Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » ‘Basit, benim için en büyük iltifat’

‘Basit, benim için en büyük iltifat’

‘Basit, benim için en büyük iltifat’27 Mart 2017 - 09:03
Türkiye'de gösterimde olan animasyon dalında Oscar adayı 'Kırmızı Kaplumbağa'yı yönetmeni Michael Dudok de Wit’le konuştuk
NİL KURAL
 
Bu yılın animasyon dalında Oscar adaylarından biri Hollandalı sinemacı Michael Dudok de Wit’in ilk uzun metrajlı animasyonu ‘Kırmızı Kaplumbağa’ydı (La tortue rouge). Bir adaya düşen bir adamın bir kadınla tanışmasının ardından adada yaşadıklarını diyalogsuz olarak anlatan film, Cannes’da gösterildiği günden beri basitliği ve etkileyiciliğiyle yeni hayran edinmeyi sürdürdü ve yılın en beğenilen animasyonlarından birine dönüştü. Daha önce kısa metrajlı animasyonu ‘Father and Daughter’la Oscar kazanan De Wit’in ‘Kırmızı Kaplumbağa’sının yapım şirketi ise ‘Ruhların Kaçışı’ ve ‘Prenses Mononoke’nin de aralarında olduğu efsane animasyonlarda imzası bulunan Stüdyo Ghibli. 17 Mart’ta Türkiye’de gösterime giren filmi De Wit’le konuştuk.
 
Michael Dudok de Wit.
Hayao Miyazaki’nin ünlü yapım şirketi Stüdyo Ghibli’yle çalışma süreciniz nasıl başladı?
 
Tuhaftı çünkü Japonya’nın dışında insanlara ihtiyaçları yok aslında. Japonya çok büyük bir endüstri ve çok sayıda yetenekli sinemacı var. Bana yazdılar ve birlikte çalışabilir miyiz diye sordular. İnanmakta güçlük çektim. Umarım yanlış anlamadım diye “Konuyu biraz daha açar mısınız?” dedim, o kadar şaşırmıştım. Bana kısa filmim ‘Father and Daughter’ı çok sevdiklerini söylediler. “Eğer uzun metraj çekmek isterseniz sizinle çalışabiliriz” diye eklediler. Miyazaki ve diğer iki kurucusuyla Japonya’da tanışmıştım ve bütün filmlerini seviyordum. Hemen kabul ettim çünkü filmlerini sevmenin ötesinde yönetmen filmi çektiklerini biliyordum ve yönetmenin son sözü söylediğinin farkındaydım. Eğer birlikte çalışırsak benim sanatsal kararlarıma saygı duyacaklarını ve benden kendi stillerinde bir film çekmemi istemeyeceklerini biliyordum. Nitekim öyle de oldu. 
 
‘Kırmızı Kaplumbağa’nın çok sade ve minimalist bir hikâyesi var.
 
Benim zevkim böyle. Zengin detaylar ve bazı büyük anlar olsa da hep basitliğe eğilimli hikâyeleri seviyorum. Kendime sürekli “Basitleştir” diyorum. Senaryo başta çok daha detaylıydı sonra onu adım adım arıttım. Biri bana “Filmini sevdim, çok basitti” dediğinde, bu, bana söylenebilecek en büyük iltifat.
 
Filmi diyalogsuz çekme kararını nasıl aldınız?
 
Başta öyle değildi, bazı diyaloglar vardı. Az ama vardı. Baktık ki hiç olmadı. Yeni diyaloglar yazdık. Bu sefer daha iyi oldu, ama entelektüel olarak işlese de yine de ters giden bir şeyler vardı. Stüdyo Ghibli yöneticileri, “Animasyonları gördük ve bizce diyaloğa ihtiyaç yok” dedi. Önce karşı çıktım. Sonra heyecanlandım ve "Bu büyük bir zorluk" dedim, diyalogları attım. Bu karar beni animasyoncu olarak daha yaratıcı bir yere etti.
 
 
Filminizle insan ve doğanın ilişkisini anlatmak sizin için önemli miydi?
 
‘Kırmızı Kaplumbağa’yı ekolojik bir mesajı olan bir film olarak düşünmedim. Bu yorumu Cannes’da ilk kez bir gazeteciden duydum. Hiç aklıma gelmemişti ama Projeyle ilgili ilk notlarımda şu vardı: Bu proje benim doğaya duyduğum derin saygının yansıması. Ama "Ne güzel çiçekler ne güzel hayvanlar" şeklinde değil. Bütün doğaya ve doğanın yıkıcı taraflarına da… Çocukken doğanın içinde büyüdüm ve içgüdüsel olarak bu bağı hep hissediyorum. Şehirlerde yaşasak da doğayla ilişkimiz içeride bir yerlerde çok güçlü. Bu, bizim parçamız ve bunu filme eklemeye çalıştım. Ama film bir cevap sunmuyor ve filmin ahlaki bir mesaj vermesinden kaçındım.
 
‘Kırmızı Kaplumbağa’da görsel olarak ilham kaynaklarınız nelerdi?
 
Açıkçası sinemadan ziyade modern dansı söyleyebilirim. Hareket, ışık, koreografiyle yapılan bir modern dans gösterisi bana çok ilham veriyor. 
 
 
‘Bir mit, bir efsane gibi olsun istedim’
 
Basitleştirmek ve diyaloğu kaldırmak filmi çok zamansız ve mekânsız bir hale getiriyor. Baştan beri amaçladığınız bu muydu?
 
Evet kesinlikle. Bir mit veya efsane gibi olsun istedim. Filmde bazı gizemler var ve bunlar özellikle açıklanmıyor. Bazı insanlar filmlere mantıklarıyla yaklaşıyor ve her şeyin açıklanmasını istiyor. Ama şahsen ben bir filmin beni alıp götürmesini isterim.