Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Edebiyatı edebiyattan kurtarmak isteyen yazar
Eylül 2018

Edebiyatı edebiyattan kurtarmak isteyen yazar

Türkçede daha çok romanlarıyla tanınan ama öykü, şiir ve İtalyancaya yaptığı çevirileriyle, deneme ve eleştiri yazılarıyla da çok yönlü bir yazın insanı olan Cesare Pavese, edebiyat dünyasını derinden etkiledi. Pavese, 9 Eylül’de 110 yaşına girdi. Bu vesileyle edebiyata yaptığı büyük katkıları inceledik.
BÜLENT USTA
 
 
Dünya ve İtalyan edebiyatının önde gelen yazarlarından Cesare Pavese 9 Eylül 1908’de doğdu, tam 110 yıl önce. Günlüklerinin derlenmesinden
oluşan “Yaşama Uğraşı” adlı kitabında yazmıştı, Roma yıkıntılarıyla yamaçlardaki kuru otların çocukluğu ile ‘doğumdan ölüme kadar tutarlı, kendine özgü bir dünya’ kurduğunu. Kendi yaşamı ve edebiyatı arasında da, Roma yıkıntıları ve yamaçlardaki kuru otlar arasındaki gibi bir bağ olduğunu görürüz.
 
27 Ağustos 1950’de intihar etmesi de sanki o bağın, bağlantının bir ürünüdür. Cesare Pavese, Türkçede daha çok romanlarıyla tanınır ama öykü, şiir ve İtalyancaya yaptığı çevirileri, deneme ve eleştiri yazılarıyla çok yönlü bir edebiyat insanı olduğu kuşku götürmez bir gerçek. 110. doğum yıldönümünde, edebiyatımızı derinden etkileyen Pavese’yi, analım istedik.
 
Aşk ve ölüm 
 
Pavese’yle ilgili literatüre bakınca edebiyat çalışmalarından çok, intiharıyla ilgilenildiğini görürüz. Hakkında yazılmış kitap, dünya ve İtalyan edebiyatına yaptığı katkı düşünülünce çok az. Zorluklarla edebiyat kariyerinin zirvesine ulaşıp prestijli bir ödül alır almaz
hayatına son vermesi şaşırtıcı gelmiştir herkese. Ama günlüklerini yani “Yaşama Uğraşı”nı okuyanlar, edebiyatı ve yaşamı böylesine ciddiye alan birinin ölümle ilgili düşüncelerini okuyunca, intiharın kaçınılmaz bir son olduğu fikrini kolayca edinir: “Ölüm ister istemez olağan nedenler yüzünden gelecektir.
 
 
Bu kaçınılmaz sonu insanın tüm hayatı hazırlar ve yağmurun yağışı gibi doğal bir olaydır bu. İşte bu düşünceye bir türlü boyun eğemiyorum. İnsan neden dilediği gibi, kendi seçme hakkını kullanarak, ona bir anlam vererek arayamaz ölümü? Bunu yapamaz da ölmeyi bekler elleri bağlı? Neden? Neden şu: insan bir gün daha, bir saat daha yaşarsa, ölmekle yitireceği seçme özgürlüğünü kullanma fırsatını elde edebilir düşüncesi ya
da umuduyla hep geri bırakır bu kararı. Kısacası -burada kendi adıma konuşuyorum- nasıl olsa daha vakit olduğunu düşünür insan. Böylece ecel gelip atar ve belli bir nedene dayanarak hayatta en önemli eylemi gerçekleştirmek gibi bir fırsat kaçırılmış olur.” Aynı sayfanın
dibindeyse, “Aşkla ilgili bir düşünce” diyerek şöyle yazar: “Senin kardeşin olarak doğmuş olmayı ya da seni dünyaya kendim getirmiş olmayı isteyecek kadar çok seviyorum seni.” Ölümden bahsettiği satırları, aşkla ilgili bir düşünceyle bitirmiş olması, pek çok şeyi açıklar aslında. Aşk, bildik anlamda bir aşk değildir onun için; psikanalitik yaklaşımla açıklanabilecek, yaşamla kurulmuş derin bir bağdır aşk, kavuşamadığı…
 
Pavese’nin romanlarında kadınların ve kadın bedeninin özel bir yeri vardır, söz konusu sadece bir beden değildir, ısısı ve renkleriyle bir coğrafyadır âdeta. Kadınlar, kadın bedenleri erkekler tarafından tıpkı doğa gibi sömürülürler. Pavese, kadın cinselliği ve annelikle sürekli
bir uğraş içindedir. Günlüğüne şöyle yazar ‘anne’yle ilgili: “Bir kez daha dünyaya gelirsen, annene bağlılığın bile ölçülü olmalı. Yoksa yitirmekle kalırsın.”
 
Pavese denilince Türk edebiyatında akla ilk Tezer Özlü gelir; Prag’da Kafka’nın, Trieste’de Svevo’nun, Torino’da Pavese’nin izini sürdüğü “Yaşamın Ucuna Yolculuk” kitabı, bir de Pavese’nin doğduğu köye, Belbo’ya gidişini anlattığı “Zaman Dışı Yaşam” adlı senaryosu… Neydi Pavese’de Tezer Özlü gibi pek çok yazarı ve okuru çeken şey? İtalyan edebiyatı denilince, Svevo ya da Calvino’dan bile önce neden Pavese’nin adı
akla gelir ilk?
 
Melankolik varoluş
 
Cesare Pavese, bir memur çocuğu olarak Santa Stefano Belbo adlı bir köyde dünyaya geldi. Beş kardeşin en küçüğüydü. Altı yaşındayken babası,
beyin tümöründen öldü. Annesi Consolina’nın ruhsal sorunları vardı, ailenin bütün yükünü sırtlayınca despot ve soğuk birisine dönüşmüştü. Pavese, bu yüzden çocukluğundan itibaren derin bir yalnızlık içinde buldu kendini. Eserlerine de yansıyan melankolik ruh halini, çocukluğunda yaşadığı bu yalnızlıklailişkilendirir edebiyat tarihçileri. Yaşadığı aşk acılarındaki şefkat arayışı, çocukken yaşadığı bu koşullarla ilgiliydi
belki de. Pavese, çocukluğun dünyayla ilk temas olmasından dolayı belirleyici gücünden bahseder sık sık.
 
İlk eğitimini Belbo’da aldıktan sonra ailece taşındıkları Torino’da liseyi okurken öğretmeni olan yazar Augosto Monti’den etkilendi. Monti, Mussolini karşıtı bir entelektüeldi. Yine o yıllarda, Amerikan edebiyatıyla tanıştı ve Torino Üniversitesi’nde Walt Whitman üzerine tez yazdı. Pavese’nin çevirmen kimliği de o yıllarda gelişecek ve İtalyancada okurlar ilk defa Herman Melville’i, James Joyce’u, William Faulkner’ı, Charles Dickens’ı, Gertrude Stein’ı, John Steinbeck’i, John Dos Passos’u, Daniel Defoe’yu onun çevirilerinden okuyacaklardı. Bu yazarları Pavese özellikle seçmiş, ağır baskıcı bir ortamda çevirdiği bu yazarlar aracılığıyla özgürlükçü yeni fikirlerin ve anlayışların İtalyan edebiyatını etkilemesini arzulamıştı. Mezun olduktan sonra kendini bütünüyle edebiyata adadı, ama İtalya’da faşizmin yükseldiği o günlerde (1935) tutuklandı ve üç yıl hapse mahkûm edildi. Bir yıl yattı. Cezaevindeyken de çeviri yapmaya, yazmaya devam etti. Ona göre, edebiyatta en verimli dönemler,
yoğun çalışan bir çevirmenler kuşağı sayesinde gerçekleşirdi.
 
Torino, Pavese’nin edebiyatını ve kişiliğini derinden etkilemişti. Kahire’nin Necip Mahfuz’u ya da Paris’in Balzac’ı etkilemesinden farklıydı Torino’nun Pavese üzerindeki etkisi; daha çok Yaşar Kemal’in Çukurova’nın Toroslar’ının taşından toprağından etkilenmesine benzer. Pavese’nin öykü ve romanlarında anlatıcı, Torino manzarasından ayrı düşünülemez.
 
Pavese ilk olarak şiirlerini yayımladı 1936’da. Günlüğünden de şiirle ilgili nasıl yoğun bir çalışma içinde olduğu anlaşılır. Eleştirmenler, onun şiirlerinde radikal bir bireysellik bulmuştu, dönemin edebiyat anlayışının dışında bir dil kullanıyordu; bireysel olanla toplumsalı,
geçmişle şimdiyi kaynaştıran, kişisel bir mitoloji yaratıyordu. Günlüğüne şöyle yazmıştı şiirle ilgili: “‘Çalışmak Yorar’ın Torino’yla, daha açıkçası, insanın bırakıp gittiği, sonra da yeniden döneceği bir yer olarak Torino’yla ilgili şiirlerle başlayıp bitmesi bir rastlantıdan başka
bir şey değil. Bu kitabımın Santa Stefano Belbo’nun bir uzantısı, bir çeşit Torino’yu ele geçirişi olduğu da söylenebilir. ‘Şiir’in çeşitli açıklamalarından biri de budur. Köyün kente, doğanın insan hayatına, çocuğun adama dönüşmesi. Gördüğüm kadarıyla, ‘S. Stefano’dan Torino’ya’
bu kitap için düşünülebilecek bütün anlamların bir mitosudur.”
 
Pavese, şiirinde ‘trajik düzeyde varolma’nın peşindeydi, günlüğüne şöyle yazmıştı 1936’da: “Çıkarılacak ders şu: Sanatta da, hayatta da yapı kurmak, hayattan olduğu gibi, sanattan da zevk düşkünlüğünü kovmak; trajik düzeyde var olmak.” Pavese’ye göre, zevk ya da haz için değildi edebiyat, içtenlikle kendini yaşamın akışına bırakmaktı. Tezer Özlü gibi yazarları kendisine çeken de bu özelliği olsa gerek.
 
Pavese’nin edebiyatla ne yapmak istediğini, sonradan en ünlü eseri olan günlüklerinin derlenmesiyle oluşturulan “Yaşama Uğraşı”ndan anlıyoruz.
Aslında hayattayken günlüklerinin yayımlanmasına izin vermemişti. Italo Calvino, onun şiirlerini değerlendirirken şöyle yazmıştı: “Pavese, ne yazık ki çağdaş edebiyatın çok seyrek örneğini verdiği bir edebiyata yönlendiriyor: yani her ilişkide, dizelerinin her hareketinde içsel güdülenmelerden ve evrensel nedenlerden oluşan son derece bütünlüklü ve kesin bir anlamı yoğunlaştıran büyük tragedya yazarları gibi okunmak istiyor. Tümüyle yitirdiğimiz bir gerçekliğe girme, onu yaşama ve yargılama tarzı; ve Pavese’nin bugün dünya edebiyatındaki benzersiz değeri, kendi yorucu ve yalnız yollarından buna ulaşmış olmasında yatıyor.”
 
Yorucu ve yalnız bir yol bulmuştu kendisine Pavese. Yazdığı şiirlerin taslakları o kadar düzeltiyle doludur ki dili ve hayatı damıtmak istiyormuş izlenimi verir. Gerçeklik hakkında bir şiirinde şöyle der örneğin: “En sevdiğim şeylerin en derinlerinden / yarattım onu ve onu anlayamıyorum…”
 
Yalnızlık meselesi
 
Pavese cezaevinden çıktıktan sonra, Torino’dan arkadaşı Giulio Einaudi’nin kurduğu Einaudi Yayınevi’nin editörlüğünü yaptı. Yayınevi, Pavese sayesinde İtalya’nın en prestijli yayınevlerinden birisi oldu kısa sürede. Sadece çevirdiği Melville, Dickens gibi yazarları değil Freud, Jung, Durkheim gibi düşünürlerin de kitaplarını yayımlatmıştı. İtalya’da baskıcı yönetime rağmen, kendisini tamamen işine adamış gibi göründü, sessizce çalıştı, 1938 ile 1941 arasında kendi eserlerini yayımlamadı. Ardından 1941 ve 1942’de peş peşe iki roman bastı:“Senin Köylerin” ve “Plaj”.
 
Mussolini’nin ölümü ve II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından, Pavese siyasette yaşadığı hayal kırıklıkları yüzünden yalnızlaştı. 1946 ve 1947’de üç kitap yayımladı, öykü kitabı “Ağustos’ta Tatil”, romanı “Yoldaş” ve anlatısı “Leuko ile Söyleşiler”… Eleştirmenlerin çoğu ve Pavese’nin bizzat kendisi, “Leuko ile Söyleşiler”i başyapıt olarak kabul eder.
 
Sabahı kaplayan acı
 
Pavese, 1949’da Amerikalı bir oyuncu olan Constance Dowling ile tanışıp âşık olacak ve bir yıl sonra ayrılacaktı. Peş peşe başka aşklar yaşadı ve bu süreç melankolisini iyiden iyiye arttırdı. 1950’de artık edebiyat kariyerinin zirvesine ulaşmıştı. “Yalnız Kadınlar Arasında” romanıyla Strega Ödülü’nü aldı. Ödülü aldığı gece, Torino’daki bir otel odasında 21 adet uyku hapı içerek intihar etti. Tezer Özlü, “Zaman Dışı Yaşam”da bu acı olayı detaylıca anlatır. İntihar etmeden evvel, günlüğüne şöyle yazmıştı: “Artık sabahı da kaplıyor acı.”
 
“Yaşama Uğraşı”nda Pavese, intihar düşüncesini şöyle açıklar: “‘48-49’daki mutluluğumun hesabı görüldü. Bu soylu mutluluğun gerisinde şu vardı: Güçsüzlüğüm ve hiçbir şeye bağlanmayışım. Şimdi, kendime göre, girdabın içine girdim: Güçsüzlüğümü seyrediyor, onu iliklerimde hissediyorum, beni ezen siyasal sorumluluğu yükleniyorum. Bunun bir tek çözümü var: İntihar.”
 
Pavese çocukluğunda yaşadığı yalnızlık, gençliğinde karşılaştığı siyasi baskı ve hapis hayatı, tanık olduğu dünya savaşının etkileri yüzünden mi intihar etmişti? Calvino, “Klasikleri Niçin Okumalıyız?”da Torino’nun da bu intiharda etkisi olduğunu yazar: “Doğduğu aşağı Piemonte’nin tepelik bölgesi ‘Langa’ yalnızca şarapları ve mantarlarıyla değil, aynı zamanda köylü ailelerin salgın halinde tutuldukları umutsuz bunalımlarıyla
da ünlüdür. Diyebiliriz ki, hemen her hafta Torino gazetelerinde, kendini asan ya da kendini hayvanları ve aileleri de içindeyken çiftlik evini ateşe veren bir çiftçi haberi yer alır.”
 
Pavese’nin öyküleri ve romanlarının güncelliğini yitirmeyişindeki en önemli etken gerçekçiliğiydi; ama bu gerçekçilik kalıpları kabul etmeyen, entelektüel bir anlatıcının gözünden köylülerin, emekçilerin, fahişelerin, yarı düşsel yaşamlarına pencereler açan bir gerçekçilikti.
Alttan alta, sürekli bir gerilimin olduğu bu eserler, anlatıcının, yani Pavese’nin kendi hayatını ele geçirme çabasıyla örtüşür bir bakıma, ele geçirmeye çalıştıkça avuçlarından kayıp giden. Bu yüzden her zaman bir yalnızlık vardır eserlerinde, kuşkuyla ve belirsizliklerle mücadele eden. Öykü ve romanlarındaki dış dünyaya ait karakterlerin ne olursa olsun yaşamak için gösterdiği çabayla anlatıcının tavrı bu açıdan zıttır
ve bu yüzden eserlerinde çok sesli, çok katmanlı bir yapı vardır her zaman. Anlattığı her şeyde, gerçeklik hissini güçlendiren detaylara önem vermesi, belki de onun edebiyatının en güçlü yanı, hiçbir cümle öylesine yazılmamıştı.
 
Pavese, yalnız kalabilme cesaretini, belki de edebiyata borçluydu. Ama onun edebiyattan anladığı başka bir şeydi, bir yazar dostunun eserleri için “Yazdıkları edebiyat olmaktan kurtulamamış” diyordu örneğin. Edebiyatı, edebiyat olmaktan kurtarmayı kendine dert edinmeseydi, muhtemelen eserleri böylesine güçlü olamayacaktı.
 
Kaderin kozmik cilvesi
 
Pavese, her zaman umutsuz değildi; II. Dünya Savaşı yaşanmasaydı, belki de daha uzun bir hayat sürmeyi göze alacaktı. Savaş çıkmadan bir yıl evvel, şu satırları yazmıştı: “Şu geçen 1937 yılında 1936’nın yıkıntılarını onarmayı başardım; o korkunç çöküntü (1935-1936) olgunluğa giden yolda rastlanan basit bir bunalıma dönüştü. Ne gariptir ki gene daha bir süre beni oyalayacak, yüreğimi titreten bir sevdaya tutuldum;
yeniden kendimi şiir yoluyla anlatmayı denedim ve ‘Sarhoş Yaşlı Kadın’la başarıya ulaştım; belli bir dergide sağduyusu olan bir eleştirmen olarak sağlam bir ün kazandım; hepsi önemli ve umut verici, biri ise oldukça başarılı birtakım uzun hikayeler yazdım. Yaratma ritmini yeniden yakaladım. Çevirdiğim dört kitaptan 6 bin 200 liret kazandım, epeyce ders verip bir sürü öğrenci buldum. Aynı şeyleri 1938’de de yapabileceğimden umutluyum. Geleceğe umutla bakmanın pek sırası değil, çünkü savaş çıkıp hepimizi havaya uçurabilir. Bu kaderin kozmik bir cilvesi olur doğrusu. Böyle saçma bir şakayla karşılaşmayalım da, ben kendimin de, onun da, her şeyin de hesabını vermeye razıyım.”
 
‘Tadına varılacak günbatımı’
 
Her şey yoluna girmişken ‘kaderin kozmik cilvesi’, herkesi havaya uçuracak saçma bir şaka olan II. Dünya Savaşı çıktı. “Her şeyin hesabını vermeye hazır” Pavese’nin intiharını hazırlayan süreç de başlamış oldu. Çeviri yaparak ve ders vererek geçimini sağladığı ve yazdıklarıyla başarıyı yakaladığı için mutlu olan Pavese’nin ‘insan olmak’la ilgili düşüncesini dile getirirken neden ‘şans’a önem verdiğini daha iyi anlıyor insan. Pavese’ye göre, şans pek insandan yana değildir. Bilimin göz kamaştırıcı gelişmelerini o yıllardan görerek şöyle yazar günlüğüne: “Yarınki bilimin göz kamaştırıcı vaatlerinin seni korkuttuğunu ve bunların boşa çıkmasından büyük sevinç duyacağını kabul etmelisin. Bilim
öldürücü savaş silahları yarattığı için değil (...), bilim bir gün insanın kişisel ve fiziksel hayatı üzerinde de buna benzer baskı yolları getireceği (içtenlik testleri, kısırlaştırma vb.); insanın yerini tutacak şeyler bulacağı (robotlar); ya da özel ve fiziksel hayatına yön vermeye kalkışacağı (yapay dölleme, davranışların sınıflandırılması, hareketlerin Taylor yönetimine göre sayılarla denetlenmesi vb.) ve böylece hayatın yaşanmaya değmez bir nitelik alacağı için. Geleceğin romanlarının tipik sonuçları, aslında, bu çizgilere göre yaşanan oldukça sıkı
bir denetim altındaki bu hayatın betimlenmesinden başka bir şey değildir: Baş belası durumun doruk noktaya varışı ve bu yüzden yığınların zincirlerini koparmışçasına birbirlerini öldürmeleri, çıldırmaları, bir karabasandan kurtulmaya çabalamaları. Kısacası, kılıçla ya da
ölüm ışınlarıyla ölmek bir şey değil; korkunç olan bilimsel olarak yaşamak…”
 
Bilimsel yaşam, Pavese’ye göre daha çok yabancılaşma ve kontrol altına alınmaydı ve öngörüleri günümüzde birer birer gerçekleşiyor, geleceğin romanları için söyledikleri de… Tezer Özlü, “Yeryüzüne Dayanabilmek İçin” ve “Zaman Dışı Yaşam” kitaplarında Pavese’den şu alıntıyı tekrarlayıp
durur, sanki ölüme karşı gelmek için: “Yaşanılacak bir yaşam vardır. Üzerine binilip dolaşılacak bisikletler vardır. Yürünecek yaya kaldırımları
ve tadına varılacak günbatımları vardır."
 
Etiketler: Cesare Pavese