Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Bir askerden fazlası
Eylül 2016

Bir askerden fazlası

Özgün adı "Türkiye'deki Olaylar ve Durum Üzerine Mektuplar" olan bu kitap, Moltke'nin aile ve dostlarına Türkiye'den yolladığı mektupların bir araya toplanmasıyla ortaya çıktı.
"Moltke'nin Türkiye Mektupları"
Helmuth von Moltke
Çev: Hayrullah Örs
Remzi Kitabevi
MEKTUP
 
Yılmaz Ruhi Demir
 
 
1800 yılında Almanya'da doğan Feldmareşal Helmuth von Moltke, 1836-1939 yılları arasında gezmek üzere geldiği Osmanlı'da askeri uzman ve danışman olarak kaldı. Başta İstanbul ve Boğaziçi olmak üzere birçok yerin haritasını yaptı. Osmanlı İmparatorluğu'nun birçok yerini gezdi, Doğu illerinde küçük askeri hareketlere katıldı; Mısır ordusuyla Nizip'te yapılan ve bozgunla sonuçlanan savaşta aktif rol aldı, ama bütün çabalarına rağmen sonucu önleyemedi. 1858-1888 yılları arasında Prusya devleti Genelkurmay Başkanlığı'na atandı. 1891'de Berlin'de ölen Moltke, alışılagelmiş komutan tiplerinden fazlası olarak görülüyordu. Tanıyanlar onu bir bilgine benzetiyordu. 
 
Bilge bir kalem
 
Bu bilge asker, 1836-1839 yılları arasında kaldığı Osmanlı'da yaptığı hizmetleri ailesine ve dostlarına yazdığı mektuplarda tek tek anlatıyordu. Ölümünün ardından derlenen mektuplarda Moltke, Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyeti altındaki geniş coğrafya üstünde türlü vesilelerle yaptığı ziyaretler sırasında büyük romancılarınkini aratmayacak bir titizlikle yaptığı gözlemlerini aktarırken şaşırtıcı ölçüde bonkör davranmış. Moltke bu zaman aralığı boyunca Osmanlı'da pek çok önemli görevde yer almış. Bunlardan en önemlisi belkide, Osmanlı'nın yeni bir askeri yapılanma içine girmesi ve Moltke'nin burada söz sahibi olmasıydı. Osmanlı'nın önemli kırılma noktalarından kabul edilen Yeniçeri Ocağı kaldırılmıştı. Bu zorlu sürece mektuplarında yer veren Moltke'nin yazdıklarına ve üslubuna bakılırsa alelade bir askerden çok , bilge bir kalemdi. Basit bir ifadeyle bu genç yüzbaşı, mektupları okuyan herkesin şüphesiz katılacağı şekilde denizcilikten doğaya, hayvancılıktan ev ve aile yaşamına, kadınlardan gündelik saray pratiklerine, mimariden iklimlere, coğrafyadan toplumsal fay hatlarına, mevcut çatışma ve ayrışmalardan sınıfsal çözümlemelere, savaş stratejilerinden entelektüel tarih bilgisine varıncaya dek ve üstelik geçiştirmeden, zengin bir dil ve güçlü betimlemeler kullanarak büyük bir sanatçı portresi çiziyordu. 
 
Resmi tarihin cetveli, askeri üslubun raporcu doğası, edebiyatın kurgusallığı ve belgeselciliğin duygudan çoğu kez uzaklığı düşünülünce bu mektupların bulunduğu yeri hepsinin ötesinde, daha ayrıksı bir toplam içinde değerlendirmek gerekir. "Moltke'nin Mektupları"nın Almanca özgün başlığı 'Unter dem Halbmond'. Almanların ay yıldızlı bayraktan bahsederken kullandıkları ve esasen yarım ay anlamına gelen 'Halbmond'un, burada Osmanlı İmparatorluğunu temsil ettiğini anlamak güç değil. 
 
Başşehir İstanbul
 
Moltke, mektupları boyunca Anadolu'yu tüm yüksek gözlem gücü ile ne kadar aktarsa da hiçbir yeri 'Başşehir İstanbul' kadar detaylı bir şekilde ayrıntılı resmetmemiş. Muhafızları ile İstanbul sokaklarını gezerken karşılaştığı her yaştan ve milletten insanı tarif biçiminden şehrin köprülerine ve ormanlarına varıncaya dek bir dizi gözlemi ustaca ifade eden Moltke örneğin, İstanbul’un su yollarını şöyle tarif etmiş: "Bizim taraflardaki şarap eksperleri nasıl tadarak şarabın bağını ve yılını keşfederlerse, bir Türk de bir içim suyu tadınca şu ya da bu, çok beğenilen pınardan geldiğini, Çamlıca’dan mı, Asya tarafındaki Bulgurlu’dan mı, Büyükdere yakınındaki Kestane suyundan mı, yoksa Beykoz’daki Sultansuyu'ndan mı alındığnı söyler."
 
Nihai olarak kendisinden istenenin İstanbul'un haritasını çıkartmak olduğu da düşünülürse, aslında yaptığı şey plançete ile bir mühendislik çalışması yapmanın çok daha ötesinde bir yerde duruyor. Çünkü İstanbul’un su gurmeleri gibi nitelikli bir konuya eğilmek, işinde ne kadar başarılı bir kimse olursa olsun, İstanbul'a gelmiş bir yabancıdan beklenecek şeyler içinde olmayacaktır.
 
"Bahçelerinde nar ve defne ağaçları"
 
1835 yılının 23 Kasım tarihinde yazdığı "İstanbul'dan Boğaziçi'ni geçerek Büyükdere'ye yolculuk" mektubundan: "... Hızlı akıntı yüzünden kayıklar Boğazdan yukarı çıkarken Avrupa yakasına iyice sokuluyorlar. Biz de dalgaların yaladığı yazlık evlerin (yalı) köşesini bucağını zevkle gözden geçirdik. Pencereler kamış kafeslerle örtülü. Bahçeleri defne ve nar ağaçları gölgelendiriyor, sayısız çiçek saksıları süslüyor. Bol bol açmış güller gelen geçene, bahçe duvarlarının parmaklıklı pencerelerinden gülüyor, yunusbalıkları da kayığın yanı başında, durgun su yüzünden soluyarak sıçraşıyor. Boğaziçi’nin her iki kıyısında bir ev birini, bir köy ötekini takip ediyor ve hepsi birden, İstanbul’dan Büyükdere’ye kadar olan üç millik mesafede, zarif köy evleri ve hükümdar sarayları, balıkçı kulübeleri, camiler, kahveler, eski saraylar ve şirin köşklerden upuzun bir şehir teşkil ediyor.
İngiltere ve Fransa sefirlerinin oturduğu Tarabya’nın yeri çok güzeldir. Tarabya, Boğaziçi’nin buradan sonra kayalık ve işlenmemiş olan dağ sırtları arasından Karadeniz’e bakar. Solda geniş bir koyda Büyükdere'nin evleriyle Avusturya, Rusya, Prusya ve başka sefarethanelerin konakları sıralanır."