Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » “Bazen deli rolü oynarken deliriyorum”
Ekim 2014

“Bazen deli rolü oynarken deliriyorum”

“Paris’te Bir Türk Ressam”, Hıfzı Topuz’un Cumhuriyetdönemi ressamı Fikret Mualla ile yaptığı röportajlardan ve anılarından beslenerek kurguladığı bir yaşam öyküsü.

ÖZGE KARA

 

Türk sanat tarihinin en unutulmaz isimlerinden bir tanesi Fikret Mualla Saygı. Bir döneme yalnızca olağanüstü yeteneği ile değil çılgınlıkları ve dik başlılığıyla da damgasını vurmuş bir sanatçı. Kendi deyişiyle hayatın bohem olmaya ittiği bir ressam. Sayısız hikayelere konu olmuş; Nazım Hikmet, Abidin Dino, Semiha Berksoy, Nejad Devrim’in aralarında olduğu hayranlık uyandıran bir neslin hayatına dokunmuş, anılarda yaşamış, anlatılarla güçlenmiş bir isim. Eserleriyle olduğu kadar yaşam öyküsüyle de insanları etkileyen Fikret Mualla, dostu Hıfzı Topuz’un “Paris’te Bir Türk Ressam” başlıklı yeni kitabıyla bir kez daha anılıyor. Topuz, geçtiğimiz aylarda yayımladığı Neyzen Tevfik’in yaşam öyküsüne odaklanan “Çılgın ve Özgür”ün hemen ardından bu kez de Fikret Mualla’nın sürükleyici hayatına tanık olmaya davet ediyor okuru. Üstelik yazar, sanatçıyla kurduğu içten dostluğun anılarından besleniyor bu kez.

 

Fikret Mualla’nın hayatı boyunca açlık sınırında yaşayıp eserlerinin ancak ölümünden sonra değer bulduğu herkesin bildiği bir gerçek. Şimdilerde müzayedelerde rekor fiyatlarla alıcı bulan, koleksiyonerlerin gözbebeği Fikret Mualla imzalı işlerin zamanında komik sayılabilecek fiyatlara, eş-dost hatırına veya sanatçıya maddi destekte bulunmak adına elden çıkarıldığı en az sanatçının yeteneği kadar konuşulan bir hikayedir sanat çevrelerinde. Karşılığını layıkıyla alamasa da yaşamını sadece resim yaparak kazanan Fikret Mualla’nın 1903’te Kadıköy’de başlayıp, yaşadığı talihsiz olaylar sebebiyle Paris’e uzanan ve en nihayetinde ise Fransa’nın güneyinde küçük bir şehirde son bulan yaşam macerasına dair ayrıntıları ise artık Hıfzı Topuz’un “Paris’te Bir Türk Ressam” başlıklı derlemesinden takip etmek mümkün.

 

Huzur ve işkence arasında

Okulda top oynarken geçirdiği bir kazadan sonra topal kalması, erken yaşta annesini kaybetmesi, ülkeye hakim savaş ortamı gibi tetikleyici unsurlar sebebiyle oldukça hırçın bir ilk gençlik geçiren Fikret Mualla, yüksek öğrenimi için İsviçre’ye gönderilir. Burada mühendislik eğitimine başlasa da aklı hep tek tutkusu resimdedir. Fazla zaman kaybetmeden resim eğitimi almak için önce Münih’e daha sonra da Berlin’e gider. Bu dönemde Berlin’deki en büyük destekçisi Profesör Arthur Kampf olur. Resimde bir devrim yapma hayaliyle 10 yıl aradan sonra Türkiye’ye geri döner. Fakat fütürizmi benimsemiş bir ressam olarak anarşist gözüyle bakılır. Önce mezun olduğu Galatasaray’da öğretmenlik yapar. Bohem yaşamı sebebiyle kısa zamanda buradan ayrılmak zorunda kalır ve öğretmenliğe Ayvalık’ta devam eder. Ayvalık’ın ilk başlarda verdiği huzur zamanla malzeme ve elektrik yoksunluğu sebebiyle kasvete dönüşür.  İstanbul’a geri döner. Dönüşünü takiben anlamsız bir yanlış anlama sonucu polisin ağır işkencelerine maruz kalır.

 

İstanbul özlemi

Sanatçının psikolojisinde büyük bir travmaya ve hatta ülkeyi terk etmesine sebep olan bu olay Fikret Mualla’nın hayatında bir dönüm noktası olarak anılır. Yaşamı boyunca polislerden nefret edecek ve kendisine zulüm yapılacağı saplantısıyla savaşmak zorunda kalacaktır. Hep birilerinin kendini öldürmek amacıyla peşinde olduğu hissine kapılacaktır. Böyle bir ruh haliyle bir daha dönmemek üzere ülkeyi terk eder ve Paris’e yerleşir. Paris’te sanatçıyı meteliğe kurşun sıkan bir hayat beklemektedir. Yaşadığı tüm zorluklara ve memleketine karşı duyduğu derin özleme rağmen geri dönemez. 1952 yılında Hıfzı Topuz’a verdiği bir röportajda Türkiye’ye dönmeye ilişkin bir soruya şöyle cevap verir: “Hiç dönmek istemez miyim? İstanbul gözümde tütüyor. Vatanımı çok özlüyorum. Mutfağımızı da çok özlüyorum. Nerede bizim ev yemekleri? Börekler, dolmalar, kebaplar, balıklar, çirozlar, pastırmalar… İnanıyorum bir gün mutlaka döneceğim. Konsolosluğa sürekli gidip pasaportumu yeniliyorum. Aklım hep İstanbul’da ama Türkiye beni korkutuyor.”

 

Bugün bohem olarak adlandırıp taçlandırılmaya çalışılsa da Fikret Mualla’nın hayatı yaşadığı travma, özlem ve ekonomik zorluklar içinde geçer. Dostlarına bu zorlu yaşamı sürdürürken deliliğin çok işe yaradığını söyleyen ressam, “Bazen deli rolü oynarken deliriyorum,” sözleriyle tüm yaşamını özetler bir nevi. Çoşku dolu kişiliğiyle hayatının merkezine resmi yerleştirir. “Hayatımı yalnız fırçamla kazanıyorum. Fakat asla tüccar değilim,” sözleriyle hatırlanır dostları arasında. Madam Angles’in kendisine sahip çıkması ve sağlık problemleri üzerine Fransa’nın güneyinde bulunan Reillanne’a taşınır. Hayatının son yıllarını bu küçük şehirde geçirir.

 

Dostlarının dilinden Fikret Mualla

Hıfzı Topuz’un Fikret Mualla ile yaptığı röportajlardan ve paylaştığı anılardan beslenerek kurgulanmış bir yaşam öyküsü “Paris’te Bir Türk Ressam”. Avni Arbaş, Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fikret Adil gibi isimlerin Fikret Mualla’ya dair anlatılarıyla zenginleşen bir derleme. Kitap, tüm bu alıntıların yanı sıra mektupsuz kalmaktan hoşlanmayan ressamın sık sık dostlarına yazdığı mektuplardan da önekler sunuyor. Tüm bu yazışmalar sayesinde okur, ressamın en içten ve samimi anlarına da ilk ağızdan tanık oluyor.