Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » "Bir rüya gördüm sandım"
Haziran 2014

"Bir rüya gördüm sandım"

Hürriyet gazetesi Yan Yayınlar Yönetmeni Çınar Oskay, Gezi sürecinde ve sonrasında yaptığı röportajları, yazdığı yazıları topladığı "Haziran, Gezi ve Şehrin En Güzel Yazı" kitabıyla hafızaları tazeliyor.
SEMRA PELEK
 
 
Alain Badiou, “Komünist Hipotez” kitabında ‘40 yıl sonra Mayıs '68’e yeniden bakmak’ başlıklı bölümümün hemen girişinde, şu çok basit soruyu sorar: "Neden 40 yıl sonra Mayıs '68 hakkında makaleler, programlar, tartışmalar, anma etkinlikleri bunca gürültü koparıyor?"
Badiou’nun, soruya verdiği birinci cevap kesinlikle karamsardır: “Bugün Mayıs 68’i anabiliyoruz çünkü öldüğünden eminiz.”  Gerçekten aradan geçen zamanda dünya değişmiştir, olan bitenin güncel bir anlamı yoktur, ‘devrim günleri’ sadece nostalji ve folklordan ibarettir.
 
Gezi Parkı’nda, Topçu Kışlası’nın ihyası ambalajına bürünmüş AVM projesine ve bu amaçla ağaçların kesilmesine tepki olarak 31 Mayıs 2013’te başlayan, öngörülmemiş şekilde kitlesel bir nitelik kazanan eylemler için henüz Badiou’nun bu karamsar tespitini yapmak mümkün değil. Hâlen devam eden toplumsal olayı deneyimleyen bireylerin, kavramsallaştırma çabaları da daha 'körün fil tarifi' düzeyinin ötesine geçmiş değil. Buna rağmen “Gezi” başlığı taşıyan pek çok kitap, eylemler birinci yılını doldurmadan kitapçıların raflarında sıralanmaya başlamıştı. Bu ay, Gezi’nin birinci yıldönümüne denk gelen günlerde, Doğan Kitap’tan yayımlanan Hürriyet gazetesi Yan Yayınlar Yönetmeni Çınar Oskay’ın, “Haziran: Gezi ve Şehrin En Güzel Yazı” isimli kitabı ise ilk birkaç ayda çıkan, şınıpişi kotarılmış kitaplardan ayrılıyor.
 
Eylemleri başından itibaren parkta kalarak izleyen Oskay’ın, Gezi’nin içinden haberleri ile Gezi’ye dair söyleşilerinden oluşan kitabın önsözünü yazan Bülent Somay, “Gezi Olayları Türkiye’de (hatta belki de ‘modernleşme’ sürecindeki Şark’ta) bir ilk” diyerek devam ediyor: “Kendiliğindenliğiyle, hazırlıksızlığıyla, taklide ya da özentiye yer bırakmayan sahiciliğiyle benzersiz. O yüzden de vakit ayırmayı, serinkanlı düşünceyi hak ediyor.”  
 
 
Bir sözlü tarih çalışması 
 
Kitap tarihsel olayların, ancak araya giren zamanın mesafesinden, geriye dönük bakışla yorumlanabileceğini varsayan ilkeye bir itiraz değil; Oskay, gazeteci gözüyle yaşananları aktarıyor, eylemlerin tam kalbinden insanlara söz alanı açıyor. Bu niteliğiyle kitap, pekâlâ bundan 40 yıl sonra Gezi’yi anlamlandırma çabalarına kaynaklık edecek bir sözlü tarih çalışması değerinde. 
Bununla birlikte kitap, gazeteciliğin ‘objektiflik’ ilkesinin kuru diline hapsolmamış veya ‘saf nesnellik’ iddiasında da değil. Oskay, gazetecinin görünmez, hatta hissiz yazar rolünü ustalıkla kenara bırakıp duygularını da söze döküyor. Örneğin kitabın giriş yazısına “Bazen hâlâ parktayım sanıyorum” cümlesiyle başlayarak şöyle devam ediyor: "Gezi olaylarını on üç gün meydanda, parkta izledim. Çatışmalarda, barikatlarda, forumlardaydım. Çimlerde uyudum. Parktaki komünal deneyime tanıklık ettim. Devletin yokluğunda insanların en uyumlu ve mutlu hallerini gördüm. Bir rüya gördüm sandım.”      
 
 
‘Mucize parkı’
 
Kitapta Oskay’ın, ‘Mucize Parkı’ dediği Gezi Parkı’ndaki eylemcilerle yaptığı söyleşilerin yanı sıra Zeki Demirkubuz, İhsan Eliaçık, Murat Belge, Roger Waters, Slavoj Zizek, Ferzan Özpetek, Anish Kapoor, Orhan Pamuk, Hasan Bülent Kahraman, Tanıl Bora, Murat Belge, Tuğrul Eryılmaz, Dücane Cündioğlu ve Bülent Somay ile söyleşiler var. Söyleşilerde ‘Gezi’nin sanatsal, estetik ve politik anlamları; modernlik ve muhafazakârlığın Gezi ile birlikte nasıl yeniden yorumlanması gerektiği; ahlak ve özgürlük kavramlarının çatışması; Mayıs 68 ile karşılaştırıldığında Gezi’nin tarih içindeki yeri; ve nihayet Gezi’den sonra Türkiye’nin ‘dışarıdan’ ve ‘içeriden’ nasıl gördüğü tartışılıyor. 
‘Hatay - Neredeyse Tükenmekte Sabrımız’ başlıklı bölümde Oskay, ikincil kişilerin dışarıdan yorumlarına değil, polis şiddetinin mağdurlarına yer ayırıyor. Bu bölümde Oskay’ın, Eskişehir’de polis ve sivillerce dövüldükten 38 gün sonra ölen Ali İsmail Korkmaz’ın Hatay’daki cenazesinden yazdığı izlenim ve Ali İsmail’in annesi Emel Korkmaz ve ağabeyi Gürkan Korkmaz ile yaptığı söyleşiler var.  
 
Oskay, Gezi eylemleri sürerken fotomuhabiri Sebati Karakurt ile gittiği Brezilya’daki direniş sırasında yaptığı haber ve söyleşileri de kitaba dâhil etmiş. Bülent Somay’a göre birbirinin 'kontrol grubu' olan bu iki ‘olay’, eşzamanlılığı ortaya çıkararak okura birini diğerinin aynasında görme fırsatı sunuyor.     
 
 
Olay mı eylem mi?
 
Oskay’ın kitabı, ‘Gezi’ ile birlikte başlayan ve medya eleştirisine dönüşen ‘direnişin söylemi’, ‘iktidarın söylemi’ tartışmasını yeniden alevlendirecek nitelikte. Oskay, kitapta Anadolu Ajansı’nın eylemlerin başından itibaren kullandığı 'Gezi olayları' tanımını kullanıyor. Buna başından beri itiraz edenler, süreci belirsiz 'olay' kavramı içine hapsetmenin 'eylemi' gerçek düzeyinden uzaklaştırdığını, böylece 'eylemin' serbest dolaşımının söylem içinde denetlenir hale geldiğini savunuyor. Defalarca dile getirilen sav: 'Eylem' kavramının dilden kovulması anlamına gelen bu tercihle aslında neyi imlediği açık olmayan 'olay'ın içinde 'eylem' susturulmuş oluyor.  
 
Gezi Parkı eylemlerinin sosyal ve siyasi demografisi üzerine istatistiksel verilere dayanarak analizler yapılmaya çalışılırken aynı anda bu arayışları boşa çıkaran bir kavram daha ‘icat’ edilmişti, Oskay da bunu kullanıyor: Gezici. Gezi’ye menfi veya müspet yaklaşanların, tuhaf bir şekilde kolektif bir mutabakatla sahiplendiği bu kavram, Gezi’nin çeşitliliğini tek boyuta indirgediği ve talepleri görünmez kıldığı için eleştiriliyor. Bunun nasıl bir sonuca yol açabileceği Slavoj Zizek’in “1968" kitabında,  Hanry Lois Taylor’dan yaptığı şu alıntıyla açıklanabilir: “Herkes, küçük çocuklar bile Martin Luther King hakkında bir şeyler bilir, onun en ünlü momentinin ‘Bir rüyam var’ konuşması olduğunu söyleyebilir ama o rüyanın ne olduğunu bilmez.”
 
Söylem düzeyinde itiraz edilecek noktaları olmakla birlikte parktaki on üç gününü “Bir rüya gördüm sandım” sözüyle özetleyen Oskay’ın kitabı, “Peki ama neydi Gezi’nin rüyası?”  sorusuna cevap araması açısından önemli ve evlerimizdeki ‘Gezi kütüphanesinde’ olması gereken, çok emek verilmiş bir çalışma.