Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » "İyi oyuncu hiç oynamayan oyuncudur"

"İyi oyuncu hiç oynamayan oyuncudur"

"İyi oyuncu hiç oynamayan oyuncudur"30 Ocak 2018 - 04:01
Hepimiz onu Aile Şerefi filminde evin büyük oğlu olarak tanıdık. Yeşilçam'da üstlendiği rollerle gönüllerde taht kuran Mahmut Cevher yeniden beyazperdeye iddialı bir yapımla dönüyor. Mehmet Ali Arslan’ın yönetmenliğini yaptığı "Yalnız Hayaller Kaldı" filminde Cevher'e bir diğer ünlü sima Perihan Savaş eşlik ediyor.
UĞUR UGAN 
 
 
33 yıl sonra tekrar bir araya gelen Perihan Savaş ve Mahmut Cevher'in yer aldığı yapımcılığı ve özgün hikayesi Cevher'e ait olan yapım şimdiden sineseverlerde merak uyandırdı. Yeşilçam'ın efsane oyuncularıyla genç oyuncuları biraraya getiren film bu yönüyle de ilgi çekici. Usta isimlere Ecem Baltacı, Açelya Elmas, Atılay Uluışık, Fırat Temir, Yavuz Pekdemir, Dilruba Balbunar, Melisa Alagöz,  Sevim Aydeniz, Alican Ayas, Onat Erkan, Selin Soytürk ve Yeliz Bozkurt Üstündağ gibi genç isimler eşlik ediyor. 
 
Mahmut Cevher ve Mehmet Ali Arslan ile yeşilçamdan bugüne sinemanın aldığı formu, sinemamızda hikaye anlatma geleneğini  ve birlikte kotardıkları son filmleri "Yalnız Hayaller Kaldı"yı konuştuk.
 
 
Uğur Ugan: Uzun bir süre sonra bu kadar bütçeli bir filmi yapma fikri ilk nasıl doğdu?
 
 
Mahmut Cevher: Bu filmin hikayesi 26 sene önce hazırlandı. Organlarınızla bir insanın hayatını kurtarırsanız tüm insanların hayatını kurtarırsınız diye bir cümle vardır ki Kur’an’da Maide Suresi’nde de geçer. Yusuf Kurçenli ile bir Cuma hutbesinde dinlemiştik. O gün bugüne evrilerek geldi bu hikaye. Ben öğretmen çocuğu olduğum için burada da bir öğretmenin penceresinden bakarak hikayeyi anlattık. Bugün Türkiye’nin en büyük problemlerinden biri sağlık ve biz bu filmde organ bağışını konu ediniyoruz. Benim bütün hedefimde kadın hikayeleri anlatmak var. Kadın hikayeleri anlatmak istiyorum. Bir kadın bu ülkede özgür değilse başka cehennemler aramasına gerek yok. Bu film bir kadın filmidir. 
 
 
Mehmet Ali Arslan: Bu fikir Mahmut Cevher’den doğdu. Yeşilçam’ın kült olmuş Aile Şerefi filmiyle hafızalara kazınmış bir isim. O projeyi ortaya attı. Böbrek hastalarının yaşadığı acıyı bir haberden derledi. Öykü çıktıktan sonra sevgili Nimet Erdem yazdı senaryoyu. Senaryoyu okuyunca tabii çok etkilendim. Filmi çekim senaryosu haline getirmek ve çok geniş sinema seyircisi ve kitlelere ulaşmak için elimizden geleni yaptık. Onları yerine getirdik. Sağolsun Mahmut Bey de ufku ve vizyonu gereği katkı verebileceği kadar katkı verdi. 
 
 
 
Hikaye iki aile etrafında geçiyor. 4 çocuklu bir emekli öğretmen Doğan karakteri ve yan komşusu Perihan Savaş’ın canlandırdığı Aysel hanım var. Film yitirdiğimiz bir çok değere vurgu yaparak yeşilçama selam gönderen bir film. Yeşilçam’ın yıldızlarının yanı sıra Ecem Baltacı için de ayrı bir parantez açmak istiyorum.Çok yolun başında genç bir oyuncu olarak oyunculuğuyla çok iyi bir iş çıkardı
 
 
"TEK DRAM BİZİZ" 
 
 
 
 
 
U.U: Günümüz izleyicisi o 70’li yıllardaki Münir Özkul’lu Adile Naşit’li aile filmlerinin tadını, ruhunu arıyorlar. Sosyolojik olarak bunu neye bağlıyorsunuz? İnsanlar o filmlerle bugün kaybolan masumiyetleri mi arıyorlar?
 
 
M.C: Bu yıl yapılan 400 filmin içinden tek dram biziz. Seyirciyi komedi diye diye komikliğe alıştırdılar. Bütün hedef sinema seyircisini sayısal olarak yükseltmek. Bu zorunluluktan yapılmış bir filmdir. 
 
 
M.A.A: Bugün televizyonlarda izlenme oranlarıyla bunu çok net görebiliyoruz. Yüzlerce defa izlense bile hala insanlar televizyon karşısına kilitlenip izliyorlar. Geçen Mayıs ayında Pertek’te bir gösterimde ‘76 yapımı Canım Kardeşim filmi açık havada 2-3 bin kişilik bir kalabalık tarafından izlendi. O filmi de onlarca kez televizyonda izlemişlerdir. 
 
 
U.U: Yakın zamanda Münir Özkul’u yitirdik. Türkiye sizi Aile Şerefi filmi ile tanıdı. Türkiye’de yapılmış aile filmlerinin bir parçası ve evin büyük oğlusunuz. Türkiye’nin 70’li yıllar sosyolojisinde aile filmleri yapmaya iten neydi? 
 
 
M.C: O zamanlar aile bağları bugüne göre daha kuvvetliydi. Bir dram filmi tuttu mu herkes dram filmi yapmaya başlardı o yıllarda. Aventür gelir aventüre döner, epik sinema başlarsa epik, komedi tutarsa komedi en sonunda da şarkıcı-türkücü filmleri yapıldı. Şu an ise sadece komedi filmleri yapılıyor. 
 
 
U.U: Bugünün dünyasından o filmlere bakınca ne buluyorlar?
 
 
M.A.A: Başka bir naiflik, başka bir toplumsal eleştiri var çoğunda.  Sinema o zamanlar haftalarca perdelerde duran filmlerin olduğu bir dönemde. Özellikle senaristler çok iyi eğitimciymiş. Metin Erksan, Lütfü Akad, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz ve diğerleri…O filmlerle çok şey öğretmişlerdir. Bana kalırsa tek kelimeyle o dönemin naifliği halen aranan bir şey. O naifliği o dürüstlüğü halen çok özlüyor insanlar. Orada çok büyük bir masumiyet ve dürüstlük var aslında.
 
 
U.U: Bunun nedeni sahicilik ve masumiyetin kayboluşu mu ya da aileler çatırdayıp bireyler mi ön plana çıktı?
 
 
M.C: Bireyler ön plana çıktı evet. Münir Özkul’un cenazesinde en öndeydim. Aile Şerefi filmi ayda 2 kere televizyonda oynayan ve en çok izlenen filmlerden biri ve o filmin babası ölmüş dolayısıyla da benim babam. Cenaze de bile magazinel olan kim varsa onlara mikrofon tuttular. Cenaze de bile samimiyeti unutmuşlar. 
 
 
"TÜRKİYE'DE STAR YOK!"
 
 
 
U.U: Birkaç yıl önce Zeki Demirkubuz şöyle bir şey demişti; ‘Şu an TV’lerde yer alan dizilerin dili 40-50 yıl önceki Türk sinemasının gerisinde’ diye. Türkiye sosyolojisi sinema diline ne kadar yansıyor. Örneğin İran sineması deyince kendine has bir dili var, Kore sineması deyince akla bir kültür ve dil geliyor ama Türk sineması deyince akılda doğrudan bir şey şekillenmiyor. Bunu neye bağlarsınız?
 
 
M.A.A: 90’lı yıllarda bağımsız film adına gişede karşılık bulmasa da Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu, Reha Erdem autour yönetmenlerimiz sinemada çok ciddi bir şey yaptı ve şunu ortaya koydular; Türk sinemasının bir dili var. Bu dilde şartlar ve imkanlar doğrultusunda bir yükselişe geçti. Bu yükselişin en büyük sebebi o yönetmenlerimiz. Sinema tarihi bunu yazacaktır. Mevzu bir dil oluşturmaksa bunlar onu sağladı.
 
Bu yönetmenlerin sayesinde bir çok genç yönetmen 2000’lerden sonra film yapmaya başladı. Bunların hepsinin bir deneyim dönemi olduğuna inanıyorum. Serdar Akbıyık çok sevdiğim bir yazısında şöyle demişti; “Türkiye ilk yönetmenler mezarlığıdır!” Ben de şunu söylemiştim bunun üzerine Türkiye’de yapımcı yok aslında. Anadolu topraklarına elimizi attığımız an milyonlarca öykü çıkarabilecek bir kültürdeyiz ama bu öyküleri biçimlendirecek ve autour sinemayı destekleyecek yapımcımız finans anlamında büyük sıkıntı yaşıyor. Bir sinema dilimiz olması için bir yapımcının bir yönetmenin bir senaristin 2-3 yıl hiçbir şey yapmadan yaşayabilmesi gerekiyor. 
 
 
U.U: Bugün beğendiğiniz oyuncular var mı?
 
 
M.C: Türkiye’de star yok. Sen star oyuncuysan starlığının getirdiği mecburiyeti kullanmak zorundasın. Eğer starsan riske girip senede 4 filmde oynaman gerekir. Starlık bugünün sosyolojik yapısını yarınlara aktarmaktır. Öğretmen gibi değil, halka gösterir. Bu toplumun sanata ihtiyacı var. Yarının gençleri nasıl öğrenecek? 2040 yılında dünyaya gelecek bir insan 2018’i nasıl öğrenecek? Bugünün filmlerini izleyerek. Starsan starlığının gereklerini yapacaksın.
 
 
U.U: 70’lerde film yaparken set ortamı aile gibimiydi?
 
 
M.C: Hiyerarşi verdı bizim setimizde. İyi oyuncu hiç oynamayan oyuncudur. 
 
 
U.U: Batıda bir jön yaşlandığı zaman dahi ona o yaşa uygun roller geliyor ama bizde bir jön yaşlandığında biz onu görmüyoruz artık. Bunu neye bağlarsınız?
 
 
M.C: Amerika bütün dünyaya satıyor filmlerini. Onun için ölçü ABD’deki sinema seyircisi değil. Şu an Hollywood’un bütçesi Türkiye’nin bütçesinden daha fazla. Türkiye’de yalnız gençlerin sayısal olarak hesabı yapılarak filmler yapılıyor. Onun için belli bir yaştan sonra herkes kayboluyor. Bugün sanat anlamında her şeyi ayakta tutan gençler. 
 
 
U.U: Bir yapımcı gözüyle şu an dizi yapmak film yapmaktan daha karlı bir iş mi? 
 
 
M.A.A: Dizi yapılabilir belki ama projeyi sevdiğim için yaparım projeden para kazanmak için değil. Fakat dizi yapan arkadaşlarımız gittikçe sinemadan kopuyorlar. 
 
 
 
U.U: Daha önce sizi yapımcılığınızla biliyoruz ama bu kez yönetmen koltuğunda gördük. Yönetmenlikte deneyimlediğiniz daha farklı neler oldu?
 
 
M.A.A: En büyük deneyim şu oldu; yapımcılık yaparken çok rahat uyku uyuyabiliyorsun. Günde ortalama 1,5- 2 saat uyudum. Bu o kadar enteresan bir iş ki AİDS gibi. Vücuda girdi mi bir daha çıkmıyor. 
 
 
U.U: Filmi izleyecek olanlara neler söylemek istersiniz?
 
 
M.C: Genç kızlar ve kadınlarımızı bu filmi muhakkak izlemelerini öneriyorum. Orada kendilerini görecekler.