Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Şiirleri resim resimleri şiir gibi: Bedri Rahmi Eyüboğlu
Eylül 2015

Şiirleri resim resimleri şiir gibi: Bedri Rahmi Eyüboğlu

Çocukluğuyla ilk gençlik yıllarını geçirdiği Anadolu’nun naifliğini eserlerine yansıtan Bedri Rahmi Eyüboğlu, bundan 40 yıl önce hayata veda etti. Biz de, 64 yıllık ömrüne sığdırdığı sanat tutkusunu, şiirlerini, aşklarını, sevinçlerini, hüzünlerini, dostluklarını ve Eyüboğlu'nun Türk sanatına ve şiirine yaptığı katkıları okurlarımızla paylaşalım istedik...
ELİF TANRIYAR
 
Bedri Rahmi Eyüboğlu bir güzel insan... Kıvır kıvır saçlarının arasında tutkularının bin bir rengini taşıyan bir masal kahramanı... Şiirlerinde renkleri anlatan, resimlerinde şiirler çizen, sanatın ömür boyu gönüllü mahkumu... Onlarca usta ressam yetiştirmiş efsanevi bir hoca, sanat üstüne sürekli kafa yoran bir dünya entelektüeli, yeni teknikler geliştiren bir mucit... Bizler için Anadolu’nun renklerinin büyük ressamı; tutkuyu dizelerinden öğrendiğimiz, "Karadut"un, "Sitem"in, "İstanbul Destanı"nın şairi... Dostları içinse, o kısaca bir gönül adamı. Onlardan biri olan Ara Güler, şöyle diyor ona dair: “Bedri gönül adamıydı, öyle yaşadı, öyle olmayı sevdi. Öyle olmasaydı, ne mavileri, yeşilleri, sarıları bulurdu ne de kelimelerin ardında gizlenen şiir denen sevgiyi.”
 
Türk sanat yaşamına her anlamda damgasını vuracak olan, ‘Bedreddin Destanı’ geçtiğimiz yüzyılın başlarında bir Anadolu kasabasında başlar. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Trabzon'un Görele ilçesinde (bugün Giresun iline bağlı), 1911 yılında doğar. Asıl adı Ali Bedreddin’dir. Beş çocuklu ailenin ikinci erkek çocuğudur. Kaymakam olan babası Rahmi Bey'in görevi gereği önce Pınarbaşı, ardından Havza´ya taşınırlar. 1920 yılında ise ailece Kütahya´ya göçerler. Kütahya´nın düşman işgaline uğraması tehlikesi baş gösterince 1921 yılında, babası önce ailesini Ankara´ya gönderir, bir ay sonra ise kendisi de gider. 1924-1925 yılları arasında Artvin´de bulunurlar. O yıllarda farkında değildir küçük Bedri ancak hayat belli ki Anadolu’nun renkleri ve kokuları arasında dolaştırarak ona ilk eğitimini verir. 
 
Resim aşkının başlaması
 
1925 yılında, babası Trabzon milletvekili olunca, ailece Trabzon´a geri dönerler ve o da Trabzon Lisesi´ne kaydolur. Hayatının ilk önemli dönüm noktası belki de tüm kaderini belirleyecek bir büyük olay, Trabzon’da ona adım adım yaklaşmaktadır! Esasında Trabzon Lisesi’ndeki ilk yıllarında çok mutsuzdur Bedri Rahmi. Buradaki hocalarından ve eğitiminden mutlu değildir ve büyük bir depresyona girmiştir. 1927 yılında Zeki Kocamemi’nin Trabzon Lisesi´ne resim öğretmeni olarak atanmasıyla talihi baştan aşağı değişir. Aradığı kıvılcımı bulmuştur! Bu dönemden sonra, Bedri Rahmi´de resim aşkı başlar. Daha o yıllarda söylediği “Ben tanınmış bir ressam olacağım. Eğer bizi göklere asan ömür ipleri hep bir büyüklükteyse ilerde kim bilir neler göreceğiz?” sözleri dikkat çekecektir. Kendisi resme yönelişini yıllar sonra şöyle anlatacaktır: “Ben yüzde yüz zorlayarak, talihimi yenmek için ressam oldum. Ben ressam oldumsa liseden kurtulmak için oldum.”
Aynı dönemde Fransa´da eğitim gören ağabeyi ile mektuplaşmaları kardeş-aile mektuplaşmasını başlatır. Yıllar içinde bu mektuplaşma geleneği zarfların üstünden mektup kağıtlarının kenarlarına dek taşıdığı irili ufaklı desenleriyle, neredeyse başlı başına bir sanata dönüşecek ve toplu mektuplarından bir kitap dahi doğacaktır ("Biz Mektup Yazardık"). Ancak o yıllara daha çok vardır. Bedri Rahmi hayatının en büyük adımını 1929 yılında, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nin Resim Bölümü´ne girerek atar. Efsanevi hocalar Nazmi Güran ve İbrahim Çallı´nın öğrencisi olur.
 
Bedri Rahmi Eyüboğlu, hayatının bu ilk yıllarını kendi sözleriyle şöyle anlatır: “Babam beş kardeşi bir araya toplayıp bize Victor Hugo’dan, Moliere’den tercümeler yapardı. Bu edebiyat sevgisini, anamızın Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan’dan boyuna tekrarladığı türküler, ninniler, ilahiler beslerdi. Lisenin 10. sınıfına kadar resmin R’sinden haberim yoktu. Resim ödevlerimi lisede iki yaş büyüğüm Sabahattin Eyüboğlu yapardı. 10 numara aldığım tek ders Türkçe ve edebiyat olmuştur. Eğer edebiyat fakültesi liseyi bitiremeyenlere gel deseydi, kuşkusuz o tarafa yönelirdim. Akademi’ye girmeden önce aylık dergilerden birinde şiirim, günlük gazetelerden birinde hikayem yayımlanmıştı. Akademi’de önce Nazmi Ziya atölyesinde, ikinci yılda Çallı atölyesinde çalıştım. Büyük bir tesadüf babamla Çallı’yı karşılaştırıyor. Çallı babama: ‘Ne yap yap oğlunu bir an evvel Avrupa’ya gönder,’ diyor, ‘O benden alacağını aldı.’"
 
Resimden önce şiir
 
Ancak yazı aşkı resimden önce girer kanına Bedri Rahmi’nin. Daha ortaokulda "Gün gün" adını verdiği günlük ile başlar Bedri Rahmi yazmaya, daha sonra mektuplar ile devam eder. Babasına, annesine, abisine ve tüm dostlarına da yazar. Eşi olacak Eren hanıma yazdıklarıyla onun kalbini kazanır. ‘Karadut hanım’a yazdıklarıyla bir sevda masalını sürdürür. Hayatında ilk kazandığı para da yazdığı bir çocuk hikayesinden olur. Zamanla çeşitli gazetelere, dergilere de yazar. Yazmak onun için bir tutku olur, düşündüklerini ve hissettiklerini bu yolla halkıyla paylaşmakla kalmaz, sanata dair de düşündüklerini aktarır, yol göstermeye çalışır.
 
Yine de resimleri bir yana, onu asıl olarak şiirleriyle tanır ve severiz. Şiirlerinde bolca sevdadan da bahseder elbet ama aslında onun şiirleri buram buram Anadolu kokar. Anadolu’nun yazması, kilimi tüm renkleriyle ilmik ilmik çözülüp dizelere dönüşür. Kirazlar, narlar, dutlar halk öyküleriyle birlikte dile gelir. Anadolu’nun insanı, taşı, toprağı, pazarlarının sesi, renkleri resim gibi akar dizelerden gözlere. Onun şiirleri, naif, sıcak, derin ve samimidir. Bir o kadar da bilge! Aynı Anadolu gibi... Kendisi de "Türküler Geliyor" adlı şiirinde şairliğinin can damarını şöyle dile getirir: “Şairim/ Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası / Ayak seslerinden tanırım / Ne zaman bir köy türküsü duysam / Şairliğimden utanırım / Şairim / Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum / Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim / Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.”
 
Resim eğitimini akademiden sonra Paris’te sürdürmüş ama ömrü boyunca Anadolu’dan esinlenmiştir Bedri Rahmi. Resimleri de şiirleri de baştan aşağı Anadolu’dur. Halk şiirinden aldığı özellikleri kendi özgün üslubuyla harmanlayarak 'şiirini' halk diline yaklaştırır. Halkın sesiyle konuşur. Anadolu’nun destanını yazan Yaşar Kemal ondaki Anadolu sevgisine dair şunları söyler: “O cümbüş içindeki Anadolu kasabalarının pazarlarına damgasını vurmuştu. Sivas pazarı onundu. Ege kasabalarının pazarı da onundu. Pazarlarını şiirde verdi, resimde, yazıda verdi. Pazarlar üstüne türkü de söylerdi. Bedri Rahmi bir güzelliğin, bir doğallığın, bir ilginç varlığın üstüne giderken yedi koldan, yedi yürekle giderdi. Bedri Rahmi’deki her şey bir tutkuydu. Delicesine, çocuksu bir tutkuydu."
 
Yaşamı bu denli seven Bedri Rahmi, Anadolu’nun yanı sıra İstanbul’a da ayrı bir aşkla vurgundur. Uzun şiiri "İstanbul Destanı" şu dizelerle başlar: “İstanbul deyince aklıma martı gelir / Yarısı gümüş, yarısı köpük / Yarısı balık yarısı kuş / İstanbul deyince aklıma bir masal gelir / Bir varmış, bir yokmuş...”
 
Şiir İstanbul’un bin bir güzelliğinin yanı sıra onu İstanbul yapan güzel insanlarından da bahseder ki onlar aynı zamanda Bedri Rahmi’nin de dostlarıdır. Biri Orhan Veli’dir, diğeri Sait Faik: “İstanbul deyince aklıma Yahya Kemal gelirdi bir eyyam / Şimdi Orhan Veli gelir / Deminden beri dilimin ucundasın Orhan Veli / Deminden beri senin tadın senin tuzun / Senin şiirin senin yüzün / Yaralı bir güvercin misali / Başımın üstünde dolanır durur / Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine / Neresine mi arayan bulur / Erbabı bilir / Deli eder insanı bu şehir deli / Kadehlerin çınlasın Orhan Veli / İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir / Burgaz adasında kıyıda / Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne / Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür / İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler / Bütün İstanbul´u dolaşırlar elele başbaşa / Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta / Sivriada'da da martı yumurtası toplarlar çilli çilli / Ziba mahallesinde gece yarısı / Sabaha Galata´dan geçer yolları / Maytaba alacakları tutar kahvede / Zararsız bir deliyi / Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun / Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin / Sonra oturup sessizce ağlarlar / İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir / Taşında toprağında suyunda / Fakirin fukaranın yanıbaşında / Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir/ Kıldan ince kılıçtan keskin / Hep iyiden güzelden yana / Hep kimsesizlerin / İstanbul deyince aklıma / Said´in son yılları gelir...”
 
O "Said", Sait Faik’tir ki onun için şunları söylemiştir: “Bir ressamın atölyesinde esen havaya vurgunumdur. Ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesinde dost rüzgarlar eser.”
 
O Orhan Veli’dir ki Anadolu’yu onun resimlerinden dinlemiştir: “Ben her gün, mektebe gider gibi, Eyüboğlu’ların sergisine gidiyorum. Öyle bir sergi ki, bin tane penceresi var. Günde kaç pencereden bakmak kabil? Çorum halaylarında bir Karadeniz rüzgarının estiğini duymamak adamın elinden gelmiyor. Gelin, benim yerimde olun da, Boğazın öbür ucundaki evinize döndüğünüz zaman, sabahlara kadar camlarınızda uğuldayan Karadeniz rüzgarında Eyüboğlu’ların havasını duymayın. Beni o şehir dışındaki hayatımdan Eyüboğlu’ların sergisi çekti, çıkardı demiştim. Şehir dışındaki hayatımdan memnundum. İstanbul’un güzel bir yerini ancak daha güzel bir yeri için feda edebilirdim. Geçen gün için de İstanbul’un en güzel yeri Eyüboğlu’ların sergisiydi.”
 
Hayatının aşkıyla tanışma
 
Bedri Rahmi, Akademi'de hocasının babasına verdiği tavsiye sonrası 1931 yılında, diplomasını almadan Paris´e gider. Dijon ve Lyon´da Fransızca dilini öğrenmek üzere çalışır. Bu arada Gauguin ve El Greco'nun aralarında olduğu ve beğendiği ustaların resimlerini bulundukları müzelerden kopya eder. Van Gogh, Gauguin, Cezanne onu mesleğine bağlayan ustalar olur. 1932 yılında, Paris´te bir ay kadar Andre Lhote Atölyesi´nde çalışır. Hayatının ikinci en önemli dönüm noktası da burada gerçekleşecektir. İlerde yaşamını birleştireceği Ernestine Letoni ile tanışır:
“Ben şimdi uyur giderim / Gelinim / Mor gelinim / Karanlığım yumuşacık / Tramvay tellerinde üç kıvılcım / Nar fidanlarında üç tomurcuk / Kıvırcık saçlı bir kız / Kıvırcık saçlı bir çocuk”...
Bu aşk hikayesi 1932’nin ilk aylarında Andre Lhote’un atölyesinde sürpriz bir şekilde tanışmalarıyla başlar. Ağabeyi Selahattin Eyüboğlu’nun Avrupa bursunu paylaşan Bedri Rahmi arkadaşı, ressam Cemal Tollu’yu ziyaret etmek için gelir atölyeye ve yüzü gözü boya içindeki güzeller güzeli Ernestine ona kapıyı açar. İlk karşılaşmanın heyecanıyla dört yıl boyunca mektuplaşır iki ressam âşık. Bu mektuplar da yıllar sonra Bedri Rahmi - Eren Eyüboğlu mektuplaşmaları, 1932 - 1950 yıllarını kapsayacak şekilde dört cilt olarak "Aşk Mektupları" adıyla kitaplaştırılacaktır. O yıllarda ise birkaç kez buluşur, hasret giderir ve sonunda Ernestine, Eren Eyüboğlu olur, İstanbul’a yerleşir. Bedri Rahmi yalnızca hayat arkadaşını değil, ömür boyunca sürecek olan meslek yoldaşını da bulmuştur! Anılarında onunla tanışmasını şöyle anlatır: “1930’da Paris’te tanıdığım sapına kadar ressam bir Rumen’le 1936’da, İstanbul’da evlendik. İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı gün bir oğlumuz oldu. Ben askerdim. Dokuz ay sürecek yedek subaylığım üç yıl sürdü. 1941’de terhis oldum. 1943’te ikinci defa terhise çağrıldım. Bu güç günlerde eşim sahici bir sanatçı olmasa idi ve birbirimizi sonuna kadar desteklemeseydik, zor dayanırdık.”
 
D Grubu kuruluyor
 
1933 yılında, Londra´ya gider. Yıl sonunda ise Türkiye´ye geri döner. 1933 yılı Eylül’ünde, İstanbul Cihangir’deki Yavuz Apartmanı’nın beşinci katında ressam Zeki Faik İzer’in evinde beş ressam ve bir heykeltıraş toplanarak yeni bir sanat grubu oluştururlar ve adını “D Grubu” koyarlar. Onlara göre Türkiye’deki resim ve heykel anlayışı en azından elli yıllık bir gecikme göstermektedir ve empresyonist eğilimleri reddeden grup kübist ve konstrüktivist akımlardan yola çıkarak sağlam bir desen ve inşa temeline oturtulmuş bir sanatsal anlayışı ilke edinmiştir. 1934 yılında, Yeni Adam´da ressam olarak çalışmaya başlar. Akademi Diploma yarışmasında "Yol İnşaatı" konulu resmi ile üçüncü olur. 27 Aralık 1934 tarihinde ise 30 resim ile "D Grubu Sergisi"ne katılır. 1 Ocak 1935 tarihinde, ilk kişisel sergisi Bükreş´te Hasefler Galeri´sinde Ernestine Letoni tarafından açılır.
"Eren" adını verdiği Ernestine Letoni ile evlendikleri 1936 yılında Tekel Genel Müdürlüğü´nde işe girer. Görevi vitrin düzenleyiciliğidir. Sipahi Ocağı sigarasının kapağındaki ünlü "Koşan Mızraklı Atlar" figürünü tasarlar. Güzel Sanatlar Akademisi´nin 1936 yılında diploma yarışmasında "Hamam" adlı çalışması ile birinci olur.
 
1930'lar Bedri Rahmi için bütün hızıyla sürerken, Sovyetler Birliği´ne götürülen "Türk Resim ve Heykel Sergisi"ne üç resim ile katılır. 1937 yılında ise, akademide Leopold Levy´nin asistanı olur. Bedri Rahmi öğretim üyeliğine de ayrı bir titizlikle yaklaşacaktır. Ancak hoca olduktan sonra hiçbir zaman kendi atölyesini açmaz. Hocasına saygı olarak Çallı Atölyesi adıyla eğitimini sürdürür. Öğretmenliğe verdiği önemi şu sözleriyle belli edecektir: “Beni ressamlara sorarsanız, resmini bilmeyiz ama iyi şairdir derler; şairlere sorarsanız da şiirini bilmeyiz ama iyi ressamdır derler. Ressamlığıma, şairliğime dil uzatanları affederim ama hocalığıma dil uzatanın alnını karışlarım.”
 
Yurt gezileri ve eserleri
 
Yazı çalışmaları da bir yandan sürer. Yazı ve resim sanatını birleştiren ilk büyük eseri olan Nazmi Ziya Güran üzerine bir inceleme kitabı hazırlığına girişir. Çocukluğunda ‘rahminde’ büyüdüğü Anadolu ise şimdi bütün kokuları, renkleri ve sesleriyle onu sarmaya hazırlanır. Bedri Rahmi ve ressam arkadaşları Ağustos 1938’de, yurdun farklı yerlerini görmek ve tanımak amacıyla, CHP Yurt Gezisi programı kapsamında hükümet tarafından tespit edilen şehirlere ilk yolculuklarını gerçekleştirir. Bedri Rahmi yurt gezilerine iki defa katılır. Birinci gezi olarak anılan ilk seferde Edirne’ye giden sanatçı, Eylül 1938 boyunca bu şehirde kalır ve oradan on iki resimle döner. Birkaç yıl sonra düzenlenen beşinci yurt gezisine de katılacak ve 1942'nin Temmuz-Ağustos ayları boyunca Çorum-İskilip’te bulunacaktır. Bedri Rahmi bu geziden de altı resimle döner. Çorum’un İskilip kasabasına âşık olur, bu yöreyi adeta sanat beldesi olarak görmektedir. Orada bulunduğu süre zarfında yaptığı resimlerin yanı sıra yaşamı boyunca yazmayı sürdüreceği sayısız makale, mektup da hep İskilip’le ilgili olacaktır.
 
1 Kasım 1938 tarihinde çıkan Ses dergisi yazarları arasında yer alır. 31 Ekim 1939 tarihinde Birinci Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde "Figür" adlı yapıtı ile üçüncülüğü Arif Kaptan'la paylaşır. 9 Kasım 1939 tarihinde, askerlik görevini yapmak üzere yedek subay okuluna alınır. Aynı yıl oğlu Mehmet Hamdi Eyüboğlu dünyaya gelir. 1941 yılında askerlik görevini tamamlar.
 
Artık şiir zamanıdır! İlk şiir kitabı "Yaradana Mektuplar" yayımlanır. Şiir ve resim tutkusu adeta kol kola girmiş, doludizgin ilerler. 31 Ekim 1942 tarihinde açılan Dördüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde ikincilik ödülünü kazanır. 1943 yılında, Ortaköy Lido Yüzme Havuzu için ilk duvar resimlerini gerçekleştirir. Birkaç yıl sonra ise duvar resimleri denilince akla ilk onun ismi gelecektir. 1946 yılında, Ankara Büyük Tiyatro´nun (operanın) girişindeki kapıların üstüne ikinci duvar çalışmasını yapar ("Kız kaçırma"konulu bir fresk). Ve artık adı yurt dışında da dikkat çekmeye başlayacak, 1946 yılı Kasım ayında UNESCO´nun Paris´te düzenlediği uluslararası sergiye gönderilen resimleri ilgi görecektir. O ise hep yeninin, güzelin peşindedir. 1947 yılında, genç sanatçılardan oluşan "10´lar Grubu"nun kurulmasına öncülük eder. 
 
Bir büyük sevda masalı: 'Karadut Hanım'
 
1948 Ağustos ayında ikinci şiir kitabı "Karadut" yayımlanır. 1945-1947 yılları arasında "Mari´nin Portresi", "Alis I", "Alis II" gibi önemli portre dizilerine de ilham veren bir aşkın gizli öyküsü saklıdır bu kitapta yer alan dizelerde... Bedri Rahmi’nin yaşamı boyunca sevdiği ve ona âşık olan pek çok kadın içinde, eşi Eren Eyüboğlu’ndan sonra gönlünde en fazla yer eden Mari Gerekmezyan’dır. Bedri Rahmi ve ‘Karadut’ adını verip üzerine şiirler yazdığı, resimler yaptığı Mari’nin inişli çıkışlı aşkları, '40'lı yılların başında Mari, Akademi’nin heykel bölümünde asistanken başlar. Gerekmezyan Ailesi bu büyük aşka engel olmak ister ve Mari’yi zorla evlendirirler. Bedri Rahmi’nin onca karşı çıkışı boşunadır. 1947 yılında Mari’nin tüberkülozdan ölümüyle Bedri Rahmi yıkılır, giden sevgilinin ardından ağıtlar yakar. Eren Eyüboğlu, kocasının bu büyük aşkına mani olamaz. Ülkesine de dönemediğinden olup biteni kabul etmek zorunda kalır. Eren Eyüboğlu, ancak Bedri Rahmi’nin vefatının ertesinde oğlu Mehmet’e ilk ve son kez Mari Gerekmezyan’dan söz eder ve "Bu olay beni çok derinden yaraladı," diyerek üzüntüsünü dile getirir.
 
Oğlu Mehmet Eyüboğlu, "Karadut"un yeniden yayımlanmasının ardından bu aşkın hikayesini şöyle anlatacaktır: “Bedri Rahmi Karadut şiir kitapçığını Karadut Hanım’ın (Asıl adı Mari Gerekmezyan olan bir Ermeni heykeltraş) ölümünden iki yıl sonra, 1948’de kendi olanaklarıyla, can dostu, çocukluk arkadaşı rahmetli Rüknettin Resuloğlu’nun da aracılığıyla bastırmıştır. Bu kitap bir bakıma Karadut Hanım’a adanmış bir kitabedir. Karadut Hanım 1940’lı yılların başlarında Bedri Rahmi’nin bir bronz büstünü yapmış, onu en ‘Delifişek’ çağında ölümsüzleştirmiştir. Bedri Rahmi de 'Karadut' kitabıyla Güzel Sanatlar Akademisi’nde 1940’lı yılların başlarında tanıştığı heykel öğrencisi Mari Gerekmezyan Hanım'ı ölümsüzleştirmiştir. 'Karadut’un tekrar yayımlanmasını, Bedri Rahmi - Eren Eyüboğlu aşk mektuplarının yayımlanmasından sonraya bırakışımın nedeni annem Eren Eyüboğlu’na olan saygımdır. Bedri Rahmi’nin Karadut saplantısı Eren Hanım’a çok gözyaşı döktürmüştür. Öte yandan babam da bu ilişkisini hiç örtbas etme gereğini duymamıştır. 1940-1946 yılları arası tüm İstanbul, Ankara ve İzmir’de bu sevda masalı kulaktan kulağa anlatılagelmiştir. 1946 yılında bir menenjit tüberküloz Karadut’u birdenbire alıp götürünce Alman Hastanesi’nden Salıpazarı’ndaki evimize gözyaşlarıyla gelen Bedri Rahmi’yi yine Eren Hanım yatıştırabilmiştir. Eren Hanım işte böylesine sevmiştir Bedri Rahmi’yi. Kim ne derse desin Bedri Rahmi’nin dokusu sevgiyle örülmüştür. Karadut Hanım'ı çok sevmiş ve onu hep yüreğinin bir köşesinde yaşatmıştır.”
 
Yazmacılık geleneğini yeniden keşfetme
 
1950 yılında, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi´nde 150 resimden oluşan “Retrospektif” sergisi düzenlenir. Birkaç aylığına Paris´e gider Beri Rahmi. Burada İnsan Müzesi´nden (Musee de l'Homme) çok etkilenecek, daha sonraları “Güzel yararlı olmalıdır” düşüncesinden hareketle 'yazmacılık' geleneğine yeni bir yorum getirecektir. Ancak o ilk günlerde, günlük hayatta kullanılan ama sanat eseri sayılabilecek, dünyanın dört bir tarafından toparlanmış işlerin sergilendiği müzeyi heyecanla gezen Bedri Rahmi, bereketli Anadolu’nun yer almamış olmasına anlam veremez. Ülkeye döndüğünde küçük bir araştırma sonucu dört - beş el sanatı ilgisini çeker fakat onu asıl cezbeden yazmacılık olacaktır. Yazma ile resim arasında bir bağ kurar. Motiflerini yazmaya basmak isteyen Bedri Rahmi’nin karşısına birkaç Ermeni usta çıkar. Hanımyan Usta’dan çok etkilenen ressamın, yazma ustasına oyduracağı ilk motif ünlü Ayşe Gelin olacaktır. İlk ahşap oyma kalıplarını eline alan Eyüboğlu hemen baskıları yapar ve Eyüboğlu ailesinin bugünlere kadar gelen yazma yolculuğu böylece başlamış olur.
 
1950 yılında, Kariye Camii düzenlemesini yapar. Bu durum ise Bizans mozaikleriyle ilgilenmeye başlamasına neden olacaktır. Şimdi sırada Eyüboğlu’nun dokunuşlarıyla yeniden yorumlanmayı bekleyen mozaik sanatı vardır! 1951 yılına kadar boya ile mozaik dokusunda resimler yapar. 21 Mart 1951 tarihinde, ilk “Yazma Sergisi”ni açar. Yazı çalışmaları da devam eder. Yeni Sabah gazetesinde yazmaya başlar. Ardından 1952 yılının Ocak ayından başlayarak 1958 yılına dek düzenli olarak Cumhuriyet gazetesinde yazar. 1956’da “Canım Anadolu” ve 1957’de “Üçü Birden”adlı kitapları yayımlanır. Ve aynı yıl içinde dokuma, kilim, yazma ve nakış gibi halk el sanatlarındaki motifleri özgün bir stil ile kaynaştırarak, mozaik çalışmalarına yönelir.
 
1950’lerde yurt dışında da yoğun bir Eyüboğlu rüzgarı estirecektir. 1953 yılında yazmaları ve özgün baskıları Philadelphia Print Club'da sergilenir. Times dergisi ona iki renkli sayfa ayırır. 1954 yılında “Türk Tepsisi” adlı motifi ile Steuben Glass adlı bir firmanın tertiplediği yarışmada ödül kazanır ve motif kristale oyularak teşhir edilir. 1954-1957 yılları arasında Hilton ve Divan otellerinde ve KLM İstanbul merkezindeki panoları yapar. Yugoslavya ve Hollanda hükümetleri tarafından davet edilir. 1956 yılında, Sao Paulo Bienali´nde onur ödülü alır. 1957 Tokyo özgün baskı Bienali'ne katılır. 1958 yılında Uluslararası Brüksel Sergisi´ndeki Türk pavyonuna yaptığı 227 metrekarelik çalışmasıyla altın madalya alır. 1959 yılında, Paris´te Nato merkezine 50 metrekarelik bir pano hazırlar.
 
Renklerin dönemi
 
1960-1970 yılları arasında yazarlığa ara verir. 1961 yılında ABD'ye gider. Yaşamında ise renklerin mutlak hükümdarlığı başlamıştır. Bu dönemde zengin renklerle soyut biçimlere yönelir. Görülmedik, bilinmedik renkler bulabilmek için denemeler yapar; plastik tutkal, plastik boyalar, kum, talaş ve buruşturulmuş Japon kağıdı kullanır. Kendisinin de kabul ettiği gibi ‘Amerika Dönemi´ sanatına başka bir boyut kazandırmıştır. University of California at Berkley´da iki yıl misafir profesörlük yapar. 1961 Ağustos´da Unicef çocuklar yararına yaptığı “Eşeğin Üzerinde Çocuklarını Taşıyan Anadolu Köylü Kadın” motifi Amerika´da kartpostal olarak basılır. 1962 Aralık ayında New York Modern Art Müzesi “Zincir” adlı resmini satın alır. 1963-1964 yıllarında "Vakko Fabrikası", "Karaköy Tatlıcıları" ve "Manifaturacılar Çarşısı" panoları yanında çeşitli malzemeleri dener. Son panosu, dönemin Etap Oteli girişindeki “Güvercinler”dir. 12 Mart sürecinde gözaltına alınması onu çok etkiler ve yeniden toplumsal içeriği ağır basan eserler üretmeye başlar. 1972 yılında, 33´üncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi´nde birincilik ödülünü alır.
 
Bedri Rahmi Eyüboğlu, 21 Eylül 1975'te tedavi olduğu pankreas kanserinden hayata veda ettiğinde geride 18 resim, üç duvar resmi, altı mozaik pano, iki duvar kabartması ve 11 şiir kitabı bırakır. Dört gezi ve deneme, dört tane monografiye imza atan Eyüboğlu'nu, ölümünün 40. yılında bu sayfalarda anarken onun Kalamış'taki evinin duvarında bulunan "Erimek" isimli şiirinden dizelerle son sözü söyleyelim: "Erimek belirsizce her şeyde / Karışmak sulara, yıldızlara / Sinmek kokusuna mer menevşenin / Yanmak damar damar, nefes nefes / Yaşamak tükene tükene."