Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Mizahın taçsız kralı Tan Oral
Kasım 2015
Mizahın taçsız kralı Tan Oral
İstanbul Kitap Fuarı’nda Onur Çizeri olarak ezber bozan Tan Oral, mizaha bakış açısını, kariyerini, kedi sevgisini ve Türkiye’de karikatürist olmayı anlattı.
YİĞİT CAN KAYTMAZ
Kariyeri boyunca Türkiye ve dünya çapında yarışmalarda birçok ödül kazanan, uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde günlük karikatürler çizen, Mimar Sinan Üniversitesi ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Türkiye karikatürünün öne çıkan figürlerinden Tan Oral, bu yıl İstanbul Kitap Fuarı’nda ezber bozdu. Yıllardır 'Onur Yazar’larının yer aldığı etkinlikte bu yıl, ‘Onur Çizeri’ olarak okurun karşısına çıkacak Oral ile kariyerini, Türkiye’de karikatürist olmayı, günümüzde sayıları hızla artan mizah dergilerini, basında karikatürün yerini ve çizimlerinde sıklıkla yer verdiği kedileri konuştuk. Fuarda Onur Çizeri olmaktan dolayı çok mutlu ve gururlu olduğunu vurgulayan Oral, etkinlik öncesi çok fazla iş yaptığını esprili bir dille anlatırken son dönemde piyasada yer alan mizah dergilerinin birbirlerine benzer tonda olduğunu söylüyor...
Mimarlık okudunuz, kısa bir süre mimarlık yaptınız ve üniversitede çalıştınız. Daha sonra da bunları bırakıp kendinizi çizime verdiniz. Bunun arkasındaki itici güç neydi?
Aslında tam tersi oldu. Mimarlıkla hiç ilgim yokken ben çiziyordum. Akademiye girmeden önce lise sonda ve sonraki boş yılımda ilgilenmeye başlamıştım. Hatta akademinin sınavlarına girerken kaydolduğum bölümlerden bir tanesinde mülakat da vardı. Bunda herkes yaptığı işleri gösteriyordu, ben de bir dosya dolusu karikatürle gelmiştim. Mülakatı yapan hocaların çok ilgisini çekmişti. Mimarlık bölümünü değil, dekoratif sanatlar bölümünü bu sayede kazandım. Bir ay sonra diğer bölüme geçtim. Mimarlık okuduktan sonra asistanlık yaptım, askerlik dönüşü asistanlığa kabul edilemeyince bu macera da böylece bitmiş oldu. Bu eğitimi almış bir insan olduğumdan doğal olarak mimarlıkla ilgili bazı proje talepleri oldu, ama bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Böylece eski sevdama dönerek, zaten hiçbir zaman bırakmamıştım, bu günlere kadar geldik. Aslında mimarlık araya girip çıkan bir şey oldu. Ciddi olarak söylenebilecek tek şey var. O da, Aziz Nesin’in Çatalca’daki vakıf binasının projesini çizmiştim mimar olarak.
Ondan sonra da dergiler ve gazetelerle basına girmeye başlıyorsunuz, değil mi?
Ondan sonrası da ilginç. En az 10 sene hiçbir yayına girmeden, sadece kendi keyfim için çizerek ve onları çeşitli yerlerde sergileyerek geçirdim. Ondan sonra, o sergilerdeki karikatürleri gören yayıncılar ilk başlangıçta (sendika dergilerinin ve gazetelerinin yöneticileriydi bunlar) benim çizimlerimi kullanmak istedi ve ondan sonra böyle başladı basınla ilişkim.
Sendikalardan bahsettiniz... Sizin de çizimlerinizde bir mesaj ve derinlik genelde oluyor. Kendinizi bu şekilde ifade etmek daha mı rahat?
Tabii. İçinde yaşadığımız ülke ve onun sürüp gelen koşulları, insanı ister istemez, sözünü ettiğiniz konulara doğru yoğunlaşmasını getiriyor. İnsanın düşünce yapısı ve kafasında dolaşan fikirler de bu doğrultuda olunca kağıda da benzer izler çıkıyor.
Türkiye’nin hareketli yapısı zorlaştırıcı mı oluyor, yoksa malzeme çıktığı için daha kolay mı oluyor?
Aslında ne öyle ne böyle. Zorlayıcı değil, ama zorunlu oluyor. Özellikle bu koşullarda, yani umutların parladığı ve söndüğü arka arkaya gelen dönemlerde... Arkadaşlarınızı ve çevrenizi rahatsız eden olaylarla, bitmez tükenmez bir akış içinde, ister istemez elinizde kalem varsa bu konularla ilgilenmek zorunda kalıyorsunuz. Onlar da çizgiye dökülüyor. Eğer konu karikatürse, ister istemez eleştirel bir mizah örneğine dönüşüyor. Basında görülenler genelde bu çizgide. Kendi keyfime göre yaptığım şeyler de oluyor. Zaman zaman onları da sergiye koyuyorum, ama genelde gazetelerin işlevleri gereği politik ve siyasi konular da ağırlıklı oluyor.
Kişisel çizimleriniz içerisinde sık gördüğümüz motiflerden biri de kediler. Sizin de kedileriniz var... Onları işlemeniz özel bir anlam taşıyor mu?
Öyle bir şehir efsanesi oluştu gerçekten, yoksa özel bir gayret değil... Kedilerle çok iyi anlaşıyoruz. Belki de benim özel bir ilgim var ki böyle bir efsane doğdu. Her zaman kedim vardı, evin dokuz kediye kadar doluştuğunu hatırlarım. Ama çok yer değiştirdiğim için hayatımdan gelip geçen çok kedi oluyor. Burada da öyle uzun süreli birlikte olduğumuz kediler oldu. Kediler dostlarına kendi acılarını göstermek istemezler, sessizce yok olurlar. Böyle birlikte olduğumuz bir kedi vardı. Adı Şöhret’ti ve bu ismi mahalleli vermişti ona. Bütün apartmanlara ve evlere girerdi. Çok özel ve bugüne kadar rastlamadığım bir kediydi. Bu özelliğinden dolayı bu isim verilmişti ona. Şöhret de kendi kararıyla sonunda burada karşılaştığı ilgi ve dostluğu severek burayı merkez yaptı. Şöyle bir anlaşmamız vardı onunla: Ne ben onun hayatına karışacaktım ne de o benim hayatıma... İstediğimiz zaman istediğimiz gibi gidip, istediğimiz zaman dönebilirdik. Akşamları da buluşunca bu mutluluğu birlikte yaşarız, şeklinde bir anlaşmaydı bu. Gerçekten bazen birkaç gün kaybolduğu olurdu, pencere daima açıktı, o girsin diye.
Kariyeriniz boyunca nelerden ilham aldınız?
Kediler bir ilham konusu değil, ama birlikte yaşadığım canlı olarak tabii insan üzerinde etki bırakıyor olmalı. Hemen hemen hepimiz ve herkes, kendisi hakkında, yakın dostları, sevdikleri, yaşadığı kent ve ülke, dünya, tarih ve evren hakkında ya felsefi düzeyde ya da pratik düzeyde anlamaya, öğrenmeye ve bunları yorumlamaya çalışıyor. Bu, her gün kafamızda dolaşan bir uğraş. Benimki de bundan farklı değil. Bir tek fark var: Bu uğraşı pek çok insan günlük konuşmalarında, meyhane sofralarında, yazdıkları mektuplarda, makalelerde konu ederken ben de çizdiklerimle konu ediyorum. Ama temelinde yatan aynı merak, aynı öğrenme ihtiyacı ve paylaşma ihtiyacı var. Motive eden nedenler bence bunlar.
Paylaşma ihtiyacından dolayı bu işe devam ettiğinizi söylediniz. Peki sizce dijitalleşen dünyada paylaşmak çok daha farklı bir boyut kazanmadı mı? Bu işlerinizi nasıl etkiliyor?
Önceden çizdiğim işleri elden gazeteye teslim ederken şimdi, evden gönderebiliyorum. Bunun bir kolaylığı var, ama iki tane de sakıncası var. Birincisi çalıştığınız ortam. Gazete ortamıyla aranıza bir kopukluk giriyor. Ne onlar sizi görüyor ne de siz onları görüyorsunuz... İkincisi de, teknoloji o kadar çok imkan tanıyor ki çizen insan olarak ortada orijinal karikatür kalmıyor. Daha önce birçok karikatürü atıp orijinal olarak kullanırken şimdi elimde bir iki eksik çizgi parçasından başka bir şey kalmıyor. Çizerken fotoşopla düzeltirim, fotoşopla renklendiririm fotoşopla büyütürüm, diye düşünürüm. Şimdi bilgisayarın içinde bir çöplük olarak duruyor, yığıldıkça yığılıyor. Ama bu sırf benim değil herkesin sorunu. Hangi bilgisayarın başına otursam kendi ekranımı görüyorum; aynı ikonlar, aynı renkler, aynı sıkıntılar. Defalarca bilgisayarı camdan atmaya kalktım, zor durdurdular. Birdenbire ekranı bırakıp bağıra çağıra söyleniyor insanlar. Dosyalar uçuyor bir şeyler kilitleniyor vs... Böyle bir yeni dünyadayız yapacak bir şey yok.
"Şimdi bile bir karikatür görünce bakarım ilgilenirim," dediniz. Türkiye’de son dönemde beğendiğiniz işler ya da isimler var mıdır?
Gerek Türkiye’de gerekse dünyada, haberleşmek, bilgi toplamak ve bunları paylaşmak bu kadar kolay değildi eskiden. Haberleşme kanalları gibi muhalefet kanalları da bu kadar geniş değildi... Bu günlerde bizleri her türlü rahatsız eden baskıya rağmen iletişim kanalları ve muhalefet kanalları sert ve yumuşak yelpazede çok başarılı çalışıyor. Bütün bunların olmadığı ve kısıtlı zamanlarda mizah, fısıltı gazetesi gibi alt düzeyden başlayıp basındaki çizgilere ve kitaplara kadar yayılan bir alandı. Şimdi haberleşmenin ve muhalefetin daha kolaylaştığı bir dünyada çizgiyle yapılan mizah eskisi kadar etkili olmuyor, çünkü o ihtiyaç eskisi kadar kuvvetli değil. Ama tamamen kalkmıyor, şekil değiştiriyor ve bir işlev görmeye devam ediyor. Bir nitelik değilse bile nicelik değiştirdi. Buna rağmen eski alışkanlık ve merak bitmiyor. Ben de neler olup bitiyor, onları izliyorum. Mizah dergilerine farklı görüşlerim var. Bu sanatın dünyada farklı kulvarları var. Türkiye’de bu yeterince ayırt edilemedi. Dolayısıyla karikatür denince her şey aynı sepete konuluyor. Dünyada editoryal karikatür diye bir şey var, daha siyasal ve sosyal konulara odaklanan bir dal ve bu gazetelerde kullanılır. Comics adı altında daha çok eğlendirmeyi ve vakit geçirtmeyi amaçlayan bantlar benzeri işler var. Bir de sanat karikatürü diyebileceğimiz, grafik karikatür vardır. Bunlar da duvara asıp tutabileceğiniz bir şekildedir. Türkiye’de bu ayrım yok, karikatür denince hepsi iç içe geçmiş durumda. Grafik ağırlık çizgiler siyasi mesaj taşıyabiliyor, eğlendirmek için çizilen bir şey yine siyasi mesaj taşıyabiliyor. Bu hem karmaşa yaratıyor ve hem de Türkiye’ye özgü bir farklılık yaratıyor. Dışarıdan gelen karikatürist dostlarımız buraya geldiğinde bunu daha net görüyor. Bu ayrımın ilk çıktığı 40 yıl önce, dünya karikatürü içinde o kadar fark yaratıyordu ki, o dönemin karikatür yarışmalarında birinciliği hep Türkiyeli karikatüristler alıyordu. Şimdiyse çok dergi çıkıyor, ama kapakları siyasi içerikli oluyor.
Daha eğlence anlayışıyla mı yapıldıklarını düşünüyorsunuz?
Eğlendirici bir anlayışla yapılanların içlerinde çok takdir ettiğim insanlar var. Ama geneline baktığımda bir uğultu olarak görüyorum. Birbirine benzeyen anlayışla ve çizimle ortaya çıkıyorlar. Mizahta uğultu pek etkili olmuyor. Mizah solo bir sanat. Orkestranın verdiği müzik başka bir şey, ama arada bir de ayağa kalkıp solo yapan trombetçinin beklenmedik anda şaşırtması başka bir şey... Mizahı ben böyle görüyorum, dolayısıyla izliyorum ama böyle düşüncelerle izliyorum. Basındaki yeriyle ilgili bir şey söylemek istiyorum: Basın ve gazete insanı o kadar etkileyen bir mükemmellik taşıyor ki, her sayfada ilgimizi çeken haberler, güzel başlıklar, fotoğraflar vs. var. Bu inandırıcı özelliğine rağmen çok da doğru olmayan bilgileri paylaştırabiliyor. Filan sayfanın köşesinde gerçeğe benzemeyen beceriksizce çizilmiş, ürkek, titrek bir çizgi görüyorsunuz. Bir laf söylüyor ve onun söylediği laf gazetenin diğer kısımlarında söylendiğinden farklı oluyor. Yani bir denge, bir dikkat çekme ve bir mesaj taşıyan bir şey. Basındaki önemini böyle görüyorum. Basında karikatüre ihtiyaç var.
Çizgi film, kariyeriniz boyunca üzerine eğildiğiniz bir konu oldu. Türkiye’de çizgi filmin çok yaygın olmamasının sebepleri neler?
Bu konuda çok düşündük, konuştuk. Bugüne kadar çizgi filmle ilgilenenler özlemle, özentiyle ve merakla yaklaşıyordu. Oysa çizgi film bir sanayi ürünü. Yani mutlaka önemli büyük bir yatırım gerekiyor; bunun da kültürel bir yorumla bulaşması lazım. Bu ikisi oluşamadı Türkiye’de maalesef. Çok yetenekli insanlar çıktı, ben Eskişehir’e 10 sene çizgi film dersine gittim geldim. Öğrencilerimin birçoğu reklam piyasasında çok iyi işler yaptı. Birçok ödül aldılar vs. Ama bunlar hep bireysel başarılar olarak kaldı. İyi bir yatırım olması, şirketleşmesi ve endüstriyel bir ürün olduğunun kabul edilmesi lazım. Çizi film sektörünün de tıpkı edebiyat ve reel sinemada yapıldığı gibi kültürel bir ağırlığının olması lazım. Yurt dışında yüzlerce insan bu işe emek harcıyor ama burada o ekibi bir araya getiremiyorsunuz çünkü herkes animatör olmak istiyor bizde. Sözünü ettiğim ekip içinde de bir tane animatör olması gerekiyor. Umutsuz değilim ama sonuç böyle.
"Fuar hep yazarlara aitmiş gibi düşündüm"
Bu yıl İstanbul Kitap Fuarı’nda Onur Çizeri'siniz. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Kitap fuarı öteden beri büyük bir zahmetle Beylikdüzü’ne gidip izlediğimiz bir şenlikti. Bu kitap şenliğinin, kafamda hep yazarlara ait bir olay olarak kaldığını söylemem gerek. Başta kendimle hiç ilgi kuramadım, tam bir sürpriz oldu. Buraya kadar güzel, ama o kadar çok iş yüklendim ki, hiç beklemiyordum. Birçok kitap hazırlamak durumunda kaldım. Mesela sizinle yaptığım bu söyleşi bu hafta 11 ya da 12. söyleşim. Bu işin tecrübelileri, "Bu daha hiçbir şey değil, sen fuar zamanında göreceksin," diyorlar. Orada altı yedi tane panele, söyleşiye ve konuşmaya katılacağım. Şikayet etmiyorum. İnsanı daha da düşündüren, kitap fuarıyla seçimlerin çok yakın olması. Sağlıklı bir şekilde seçime gidersek, sağlıklı bir şekilde kitap fuarı yaşarız, diye düşünüyorum.
Son olarak bir şeyler çizmek isteyenlere vereceğiniz tavsiye nedir?
Tavsiyem hiç değişmiyor: Hemen bu işten vazgeçsinler. Çünkü doğru düzgün bir meslek sahibi olsunlar. Bu önerimden sonra başka bir meslekte dikiş tutturamıyorlarsa bu iyi bir yoldur. Vazgeçsinler ama dediğim gibi başka bir iş yapamıyorlarsa, o zaman karikatür ve bant çizmek ve çizgi roman yapmak kurtarıcıdır. Tanıdığım karikatüristlerin hemen hepsinin hayatlarında değişmeyen bir şey var; hiçbiri karikatürcü olmak için yola çıkmış değil. Bazıları başka eğitim almış ve o işi yapmış, ama orada tatmin olmadıkları için karikatüre kaymışlar. Bu çok yaygın bir şey, o karar benim için de gerçek oldu.