Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Abdülaziz’in gölgesinde kalmış bir aşk hikayesi
Temmuz 2014

Abdülaziz’in gölgesinde kalmış bir aşk hikayesi

Acının, zevk ü sefanın, şaşaanın; aşk, intikam ve iktidar hırsı gibi büyük duyguların coğrafyası olan Osmanlı, Abdülaziz döneminde yaşamış bir gayrimüslimin gözlemleriyle anlatılıyor. Kitap, hem Osmanlı’yı Osmanlı yapan her bir parçaya hem de Abdülaziz’in ‘düşüş’ dramına ışık tutuyor.
 
 
E. Nida Dinçtürk
 
Padişahlarıyla, sultanlarıyla, giyimiyle kuşamıyla, mutfağıyla, yasalarıyla, sanatıyla, gelenekleriyle ve yayıldığı coğrafya ile neredeyse bir tarih devri olan Osmanlı’ya ilişkin farklı bir öykü "Konstantinopolis'te Bir Dram". Osmanlı’nın alışılagelmiş yönetim biçimlerini ve anlayışı yıkan, padişaha sadakatin kutsal sayıldığı devlette, halkın itaatini kırmaya başladığı ilk tarihlerin perdesi "Konstantinapolis’te Bir Dram". Ama şimdiye kadar gördüğümüz, duyduğumuz Osmanlı hikayelerine göre daha farklı bir cazibe barındırıyor, çünkü hikaye birinci ağızdan aktarılıyor. Aslında kendi başına bile bir tarih değeri taşıyan kitap, çok eskilerden geliyor. Kitabın da arka kapak yazısında sarih bir şekilde özetlediği gibi, 1879 yılında İstanbul’da saray eşrafıyla yaşayan, takma adı 'Leyla Hanım' (Leila Hanoum) olan bir Fransız kadın tarafından yazılan bu roman, Birinci Meşrutiyet’in hemen arifesine, Abdülaziz’in düşüş yıllarına götürüyor okuru. 
 
 
Gayrimüslim tebaanın gözünden
 
Aslında bir aşk romanı olan kitap, hem Abdülaziz’in yönetiminin gölgesinde kalmış hazin bir hikayeyi hem de Osmanlı’nın entrikalarını, ihaneti ve intikam duygusunu anlatıyor. Bu anlamıyla da Türk edebiyat tarihinin kıymetlileri olan "Sergüzeşt"lerin, "Eylül"lerin o cânım romantizmini anımsatıyor. Leila-Hanoum, romanın baş kahramanları olan Ayşe ile Selahattin’in güçlüklerle kuşatılmış aşk hikayesini anlatırken dönemin kadınlara bakış açısını, kadınların ve halkın yaşayış biçimini, saraydaki düzeni, gelenek ve görenekleri ‘gayrimüslim tebaa’nın gözünden görme şansı veriyor. Tarafsız bakabilen bir gözün aktardığı bu bilgiler ise Osmanlı dönemine ilişkin yeni kapılar aralıyor. Doğrudan tanıklıkla kurmacanın birbirine karıştığı anlatım, oryantalist öğelerle zenginleşiyor.
 
 
Bizzat şahit olmuş bir göz
 
Kitap esasında fiziken on sekiz kısma ayrılmamış olsa da öykünün akışı itibariyle iki ayrı bölümden oluşuyormuş gibi algılanıyor ve ilk kısımda sadece bir döneme ismini verir gibi görünen Abdülaziz, ikinci kısımda romanın başkahramanı oluveriyor. Sonrasında ise Osmanlı’da bir perdenin kapanışı sayılabilecek Abdülaziz’in intiharına giden süreç ve sonrası, bizzat şahit olmuş bir göz tarafından aktarılıyor. Böylece kitabın alt başlığı olan “Harem ve Bir Sultan’ın Ölümü” ifadesi de anlam kazanıyor.
 
 
"Konstantinapolis’te Bir Dram", şüphesiz ki malum televizyon dizisinin başarılı prodüksiyonu sayesinde artan ‘Osmanlı tarihi ilgisi’nin, yazılı son meyvelerinden. Fakat kitabın varlığını bu kadar da basite indirgememek gerek. Ne şekilde ortaya çıkmış olursa olsun, bir tarihin neredeyse tüm dönemlerine şahitlik edebileceğimiz o zengin külliyat, bu vesileyle tozlu raflardan ve kapalı kaldığı sandıklardan inip kendini hatırlatıyor. "Konstantinapolis’te Bir Dram" da hem bu külliyatın alışılmadık çalışmalarından birisi olma hem de Sultan Abdülaziz’in intiharı gibi gerçek bir dramı dolaysız aktarıyor olması özellikleri ile o külliyatın bir parçası...