Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Ağızdan çıkan kelime fırçalanır mı?
Şubat 2018

Ağızdan çıkan kelime fırçalanır mı?

Adı “Bir Balık Bir Başka Balığa Onu Sevdiğini Söyler Mi?” gibi yanıtlanması zor 12 soruya cevap arayan Enis Batur’un sözcüklerine Selçuk Demirel desenleri eşlik ediyor.
BURAK KILIÇ
 
Bildiğimiz her şey kutsanmış haklılıklarımızın esiriyken, bir ses bize sakin olmamızı söylüyor. Enis Batur’un kelimeleri Selçuk Demirel’in çizimleriyle sesini yükseltmeden azarlıyor.Utanıyoruz. Hiç şüphe yok ki yaşanan her şey bizimle ilgili. Tıpkı tüm doğanın
emrimizde olduğu gibi. Bizim eşsiz zihnimizden fışkıran fikirler, kudret pınarlarına dönüştürdükleri damarlarımızdan kalbimize doğru akıtıyor kibri, zehri. O kalple gördüğümüz dünya, bize kul köpek olmayacaktı da ne işe yarayacaktı? Evelallah, onun da geliyoruz üstesinden. Artık daha özgürce katlediyoruz dünyayı ve dünyalıları. Denizlere, plastik şehirlere bombalar atarken yaptıklarımızdan şüphe duymuyoruz. Avcumuzdan çıkan
her kir insanın varoluşunun alnına leke çalıyor. Biz vesikalı ademoğluna Enis Batur kelimeler, Selçuk Demirel renkler diziyor ardı sıra. İki ‘dünyalı’nın hafifliği karşısında, insan oluşun ağırlığı yük oluyor. Okudukça hafifledim.
 
Kitabı elinize aldığınızda çizimleriyle, sorduklarıyla ve içselleşmiş metinleriyle daha önce az çok adım atılmamış bir yola giriyoruz. Yol üzerinde balık oluyoruz ya da bir masa. Gündelik yaşantımızda temas ettiğimiz olgular üzerinden yarattığı sorulara yalnızca yanıt vermiyor Batur, bizi de içeriye davet ediyor. Ufacık bir kitabı iki saatte bitirebilirsiniz, ama sayfalar o kadar ağır ki çevirirken dürüstlük mührünü yırtmanız gerekiyor. O sayfanın sorusuna içimizden bir ses yükseltmeden, Selçuk Demirel’in resimlerini kurgulamadan bir sonraki sayfa çok
uzakta kalıyor. Kitap bittiğinde artık trafik lambalarına, kaldırım taşlarına, güvercinlere başka bir bakar oluyorsunuz. Böyle tatlı bir yorgunluğu ne zamandır tatmadığınızı hissediyorsunuz.
 
Açık yapıt
 
İnsanlar ateşe benzer. Etrafından atılan dallarla yanar, sönerler. Keza yaşları da bu hara tesir eder. Yaş alındıkça diner, lezzetleniriz. Bu gelişimin başlarında, genç oluşun coşkusu keskinlik kazandırıyor. Büyük ve keskin kanaatlerimiz, başka açılara ve ‘hak verebilmeye’ engel
oluyor. Bu hal kendisini en çok sanatta ve felsefede gösteriyor. Belli bir aritmetiğe oturan ilk düşünce hayat ilkesi oluyor. Enis Batur sorduğu, kendi deyişiyle ‘saçma sapan’ sorularla okurunun aklına labirentler kuruyor. Karşılaştığımız her soruya bir yanıt verecek bilginlikte değiliz. Ama soru kıymetlidir. Sorunun anlamından çok cevabın arayışına ve çabasına teşvik ediyor Batur. Bu çetrefilli yol, pek çoğumuzun içinde bulunduğu ‘şehirli’ kümesinden boş bir çaba gibi görünebilir. Sonuçta bizden kaçan, maaş günlerine hapsolmuş bir lüküs hayatımız var. Ama bir adım geriye çekilip kendimize sorular sorduğumuz zaman ufukta kendimizle karşılaşıyoruz. Soru sormanın ve dahi cevap aramanın bize neler kattığına ışık tutan Batur, bir nevi açık yapıt sunuyor bizlere.
 
En çok çocuklar bilir kendini
 
Çocukların algısı çok açık eksik bir önerme. Biz dedikodudan başka bir şeyi merak etmediğimiz için onların ergenliklerine kadar olan süreçte sordukları bütün sorulara ‘üfff’leriz. Enis Batur, sorduğu kimi oksimoron kimi çocukça sorulara yanıt vermek yerine ipuçları bırakıyor. “Bir Balık Bir Başka Balığa Onu Sevdiğini Söyler Mi?” bilinmez. Ama ‘bir testere dişlerini muhakkak fırçalamalı’. Kolay olması her ağzımıza geleni konuşabileceğimiz yetkisini tanımaz. Dili, yetişkinler silah gibi kullanırken düzenli diş döken bir çocuk kalp kırmaz. Çocuklar cevabını duymadan sorular sorar. Yorucu görünen bu eylemde ise kaybettiğimiz masumiyetimiz ve merakımız ardımızdan el sallar.