Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Şebnem İşigüzel'in edebiyata "İYİLİK"i
Şubat 2019

Şebnem İşigüzel'in edebiyata "İYİLİK"i

Bundan 26 yıl önce ilk kitabı “Hanene Ay Doğacak”ı yayımlayan, o günden bugüne roman, öykü ve çocuk kitabı olmak üzere toplam 14 kitap kaleme alan Şebnem İşigüzel yeni romanı “İyilik”te, hayatını tamamen değiştirecek bir haber alan isimsiz bir metropol kadınını yazdı. İşigüzel, Milliyet Kitap Eki’ne sevilmek ve ayakta kalmak isteyen, isyan edenve yenilen karakterinin hikayesini anlattı.

Ceyda Ulukaya - Milliyet

 

Kanser olduğunu öğrenen bir diş doktoru. Yoksulluk içinde geçen bir çocukluk. Köle gibi çalışarak geçen yıllar. Tatsız bir evlilik. Biyolojik hastalığın gitgide önemini yitirdiği, hayatın içine içine işlemiş başka hastalıkları dinliyoruz isimsiz kahramanımızın ağzından. Yazar Şebnem İşigüzel, son romanı “İyilik”te, içinde bulunduğumuz zamanın bir tragedyasını sunuyor; yalnızlığı, dönüp kendine bakamamayı,
tüketerek yaşamayı ve körleşmeyi kanıksayan... Hikayede iyiliğe rastlamadığımız için “İyilik neydi?” diye de
sorduruyor insana. İşigüzel’in buna yanıtı “Bazen size ‘iyilik’ adı altında yapılan şeyler aslında bir kötülüktür” oluyor. İletişim Yayınları’ndan çıkan “İyilik” kitabını konuşmak üzere buluştuk.
 
 
 
Kanser olduğunu öğrendikten sonra tedaviyi reddeden bir kadının geçmişle hesaplaşmasını anlatıyorsunuz Geçmişle hesaplaşmak için hep böyle kritik anları mı bekleriz?
 
Aslında hastalıktan daha önemli şeyler olduğunu anlıyoruz, onun hayatında ve ruhunda. Hastalık küçük bir detay gibi kaldı neredeyse. Yolculuğun en başında çok belirgindi ama sonra bunun neredeyse hiçbir önemi kalmadı. Yaşayan bir ölüymüş gibi hasta olduğunu öğrendikten sonra yaşamaya başladı, daha doğrusu yaşamayı öğrendi. Dediğiniz doğru, geçmişe bakmak istememiz için güçlü bir nedenle karşılaşmamız gerekiyor. Ve hastalık bu anlamda çok belirleyici. Uzun süredir ilgimi çeken bir konuydu. Çevremde çok fazla hastalık hikayesi oldu. İnsanın öleceğini bilmesi ya da umudunu kaybetmesi, her şeyin sonuna geldiğini düşünmesi nasıl bir şeydi acaba? Kahramanımın asıl derdinin hastalıktan daha derinde olmasını istedim. O aslında daha büyük bir hastalıktan muzdarip ama farkında değil. Bu yüzden hastalığa farklı bir yerden yaklaşmak istedim. Neredeyse bunun hiçbir önemi olmasın istedim. Şimdiki zamanın trajedisini yaratmak için küçük bir nedendi hastalık. Buradan çıkarak daha derinlere inmeye çalıştım. Hasta olmaktan daha önemlisi hep sevilmek istedi bu kadın. Bir hayat ne uğruna tüketilir? Nerede tükettin ömrünü sorusunun cevabı nedir? Ve bu kadın hakikaten çok derin sırlarla yaşamış, belki bunlar içinde taşıdığı, kanserden daha büyük bir şey... Bu halde yaşamak nasıl bir şeydi acaba? Çünkü herkesin yaraları var, ama derinde, kimseye göstermiyor.
Herkesin maskeleri var hiç çıkarmıyor...
 
 
 
Evet o hesaplaşma, bir sonu ya da başlangıcı göze almayı da gerektiriyor belki bir anlamda...
 
Evet, bir hayat hikayesi ve bir içsel yolculuk. Acaba bu kadının psikanalizini yapsak ya da gelse bize eteğindeki taşları dökse neler anlatır? Ve bu bir hastalık nedeniyle olsa... Tabii çok yetenekli ve
parlak bir kadın. Başkalarının hayatına baktığımızda da aslında neden bunları yapmış ya da neden bu kararları almış diyebileceğimiz çok şey olabiliyor ama onun yerinde olsak belki bizler de benzer
şeyler yapabileceğiz. Bir başkasını anlamakla da ilgili şeyler söyledi bize bu kahraman. Ama hakikaten her şeyini kaybedeceğini anladığı bir yere geldi. Bir trajedi yaşadığını, hikayenin sonunda öğrendi ve yeniden yaşamak için, ipte kalmak için çabaladı. Bir de usul usul başladı maskesini çıkarmaya. Çıkardığında da hepimizi çok şaşırttı; çünkü inandırıcıydı... Onu yazmak o açıdan benim için çok etkileyici oldu. Sonuna doğru o can havlini her şeyiyle hissettik. Pespayeleşti belki bazı yerlerde, hikayeyi biz de didik didik ettik onunla birlikte.
 
 
 
 
Geçmişle ilgili hatırladıkları pişmanlıktan çok kırgınlık duygusu veriyor aslında, hastalığını öğrendiğinde de ağlamıyor bile...
 
Yolun sonunda ne hissettiğimiz herkese göre değişiyor tabii. Çoğunluk biraz daha zaman diyebilir bir kısım insan bu dünyayla işini bitirmek istemez. Kişilik meselesi. Benim kahramanım çoğunluktan
farklı davranmadı aslında. Vicdan azabını dindirmesi gerekiyordu. Çok hırslıydı, hayatını temize çekmek isterdi ama bunun için zamanı yoktu. Bu yüzden de içten içe öfkeliydi. O sırlarla yaşamak
yıllarca tümörlerle dolu fani bir gövdeyle ortalarda dolanmak gibi olmalıydı ve o öyle yaşadı. Ne halde olduğunu bilmeden. Çoğumuz böyle yaşıyoruz. İçimizde neler oluyor ne hissediyoruz bilmeden.
Hastalığını öğrenince ağlamadı dediniz, çünkü onun da gittiği bir psikolog “Ya siz neler hissettiniz?” diye sordu ve aslında hiçbir şey hissetmeden yıllar yılı nasıl yaşadığını, zor kararlara nasıl boyun eğdiğini bize anlatarak aslında ne hale geldiğini yeni gördü. Tüketmek, tüketerek yaşamak, teselli bulmaya çalışmak ama ne halde olduğunu hiç bilmemek. Buna denk düşer bir hali vardı. Hepimiz tüketerek ve tükenerek yaşıyoruz. Parayla sahip olunan şeylerle mutlu olunmuyor. Bir konfor sahibi olabilirsiniz ama mutluluk başka bir yerde. Gölgeniz gibi size bağlı bir şey mutluluk. Bunun tüketimle
ilgisi yok. Tüketmek bu zamanın afyonu. O kadar sert, ruhsuz, hızlı bir zamanda yaşıyoruz ki, tüketerek uyuşmaya ve kısacık bir an kendimizden geçmeye ihtiyacımız varmış gibi.
 
 
 
 
Bu arada kahramanın ismini vermiyorsunuz değil mi?
 
Hayır, ismi yok çünkü isimler de bizi sınıflandırıyor. Hikayemiz adımızla başlıyor. Ama kimsenin ismiyle işi bitmiyor. Mezar taşında bile varlığımızın nişanesi. O isimle yaşayıp gitmiş oluyoruz. İsim
yoksa biz de yokmuşuz gibi. Kahramanım isimlendirilmek istemedi. Bunu geçiştirecek tatlı hikayeler anlattırdı bana. Ama ona bir isim veremedim doğrusu. Tıpkı üzerindeki markalar gibi ismi onu bir yere yerleştirecekti. Bir yandan da çok değişen bir yüzü vardı ve kaderi hep başkalarının elindeydi, o yüzden belki böyle bir kadına ben de isim veremedim.
 
 
 
 
 
Hikayede birçok kadın karakter de var. Annesi, üvey kızı, Mine Hanım, Aslı... Ve hepsiyle ilişkisinde farklı çapta zorluklar yaşanıyor. Nedir bu ilişkileri zorlaştıran, belki de bu kadınların ortak özelliği?
 
Kendi hayatımda böyle olduğumu düşünmüyorum, en çok desteği hemcinslerimden görüyorum. “Kadın kadının kurdudur” sözüne hiç katılmıyorum. Kitaptaki kadınlar da bir kadından çok erkeğe dönüşmüşlerdi ve bence bir kadın için en sıkıntılı şey de o; bir erkek gibi düşünmek, davranmak ve bunu hemcinsine karşı yapmak. O kadar yalnızdı ki zaten, belki bir kadın arkadaşı olsa, onu çekip sarsacaktı ama bundan yoksundu. Ben kadınların omuz omuza pek çok şeyi halledebileceğini düşünüyorum. Çünkü feminist düşünce kadınlar için arzuladığı her hakkı erkekler ve hayat adına da talep eder. Roman kahramanlarımın özellikle erkek kahramanların bilmediği buydu.
 
 
 
 
 
Tabii erkek karakterlerde de başka problemler görüyoruz, önlerine çıkan ilk zorlukta kaçmak ya da karşısındakinin zayıflığından faydalanmak, güç kullanmaya çalışmak gibi. Bizim kahramanımız da onların dilinden konuşmayı öğreniyor bir noktada.
 
Evet, o da zalimleşiyor, o da körleşiyor... Başkalarının acılarına bakmıyor, zaten kendi içsel dünyasından uzaklaşıyor. Aslında çok hastalanıyor manevi olarak ve hastalandığının farkında değil.
Çıkış bulamıyor ve kendisini tüketerek kopma noktasına getiriyor.
 
 
 
 
Bize kadının parayla ilişkisini de anlatacak şekilde çeşitli lüks markaların ürünleri hakkında da detaylı anlatımlar var.
 
Çocukluk hayatında parayla satın alınan şeylerle mutlu olunmayacağını bilecek kadar mutluydular
aslında. Annesinin ve halasının erkek giysilerini bozup kendilerine kıyafet yapmaları tatlı hikayelerdi.
Ancak eninde sonunda yokluk, yoksulluk incitici şeylerdir. Çocukluk hayatında sahip olduğu huzuru
kaybettiği bir yer oldu ve zaten ondan sonra da iflah olmadı. Sonrasında da Mine Hanım’a dönüşmeye başladı. Ekonomik gücü tek gücüydü. O da olmasa çok eksik kalacaktı. İyi ki parası
vardı ama aradığı da başka şeylerdi. İstediğim hayata yolun sonunda ulaştım demesi bu yüzden. Ama ona parayla bir şeyler aldırmak benim de hoşuma gitti. O biricik gücü ve tek mutluluğuydu.
 
 
 
 
Kitabın adı iyilik ama bu kadının hayatında iyilik yok bir yandan da. Hikayede olmayan bir şey mi kitaba adını verdi?
 
Doğru. Kadının aslında yoksun olduğu şey ama bir yandan da iyilik, kötülüğü de barındırır içinde. İyilik her zaman saf iyilik değildir. Bazen size “iyilik” adı altında yapılan şeyler aslında bir kötülüktür. Bu açıdan bakabiliriz. Felsefede iyilik ve hastalık üzerine çok okudum. O bakıştan yola çıkarak bunu kurguladım. Düşündüğümüz gibi olmayabilir mi? Bu kıza da birçok şey iyilik adı altında yapılıyor.
Ama onların iyilik olmadığını gördük. Aslında bu kadar basit. Sizin arzunuza göre iyilik bazen iyilik olmaktan çıkabiliyor. İçi boşaltılmış bir kavram bir de. Kadeh kaldırırken “iyiliğe” demek gibi. Sanırım zamanımızda buna dönüştü. Kitabın adının bu kadar sevileceğini de düşünemezdim. Sanki herkesin ihtiyacı olan şeymiş.
 
 
 
 
 
Özlemini duyduğumuz şey belki...
 
İyilik ne bilmiyor sanırım çoğu insan, çok yabancı. En başında insan kendisine iyilik etmesini bilmiyor. Herkesi düşünüyor, kendisini yok sayıyor. Evet en çok özlem duyulan şey o bakımdan.
 
 
 
 
 
Bugün kendimize en büyük kötülüğü nasıl yapıyoruz sizce?
 
Kendimizi unutarak yaşamak, içimizde neler olup bitiyor hiç kulak vermeden, dönüp kendimize bakmadan yaşamak en büyük kötülük. En büyük iyilik de edebiyat bence ve okumak. Hayatta kendine alanlar açmak. Çünkü kendi iç benliğimizde uzaklaştıkça yanımızdakinden de uzaklaşıyoruz. Yan yana oturup telefona bakmak gibi. Bunlar, bence bu zamanın kötülükleri. 
 
 
 
 
 
"Kapaktaki fotoğraf kızımın”
Kapakta kızınızın fotoğrafı var, nasıl karar verdiniz?
 
Kahramanın ‘90’ların sonunda 20 yaşındayken çektirdiği vesikalık fotoğraf olsun istedik. Herkesle
tamamlanabilecek yarım yüz. Ve bize bir şeyler anlatmak ister gibi bakan bir oyuncu olsun istedik.
Kızım da oyuncu, konservatuvarda okuyor. O da bize bunu oynadı aslında.
 
 
 
 
“İpleri elimden aldı”
İlk kitabınız “Hanene Ay Doğacak”ı yazmanızın üzerinden 26 yıl geçmiş. Sizin yazma yolculuğunuzda nasıl bir yeri var “İyilik”in?
 
Her kitap ayrı bir macera. Her kitapta da ilk defa kitabım çıkıyormuş gibi heyecanlanıp mutlu oluyorum. Yazma arzumu hiç kaybetmediğimi görüyorum. Bu romanı yazarken yaşamak ve hayat üzerine düşünmeye çalıştım. Derin ve sakince bir şeyler anlatma derdine düştüm. Yazmak bir frekans, dalga boyu yakalamak gibi. Akar gidersiniz ya da yazamazsınız. Kahramanım dürüst olsun,
inandırıcılığını hiç kaybetmesin istedim. Onu anlamak mümkün olmalıydı ama bunun için okuru
zorlayamazdım. Hepimizin iyiliğe ihtiyacı var tıpkı onun gibi. En yoksun olduğumuz şey de bu. Bu yüzden şimdiki zamanın trajedisi. Arzu ettiğimiz başka, yaşadıklarımız bambaşka. Hep bir mesafe koyarım ama bu defa kahraman çoğu zaman ipleri benim elimden aldı, didişerek öldü mesela. Romanın sonuna doğru sükunet ve asalet kayboldu. Can havliyle yaptıkları onun tercihiydi. Böyle olması gerektiğini hissettirdi bana. Çok ete kemiğe büründü yazarken.