Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » Aslı Özge: 'Aynı cümleleri kurdular'

Aslı Özge: 'Aynı cümleleri kurdular'

Aslı Özge: 'Aynı cümleleri kurdular'16 Şubat 2013 - 07:02 | Nil Kural ve Aslı Özge (sağda), Berlin Film Festivali'nde Özge'nin son filmi
“Hayatboyu” ile Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde yer alan Aslı Özge ile festival değerlendirmesi...NİL KURAL

“Köprüdekiler” adlı filmiyle önemli ödüller kazanan Aslı Özge, yeni filmi “Hayatboyu” ile Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümündeydi. Film, birbirlerinden uzaklaşmış, ama bir arada kalmayı sürdüren orta yaşlı bir çifti konu alıyor ve özellikle kadın karakterin tarafına ağırlık veriyor. Özge ile Berlinale’de bir araya gelip yeni filmini konuştuk.

“Hayatboyu”, bir önceki filminiz “Köprüdekiler”den farklı bir sınıfı, üst orta sınıftan sanatçı bir çiftin hikayesini konu alıyor. Sizi bu sınıfın hikayesine iten neydi?

Türk sinemasında hep konuştuğumuz gibi erkeklerin ağırlıkta olduğu kasaba filmlerine eğilim var. Ben doğup büyüdüğüm şehirle ilişkiyi daha iyi kurabiliyorum. Şu ana kadar da öyle oldu, hep İstanbul’da film çektim. Birazcık da bizim gibi sanatla ilgilenen ama sanatın içinde de fakirlik çeken; bir takım beğenilerinin, düşüncelerinin ve entellektüel düzeylerinin farklı olduğu, bu anlamda da belki kendilerini yalnız hisseden bir grubu anlatmak istedim. Yine bir saplanmışlık, dışlanmışlık ve azınlık olma hali var.

Önceden aklınızda olan bir fikir miydi?

Hayır çok hızlı oldu. 2 yıl önce yazmaya başladım, finansmanı buldum ve öyle çektim…

Filmin izleyiciye alan bırakan bir yapısı var.

Filmdeki çift çok yakın, neredeyse bir kutunun içinde yaşıyorlar. Bu kutunun içinde bu kadar yakın ve bu kadar uzak olma durumu, benim ilgimi çekti. O kadar dar bir mekanın içinde bunu nasıl anlatabilirim diye düşündüm. Birbirlerinden sakladıkları, göstermekten korktukları duyguları, kameranın komplike mizansenlerinin yardımıyla seyircinin fark etmesini sağlamak istedim. İnsanlar kendi hayatlarından da bir şeyler yansitabilsinler diye düşündüm.

Defne Halman, uzun süredir sinemada başrolde izlemediğimiz bir oyuncu. Seçilme süreci nasıl oldu?

Türkiye’de oyunculuk durumu çok zor, bir sonraki filmi Berlin’de çekme kararı bile almıştım, Defne ile karşılaşmadan önce. Çok uzun bir kast süreci yaptık ve zaman zaman kendimizi ciddi çaresizlik içinde bulduk. Risk almak istemiyorlar, tutuculuk söz konusu. Fiziksel özellikleri oyuncuların oynayacakları karakterin hep önünde. Bu aşılamıyor. Deneyimli oyuncular da iyi olacağından emin olmak istiyorlar ama bunun bir garantisi yok. Tam tersi profesyonel oyuncuların risk alıp bir şeyler denemesi gerekiyor. Bu yüzden Defne’ye rastlamak inanılmaz bir şeydi.

Çiftin yaşadığı ev, çok özel bir mekan. Bulması zor oldu mu?

Evet. Çekim yaptığımız Hayriye Sözen’in yaptığı bir ev. Taşınmıştı sahipleri, o yüzden boştu. Hem ikna etmek zor oldu hem de 60 yazılı maddeden oluşan kuralları vardı. Merdivenlerde terlikle yürünecek gibi maddeler… Duvara çivi bile çakılmayacak gibi.. Sonsuz bir engel vardı evle ilgili ama görüntü yönetmeni Emre Erkmen’le orayı gördükten sonra orası olsun istedik.

Film günümüz metropol kadın erkek ilişkileriyle ilgili karamsar bir tablo çiziyor. Siz de böyle karamsar mi bakıyorsunuz?

Ben de karamsar görüyorum. Bir yandan da o durum ilgimi çekiyor, takılı kalma durumu ve o takılı kaldığımız yer doğru bir yer mi? Olmak istediğimiz yer mi? Bunlar kafamı meşgul ediyor. Çiftin yaşadığı da özel bir durum değil. Senaryoyu hazırlarken, çok insanla konuştum. Hikayeler birbirlerinin aynısı. Aynı şeyler konuşuldu. Aynı cümleleri kurdukları bile oldu. Tanımadığım bir çiftle konuşurken kadının kurduğu bir cümle vardı, “Sanki bir futbol maçı olmuş, saha doluymuş, goller olmuş, maç bitmiş gitmişler ama ben sahada tek başıma kalmışım gibi hissediyorum” dedi. Beni çok etkiledi beni, bomboş bir saha gibi hissetmesi… İlk başta olan öfke ve üzüntü, kadının karşı tarafla konuşmadan ilk başta bunu yargılaması sürecine doğru gidiyor. Bu süreçten hastalanarak çıkan da oluyor, intikamla çıkan da oluyor. Beden izin verene kadar o duygusal savaş devam ediyor. Çıkamama, bunun içinde ezilme ve hayatımızı yonlerdirmesi. Değişimi kabul etmek çok zor. Çiftin de problemi bu, bir şeyler değişiyor ama yine de birşeylere tutunmaya çalışıyorlar.

“Hayatboyu”nun dışında Berlin’de bir projeniz daha var. Yeni projeniz, Berlin’de ortak yapım marketinde sunuldu. Bu film ne hakkında olacak?

Suç ve kendini suçlu hissetme üzerine. Toplumun birinin suçlu olduğuna inanıp onun haytini manipüle etmesi üzerine bir film olacak.

Berlin kapanıyor

Wong Kar Wai başkanlığındaki jüri, ödülleri bu akşam dağıtıyor. Ancak mesela 2 yıl önce Asghar Farhadi’nin “Bir Ayrılık”ının yarıştığı yıl olduğu gibi çok öne çıkan, Altın Ayı alacağına kesin gözle bakılan bir film yok.

Paulina García ve Sergio Hernández'in başrollerinde oynadığı, Şilili yönetmen Sebastián Lelio'nun yönettiği "Gloria", orta yaşlı insanların aşk arayışını konu alıyor. Film Altın Ayı'nın en güçlü adayı.


Şilili yönetmen Sebastian Lelio’nun yönettiği, orta yaşlı bir kadının aşk arayışını konu alan, yönetmenin kendi deyimiyle her filmin yan karakter yapacağı bir karakteri ana karakter yapan “Gloria” eleştirmen ve izleyicileri en çok etkileyen yapım oldu. Eleştirmen yıldızlarının en tepesinde bulunan film halk gosterimlerinde de dakikalarca alkışlandı. “Gloria”ya ödüller geleceği kesin ama bunlar arasında Altın Ayı olacak mi bilinmiyor.

Diğer öne çıkan film ise son yıllarda bir hayli dikkat çeken Romanya sinemasından “Child’s Pose” adlı bir örnek. Peter Netzer’in ilk filmi bir annenin toplumsal gücünü kullanarak oğlunun suçunu örtbas etme girişini konu alıyor. Film geceden ilk film ödülüyle de dönebilir ama sürpriz yaparak büyük ödüle de uzanabilir.

Yarışmadaki dünya sineması örnekleri belli bir düzeyin üstünde bulunurken, Berlinale’ye ünlü yönetmen ve oyuncu getiren filmler hayal kırıklığı yarattı. Altın Ayı için yarışan hem Gus Van Sant’in “Promised Land”i hem de Steven Soderbergh’in “Side Effects”i yarışmanın en zayıf filmleri arasında bulunuyor.