Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Edebiyat » "Ölüm korkusunu peruklarım hafifletti"

"Ölüm korkusunu peruklarım hafifletti"

"Ölüm korkusunu peruklarım hafifletti" 29 Temmuz 2015 - 10:07 | Fotoğraf: Ahsen Eser
Yakalandığı kanserle mücadelesini farklı peruklarla yarattığı dokuz karakterle destekleyen Sophie van der Stap'in bu süreci konu alan kitabı 'Dokuz Peruklu Kız', Türkçede yayınlanıyor
ÖZGE KARA
 
32 yaşındaki Hollandalı yazar Sophie van der Stap, nadir rastlanan ve ölüm riski yüksek bir kanser türü olan rabdomyosarkoma yakalandığında 21 yaşındaydı. Önce öfkelendi, kabul etmek istemedi, saklandı. Sonra peruklarla bir oyun yarattı kendine. Her birine farklı bir isim ve karakter özelliği verdi: Stella, Sue, Daisy, Blondie, Platina, Uma, Pam, Lydia ve Bebe... İsyan etmek istediğinde Sue'yu, daha az görünür olmak istediğinde Lydia'yı tercih etti. Duygusal anlarında ona Daisy eşlik etti. Tüm bu ruh hallerini ise oldukça dürüst bir şekilde günlüklerinde anlattı. İşte bu günlüklerden derlenen ve dünyada 25 dile çevrilen 'Dokuz Peruklu Kız' şimdi de Pegasus Yayınları etiketi ve Fazilet Mıstıkoğlu çevirisiyle Türkçe'ye kazandırıldı. Artık tamamen iyileşmiş olan Stap, kitabında kemoterapi ve radyoterapiyle geçen bir buçuk yılını anlatıyor. 2013 yılında Marc Rothemund tarafından beyazperdeye de uyarlanan kitap 7 Ağustos günü raflardaki yerini alacak. Hikayesiyle pek çok insana ilham kaynağı olmuş yazarla zorlu geçen mücadelesini ve kitaba da adını veren peruklarını konuştuk.
 
Çok dürüst bir hikaye 'Dokuz Peruklu Kız'. Sadece umut dolu değil; öfke de var hayal kırıklığı da... Kendinize karşı nasıl bu kadar dürüst olabildiniz?
 
Ölüme o kadar yakın olunca, istemsiz olarak gelişen bir şey bu. Çünkü kendinize anlamsız sorular sormak için çok da vaktiniz yok. "Benim hakkımda ne düşünürler?" diyerek hareket etmiyorsunuz ve bu size büyük bir özgürlük tanıyor. Günlüklerimden derlenmiş olmasının da bunda büyük bir etkisi var tabii. "Yanlış bir şey mi söyledim?" endişesi genelde ikinci planda oluyor.
 
Kitapta 21 yaşında kanserle tanışmış olmanın size bir anda dünyadan nefret etme izni verdiğini söylüyorsunuz. Fakat ilerleyen sayfalarda nefret etmek yerine ona tutunmayı tercih ettiğinizi görüyoruz. Bu değişim nasıl oldu?
 
Yaşayacak çok şeyim vardı; daha bir sürü hayallerim, anılarım olacaktı. Kanserle savaş çok ironik bir cephe. Bir taraftan çok fazla zamanınız olmadığını biliyorsunuz; bir taraftan da hastanedesiniz ve her zamankinden çok daha fazla boş zamanınız var. Kendi kendimle kaldığım bu zamanların kıymetini bildiğimi düşünüyorum. Kanserle savaşırken hayata tutunmak cesaretle değil de bu boş zamanları ne kadar verimli değerlendirdiğinizle ilgili bence.
 
Peruklarınız bir tutam saçtan çok daha fazlasını ifade ediyordu sizin için değil mi?
 
Başlarda hasta olduğumu saklamak için bir araç olarak kullanıyordum. Fakat zamanla onlar sayesinde özgürleştim. Durumu anlamamı ve onunla yüzleşmemi sağladılar. İyi ve kötüyü aynı anda temsil ediyorlardı benim için. Bir şekilde günlük hayatıma devam etsem de kanser hep benim içimdeydi. Ölüm korkusu hep vardı. İşte bu korkuyu peruklarım hafifletti. 
 
Fotoğraf: Ahsen Eser
Bunun dışında Sue, Daisy, Stella gibi birbirinden farklı karakterlere bürünme imkanı tanıdı size peruklarınız. Nasıl doğdu bu karakterler?
 
Kendi kimliğimi ararken keşfettiğim özelliklerim sayesinde çıktılar ortaya. Eğer kanserle o yaşta değil de ilerleyen yıllarda tanışsaydım, peruklarla farklı karakterler yaratma çabam olmazdı. Onlarla bir oyun oynadım. Uma sayesinde kendimi daha olgun ve seksi hissediyordum mesela. Aynada ona baktığımda bir gün onun gibi olabileceğimi söylüyordu bana. Sue sayesinde dediğim dedik bir karakter olabiliyordum. Buna rağmen dokuz peruğun dokuz bambaşka karakteri temsil ettiğini söylemek çok da doğru olmaz aslında. Sonuçta hepsi de benden besleniyordu.
 
Kitapta kanserin içinizdeki budisti ortaya çıkardığını söylüyorsunuz. Bunun hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?
 
Her şeyden önce beni çok sakin bir insan yaptı. İstediğim şeyler yolunda gitmiyorsa, gitmiyordur. Planlar yapmaktan hoşlanmıyorum. Hayatı olduğu gibi kabul ediyorum.
 
Bir bölümde buna değiniyorsunuz aslında. Gelecek üzerine konuşan insanlardan hoşlanmadığınızı söylüyorsunuz.
 
Hayatı akışına bırakmak gerekiyor biraz. O zaman bir geleceğim olmayacağı korkusuyla yanımda bu konuda konuşulmasından hoşlanmıyordum. Şimdi o korku yok belki; ama yine de hayata dair daha temkinliyim.