Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » "Karar vermeden önce..."
Ocak 2015

"Karar vermeden önce..."

Liz Behmoaras "Sen Bir Başka Gittin"de, uzun yıllar Paris'te yaşadıktan sonra doğduğu kent olan Mardin'e dönen gazeteci ve yazar Efrem'in yeni bir hayat arayışı üzerine odaklanıyor.
Ekrem Buğra Büte
 
Çevirmen, yayıncı, gazeteci, yazar Liz Behmoaras, Türkiye yayın dünyasına birçok şekilde katkıda bulunmuş, kıymetli bir isim. Kendisini hem Paul Valery ve Simone de Beauvoir'ın aralarında olduğu isimlerin eserlerini Türkçeye kazandıran bir çevirmen olarak hem birçok gazetede çalışmış bir serbest gazeteci olarak hem de pek çok kitap kaleme almış bir yazar olarak tanıyoruz. Araştırma, biyografi ve edebiyat alanlarında eserler üretmiş Behmoaras bu kez yeni romanı ile çıkıyor karşımıza: “Sen Bir Başka Gittin”. 
 
Behmoaras, bir önceki romanı “Sevmenin Zamanı”nda 1940’lı yılların Türkiyesi’nin izlerini sürmüştü. Bu seferse daha yakın bir tarihten başlıyor, ancak hafızanın önderliğinde geçmişin sınırlarında dolaşıyoruz. Mardin’e bağlı Turabdin’de doğup büyümüş bir Süryani’nin terk ettiği memleketine 60'lı yaşlarında geri dönüşünü okuyoruz. Hatırlananların kılavuzluğunda bir geri dönüş öyküsü “Sen Bir Başka Gittin”.
 
Efrem, Zuhal ve Hafıza
Epik, naratif, mekansal bir sekansla açılıyor roman. Turabdin’den Mardin’e gitmekte olan bir papazın yola çıkış hikâyesiyle... Bindiği kamyonetin içinde son nefesini verecek olan papazın son sözlerinden birisi oluyor cevabı belirsiz sorusu: “Hiç tamamıyla mesuliyet sahibi insanoğlu var mıdır bu dünyada?”
 
Bu kısa giriş kısmının ardından Efrem’in yolculuğuna tanık oluyoruz. Yaşadığı şehir Paris’ten doğup büyüdüğü Mardin’e, kısa olması planlanan bir yolculuk yapma amacıyla geliyor Efrem. 60'lı yaşlarına varmış, ömrünü gazeteciliğe vermiş biri. Süryani. Mardin’e bağlı bir köyde doğmuş, büyümüş. Babası öldükten sonra uzun süredir ötelediği yolculuğu yapıp Mardin’e dönüyor. Görünüşte babadan miras evle ilgilenmesi gerekse de bu yolculuk çok daha fazlasını ifade ediyor onun için. Geçmişine, çocukluğuna, kendisine, yaşadıklarına, Mardin’in bir köyünde doğmuş bir Süryani olmaya dair çok fazla şey.
 
Romanın seyri ise Efrem’in Zuhal’le tanışmasıyla başka bir boyut kazanıyor. Zuhal, İstanbullu bir mozaik sanatçısı. Yaşantısıyla, kullandığı dille, yaklaşım tarzıyla bir İstanbul entelektüeli. Biraz şehre olan hayranlığı biraz da buralı olan anneannesine duyduğu hislerle Mardin’de bir sanat merkezi açmaya karar veriyor. Çalışmalarına burada devam etmeye... Efrem’in babasından kalma ev ve araziyi satma kararı ikisini buluşturuyor.
 
İki karakter bir araya geldikten sonra bir tür boyut atlanıyor. Zira bu noktada Efrem’in yalnızca Mardin’e ve çocukluğuna değil, Türkiye’ye ve aslında daha çok Türkiyeli olmaya dair fikirlerinin kısıtlılığına ve eskiliğine de tanık oluyoruz. Karakterler arasındaki kontrast pek çok şeyi görünür kılıyor. İkisinin de bir tür arayış içinde olmaları, kimlik bunalımlarına geçiveren varoluş sıkıntıları yer yer temas ediyor. İkilinin buluşup köye doğru yaptıkları bir taksi yolculuğu esnasında tüm bunlar görünür olmaya başlıyor ve bu noktadan sonra Efrem ve Zuhal’in hikayelerini dinlemeye başlıyoruz. Zira kitabın iki ana başlığını bu iki karakterin isimleri oluşturuyor. 
 
Geri dönmek mümkün mü? 
Epigraf, bir bakıma romanın kendisine bir soru soruyor esasında. Behmoaras, Paulo Coelho’nun bir sözüyle açmış romanını: “İnsanlar gidişten ziyade dönüşü hayal ederler.” Malum, romanın ana izleği de bir geri dönüş öyküsünden oluşuyor. Bir geri dönüş öyküsüne uygun biçimde, yalnızca karakterin Mardin’e dönüşüne değil, hayat hikayesinin belli kısımlarına uğrayışını da okuyoruz. Bu da karakterlerin kendilerine ait kimlik arayışlarını konuşulur kılan unsurlardan birisi. Mardin’in bir köyünde büyümüş, önce İstanbul’a, ardından Paris’e göçmüş Efrem artık Wittgenstein’la düşünen, günbatımında şiiri gören, bir anda Serge Reggiani şarkılarını hatırlayıveren önemli bir yazın insanı ve gazeteci. Doğup büyüdüğü topraklara dönüşü yalnızca buraya ne kadar ait olduğunu değil, insanın geçmişine ne kadar ait olduğu sorularını da soruyor. Öte yandan doğup büyüdüğü topraklara dönen bu adamın dönüşünü heyecanla hayal ettiği söylenebilir mi ayrı bir tartışma konusu. Hem kaçmak istiyor hem kavuşmak; hem dönmek istiyor hem de unutmak.
 
Bunlarla birlikte romanın fazlaca karakter odaklı bir dili var. Biraz da seçtiği konu ve karakterlerin durdukları yer bakımından yer yer politik meselelere temas ediyor, ancak hikayenin gidişatını gölgeleyen bir önem yaratmıyor Behmoaras’ın kalemi. Yer yer sonuç bildiren çıkarımlara başvursa da karakterlerini ezmiyor, hikayede kalmayı beceriyor. Konusu gereği kolaycı bir biçimciliğe düşme ihtimalinden kaçmak epeyce zor olsa da karakter hissiyatını geçirmeyi başardığını söylemek gayet mümkün. Dolayısıyla okuması keyifli bir roman var elimizde. 
 
“Sen Bir Başka Gittin”, dönmeye, geçmişe ve barışmaya dair bir roman. Gitmekle, gitmek kadar da dönmekle ilgili. Karakterlerinin kendi özelinde işlediği geri dönüş hikayeleriyle hafızanın gerçekliğini sorguluyor, yaşadığımız mekanların insan doğası üzerindeki etkisi üzerine sorular soruyor. 
 
Papazın son nefesinden biraz önce sorduğu soruyla başlamıştık, devamıyla bitirelim o halde: “Karar vermeden önce uzun uzun düşündüm, çünkü... Hiç tamamıyla mesuliyet sahibi insanoğlu var mıdır bu dünyada? O insanoğlu ki zaten ana rahmine hislerin galeyana gelmesiyle düşmüştür ve o andan itibaren onun da içine delilik tohumu ekilmiştir... Hani nerede, arzularla yanıp tutuşan bir gencin mesuliyet hissi? Nerede sarhoş olmuş bir adamınki?”