Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Müzik » "Kendimi bir köprü olarak görüyorum"

"Kendimi bir köprü olarak görüyorum"

"Kendimi bir köprü olarak görüyorum"06 Aralık 2018 - 08:12 | Foto: Sophie Schwarzenberger
“Pera Müzesi’nin, Suna ve İnan Kıraç Vakfı’na ait “Oryantalist Resim”, “Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri” ve “Kütahya Çini ve Seramikleri” koleksiyonlarından esinle oluşturulan, üretimlere alan açtığı müzik projesi “Yeni Sesler”, Burak Özdemir & Musica Sequenza’yı ağırladı. Proje kapsamında Burak Özdemir sorularımızı yanıtladı.

İhsan Dindar - İstanbul

 

Musica Sequenza Türkiye ve yurt dışında nasıl tepkiler alıyor. Özellikle klasik müzik dünyasının projenize yaklaşımı nasıl?
Farklı kültürlere ve bu kültürler arası ilişkilere olan ilgim çocukluğumdan beri büyüktü. 20’li yaşlarımda değişik kökenlerden sanatçıların buluşabileceği, özgür bir platforma ihtiyaç duyuyordum. O yıllarda New York’ta öğrenciydim. Donem arkadaşıma bir teklif yaptım. “Bizler için bir gece organize edeceğim, ancak hiç prova yapmadan sahnede buluşacağız.” Bu performans öncesi sanatçıların birbirleri ile proje hakkında telefon & email dahil olmak üzere her turlu iletişimine engel getirmiştim. 2008 yılında Lincoln Center’da Charles Klein Gallery’de ilk performansımızı gerçekleştirdik. Sahneye çıkmadan saniyeler öncesinde, ne seyirciler, ne de biz sanatçılar ne olacağını bilmiyorduk. O gece ilk yapısal improvizasyona dayalı projemiz “Transmute” doğdu. O zamanlardan beri büyüyen bir aile olarak da bu yolda devam ediyoruz. 

 

 

Türkiye’de pek de tanınmayan bir enstrümanı çalıyorsunuz. Fagot ile tanışmanız nasıl gerçekleşti?
Fagot ile 11 yaşında İstanbul konservatuvarında tanıştım. O yıllarda, dersler bittiğinde Kadıköy’ün arka sokaklarında güzel müzik dinleyebileceğim plak dükkânlarında ya da café’lerde soluk alayım diye her gün firardaydım. Okul dışındaki arkadaş çevrelerimde çok sosyaldim. Sonraki yıllarda ev partileri, gece kulüpleri, 90’li yıllarda İstanbul’daki büyülü renkli hayatin her imkânını kullandım. Elektronik müziğe olan ilgim o erken yaslarda gelişmişti. Kasetçalarıma radyo kayıtları alarak başlamıştım dinlemeye. Sonra CD’ler patladı. Gündüzleri konservatuarda Vivaldi, Bach çalışıp, geceleri elektronik müziği takip ediyordum. Sanki iki farklı kişinin hayati tek bir vücutta birleşmiş gibiydi. Yıllar içerisinde bu iki tutkum birbirine gittikçe yakınlaşmaya başladı. Önce fagot ile elektronik müzik yapmaya başladım. Sonra Musica Sequenza doğdu, barok ve elektronik çalışmalarımı birleştirebildiğim bir grup ortaya çıktı. Bu benim için yıllar içerisinde gelişen organik bir transformasyondur. 

 

 

Klasik müziğe deneysel yaklaşımlar katıyorsunuz. Bu fikir ortaya nasıl çıktı?
Sanat bence bütün duyu organlarımıza hitap ediyor. İyi bir yemeğin verdiği tat, iyi bestelenmiş bir müziğin kulağımızda bıraktığı nota kadar sanatsal anlam taşıyabilir. Pürüzsüz tıraşlanmış bir mermer heykele dokunduğumuzda hissettiğimiz heyecanı, dijital sanat eserlerinde de algılamamız mümkündür. Bu sebeple sanat dalları arasındaki farklılıkları sinir olarak görmek yerine, aksine onların birbirleri ile yakın ilişkide olmaları ile ilgileniyorum. Farklı dallardan sanatçılar ile ortak çalışmak bana daha çok ilham veriyor, eserlerimin boyutlarını da daha öteye taşıyor. Kendimi çalışma hayatımda bu alanları buluşturan bir köprü olarak görüyorum. 

 

 

Türkiye’de klasik müziğe ilgiyi nasıl buluyorsunuz? İzleyiciler arasında belirgin bir kitle gözünüze çarpıyor mu?
Türk dinleyicileri kültüre ve sanata derinden bağlı bir kitle olarak görüyorum. Özellikle müziğin Türk insaninin doğasında derinden yeri olan bir sanat dalı olduğunu düşünüyorum. Müziğe hisleriyle bağlanan ve tutkulu bir kitledir Türk dinleyicisi. Avrupa’nın pek çok ülkesinde karşılaşmadığım bir duygusal derinlikten bahsediyorum.

 

 

Klasik müzik serüveninizde Barok önemli bir yer kaplıyor. Bu dönemin sizin için ne ifade ediyor?
Barok müzik soğuk ve sert bir müzik. İfadede sınırların ne kadar esnek olduğunu anladığımız bir dönem. Barok eserlerin notasyonundaki esneklik ve özgürlük icracılara hayal güçlerini ifadeye dökmelerine olanak sağlar. İcracı olarak barok dönem ile kendimi en özdeşleştirdiğim olgu doğaçlamalardadır. 

 

 

Müziğinizi müzelerden gece kulüplerine farklı mekanlarda icra ediyorsunuz. Bir kıyas yapacak olursanız performans sırasında kendinizi hangisinde daha rahat hissediyorsunuz?
Nerede olursa olsun, sahnede kendimi evimde hissediyorum. Gece kulüplerinde, konser salonlarında ve müzelerde gerçekleştirdiğimiz performanslar arasında dürüst olmak gerekirse, bir fark hissetmiyorum. “Korero / Sohbet” Pera Müzesi’nin daveti üzerine, Yeni Sesler serisi için yazdığım yeni bir eser. Muze koleksiyonundaki tarihi tabloları ses tasarımı ve canlı improvizasyon ile iletişime geçirdiğimiz çağdaş bir performans.

 

 

Handel ve Bach projeleriyle müzikseverlerin karşısına çıktınız. Barok dönemin bir dahaki üstadı Vivaldi ile ilgili bir projeyi sizden bekleyelim mi?
Antonio Vivaldi, Musica Sequenza’nin debut albümü “The New Four Seasons”da zaten bizlerle birlikteydi. Bu albüm Deutsche Harmonia Mundi şirketinden 2012 yılında tüm Dunya genelinde satışa çıktı ve bir bestseller olarak uzun yıllar raflarda kaldı. Önümüzdeki yıllarda Vivaldi ile buluşacağımız yeni projeler de gelecektir. Ancak öncesinde çok önemli bir yeni albüm Nisan 2019’da piyasaya çıkacak: Hermes. Hermes benim için bir ilk. Daha önce içeriğinde sadece benim kendi bestelerimde oluşan bir albüm piyasaya sunmamıştık. Bundan önceki albümlerimizde her zaman barok bestecilerin eserlerine de yer vermiştik. Bu barok eserleri ya yeniden besteleyerek ya da yer yer yapılarını değiştirerek kaydetmiştik. Ancak Hermes barok enstrümanların tınılarını çağdaş elektronik müziğin sinirsiz imkânlarıyla harmanlayan deneysel bir çalışma. Nisan 2019’da Edel/Neue Meister plak şirketinden tüm dünya genelinde satışa çıkacak.

 

ihsan.dindar@milliyet.com.tr
http://instagram.com/ihsandinovski