskan edilen Çerkeslerin birbirinden çok farklı milletler ve kültürler içinde neler yaşadığının kayıt altına alınması gerekliliği beni bu çalışmaya itti. Balkanlardan Anadolu’ya; Kıbrıs’tan Hicaz, Filistin, Suriye ve Irak’a kadar uzanan bu geniş coğrafyada kaybolmak üzere olan kıymetli hatıraların sadece Çerkesler için değil tüm insanlık için de önemli bir miras olduğuna inandığım için çalışmalarıma Türkiye dışında da devam ettim.
 
 
 
Araştırmalarınız sırasında karşılaştığınız ve sizi derinden etkileyen, daha önce bilmediğiniz hikayeler oldu mu?
 
1996’da bu hatıraları toplamaya başladığımda üniversite 1.sınıfta okuyan bir amatör olarak büyük bir heyecan ile gezmeye başlamış, gittiğim her köy, girdiğim her hane de farklı hayatlar ve anlatılar ile karşılaşmış daha ilk sene aslında hiçbir şey bilmediğimi öğrenmiştim. En zor olanı o insanları konuşmaya ikna etmekti, zira yaşanan olaylar neticesinde Çerkesler sanki konuşmamaya, anlatmamaya yemin etmiş gibiydiler. Her bir anlatı beni derinden etkilemiş bu durum beni farklı bölgelerdeki yeni mekanlar ve hayatların da kapısını çalmaya itmişti.
 
 
 
Sadece Türkiye değil, Kosova'dan Ürdün'e farklı coğrafyalarda yaşayan Çerkesler mevcut. Bu bölgelere gidip onlarla temas kurdunuğunuzu kitabınızdan anlıyoruz. Bu coğrafyalarda yaşayan Çerkeslere dair gözlemleriniz ne oldu?
 
1864 sonrasında sürgün edilen Çerkeslerin 400.000 kadarı Doğu Rumeli Vilayeti başta olmak üzere Balkanlara iskan edilmişti. Bu büyük kitle özellikle Bulgar Bağımsızlık isyanları sürecinde devletin resmi ve gayri resmi askeri birlikleri olarak bu isyanların bastırılmasında etkin bir güç olarak kullanılmıştı. 1877-1878 Osmanlı-Rus harbi (93 Harbi) neticesinde imzalanan Berlin Antlaşmasında Çarlık Rusya’nın ısrarıyla Osmanlı Devleti Balkanlardaki Çerkeslerin neredeyse tamamının yeniden sürülmesini kabul etmek durumunda kalmıştı. Kosova Çerkesleri bir istisna olarak 1990’lara kadar köylerinde yaşamayı sürdürmüş, 90’ların başında ise anavatanları olan Adigey Cumhuriyetine dönüş yapmıştı. Bu yüzden günümüzde Balkanlarda toplu halde yaşayan bir Çerkes topluluğu mevcut değildir. Ben de bu sebepten seyahatlerime Ürdün, İsrail ve Suriye üçgeninde devam etmiş, o bölgelerden hatıraları kayıt altına almaya çalışmıştım. 1999’da ilk yurt dışı ziyaretimi Ürdün’e gerçekleştirmiş, daha sonra bir çok kez daha giderek ziyaretlerime devam etmiştim. 1919 sonrasında Osmanlı Devletinin o topraklardan çekilmesi süreci ve sonrasında kurulan yeni iktidarlar ile Çerkeslerin kurduğu ilişkiler oldukça ilginçti. Bu yüzden kitapta bu coğrafyalardan 3 farklı anlatıya da yer vererek onların bu zor coğrafyada hayatta kalma mücadelelerine ve geliştirdikleri yöntemlere değinmeye çalıştım. 
 
 
 
 
Rusya steplerine sürülmek ya da Osmanlı'ya sığınmak... Bu iki seçenekten birini seçmek durumda kalan Çerkeslerin seçimlerini belirleyen faktörler ne oldu?
 
Çerkesler 1552’den beri enselerinde hissettikleri ve üç yüz yılı aşkın bir süre savaşmak suretiyle karşı koydukları bir emperyal devlete yenilmiş olmayı ve neticede o devletin tebası olmayı onurlarına yediremediler. Bu etnik temizlik ve soykırım sonrasında hayatta kalmayı başaranlar için ‘Osmanlı’ya Sığınmak’ aslında savaşa biraz ara vermek ve toparlanmak adına bir zorunlu sürgün olarak değerlendirildi. Sürgün sonrasında Çerkesler uzun yıllar derme çatma evlerde yaşamayı ve ilk fırsatta da anavatanlarına geri dönmeyi beklediler ve bu uğurda da savaştılar. 1877-1878 Osmanlı Rus harbi bunun en güzel örneğidir. 1864’de dedelerini, anne ve babalarını kaybetmiş bir neslin çocukları bundan sadece 13 sene sonra onların hesabını sormak için, Balkanlar’da Plevne Savunmasına ve doğuda da Kafkas Cephesine adeta koştu… Plevne’de Gazi Osman Paşa ve Kafkas Cephesinde Gazi Muhtar Paşa’nın hatıralarında sıkça Çerkeslerden ve onların bu harpteki cansiperane çarpışmalarından bahsedilmektedir. Çerkesler Plevne düşerse Edirne, Edirne düşerse İstanbul ve İstanbul düşerse de bir daha Çerkesya’ya geri dönemeyeceklerine inandıkları için olsa, daha 13 senedir tebaası oldukları bir devletin en dinamik askeri gücü olarak çatışmalarda yer almışlardı. Askeri komutlar dışında Türkçe bilmeyen devletin bu en yeni tebası çok farklı dinamiklerin tetiklediği bir motivasyon ve Çerkesya’ya geri dönebilme aşkıyla Osmanlı Ordusu’na gönüllü olarak katılıp adeta ölüme koştular… Sadece 93 harbinde değil, Balkan Harplerinde ve I.Dünya savaşının Sarıkamış, Kut’ul Amare, Yemen ve Hicaz gibi uzak cephelerinde de çatışmalara katıldılar. Bu cephelerde askere alınan Çerkeslerin dışında ‘Çerkes Gönüllü Süvari Birlikleri’ olduğuna dair bilgiler Genel Kurmay tarafından basılan kitaplarda dahi yerini aldı. 
 
Bunun da ötesinde kimi Çerkeslerin Osmanlı hanedanı ile kurulmuş olan akrabalık ilişkisi neticesinde saraya sempati ile bakması, Çerkes-Osmanlı ilişkilerini hızla sağlamlaştırmıştı. Bununla birlikte, 1864 öncesi İstanbul’da Saray çevresinde konuşlanan kimi Çerkes Beylerinin de nüfuzlarını artırmak için bu sürgünü teşvik ettiklerine dair tezler de yok değil. Son olarak, Çerkesler arasında İslam dininin yayılmasının bizzat saray tarafından gönderilen imamlar vasıtasıyla yapılmış olması Çerkeslerin Osmanlı Hanedanını kendine yakın görmesini sağladı. Bu gibi sebeplerden onların ‘Osmanlıya sığınma’ gibi bir zorunlu tercihi yapmış olduklarını düşünüyorum. 
 
 
 
Bundan sonra sizden benzeri çalışmalar görebilecek miyiz? 
 
‘Benim Adım 1864’ yüzleşme edebiyatına katkı sağlayacak bir eser olmanın yanı sıra, hafızamızda unutulmak üzere olan bir çok hatıranın da kayıt altına alınmasını sağlayacak bir süreci de başlattığına inanıyorum. Bundan sonra bu minvalde eserlerin yazılması, başta Çerkeslerin geçmişleri ile yüzleşmelerine ve geleceğe dönük yapıcı siyasi ve kültürel faaliyetler yürütmelerine katkı sağlayacağını düşünüyorum. Bu yaz hem yeni kitap çalışmama devam etmeye çalışırken, bunun yanı sıra ‘1864 Çocukları’ isimli Belgeselimizi de çekmeye çalışacağız. Yolumuz uzun olsa da umudumuzu her daim diri tutarak üretmeye ve taleplerimizi dile getirmeye devam edeceğiz. 
 
Etiketler: Elbruz Aksoy  Çerkesler  kitap