Milliyet Sanat
Ağustos 2014

Büyük oyun

Hakan Karahan yeni romanında, 2001 yılındaki ekonomik krizden bu yana ne olup bittiğini, kamuoyundan saklanmak istenen gerçekleri, her koşulda kârlarına kâr katanları bir senaryo tadında anlatıyor.
 
 
ORHAN TÜLEYLİOĞLU
 
Hakan Karahan yeni romanı “Abluka”da Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizinin yaşandığı 2001 yılına götürüyor bizi. Yazar, aynı yılın 19 Şubat günü MGK toplantısında, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’e anayasa kitapçığını fırlatmasıyla başlayan, 22 banka ile binlerce şirketin batması ve ilk üç ay içinde on binden fazla bankacının işsiz kalmasıyla süren bu dönemi patronlar, yöneticiler ve işlerini kaybeden 'beyaz yakalılar'ın gözünden aktarıyor.
Roman araştırmaya, deneyime ve güçlü bir gözleme dayanıyor. Kurgu 'dış mihraklar' tarafından manipüle edilerek ekonomik abluka altına alınıp krize sokulan Türkiye’nin üzerine oynanan oyunlar, düştüğü durum ve bu sürecin insanlarda yarattığı sosyolojik ve psikolojik değişim üzerinden ilerliyor. 
 
Yazar romanın hemen başında şunları söylüyor: “İnsanlar özgür olduklarını sanırlar. Uluslar da. Oysa özgürlük ile tutsaklık, bağımsızlık ile bağımlılık iç içedir. Gece buradayken şafak gelir. Şafak buradayken bile aslında gecedir. Neyin tam olarak ne zaman değiştiğini anlayamayız. Türkiye gibi.” Gerçekten de ekonomik kriz birden bire pek çok şeyi değiştirmiş hükümet 'dalgalı kur' politikasına geçme kararı almış, ekonomiyi kurtarmak için Kemal Derviş ABD'den gelmiş, ülke bilinmeyen bir yöne sürüklenmeye başlamıştı. 
 
Çok zengin bir dünya
Romanda olaylar Mat-Bank çevresinde gelişiyor. Yazar, yaşayabilmek için tek koşulun zenginlik, ama çok zenginlik olduğu bir dünyaya götürüyor bizi. İlkin, Mat-Bank Yönetim Kurulu Başkanı Şahbaz'ı, murahhas azalar Selim ve Fatih kardeşleri, Genel Müdür Mehmet Berksoy'u, yardımcısı Kazım'ı, ünlü haber yapımcısı Yeşim'i, Esra'yı ve Özcan'ı tanıyoruz. Kriz durumunda bile bankayı kâra geçiren Mehmet Berksoy, doğru veya yanlışın olmadığı sadece kazananların ve kaybedenlerin olduğu bir dünyanın da simgesi. Güç ve zenginliğe tapıyor, kudret ve para onun için her şey. Bencil, hırslı, kafası çalışıyor. Binlerce çalışanın işine son verirken yardımcısına şunları söylemekten geri kalmıyor: “Kazım Bey burası Japonya değil, Türkiye. Biz Japon değiliz ki toplum çıkarı için her türlü özveriyi bekleyen bir ahlak anlayışında olalım. Önceliğimiz bankayı kurtarmak.”
 
Aynı zamanda güçlünün yaşadığı, zayıfın öldüğü, kişilik aşınmalarının doruğu bir dünyadadır burası. Kimin dost kimin düşman olduğu ortamdaki değişimlerle hemen değişen bir dünya. İşini kaybeden Esra, bambaşka bir yaşama adım atar. Kazım hızla dibe vurur. Yeşim, karakteri gereği değişikliklere anında adapte olur. Kendisinden başka hiç kimseyi düşünmeyen ve tek hedefi bankanın CEO'su olmak olan Mehmet ise sonunda pasif bir görevle yurtdışına gönderilir.
 
"Fırsatları kullanın"
Romanda kriz ile birlikte yaşananlar, geleceği herkesten önce gören, Mat-Bank yönetim Kurulu Başkanı Şahbaz’ın ağzından aktarılır: “Neoliberalizmde sosyal devlet yok, üretim yok, para ekonomisi var. Paradan para kazanmak var. Herkes daha fazla tüketsin var. Kişilik demek kredi kartları demek.” Şahbaz, bu krizden sonra dış güçlerin muhafazakâr bir kitleye büyük destek vereceğini, ufukta yeni bir parti göründüğünü belirtir ve öngörülerini sıralamaya devam eder: “Görün. Sosyal devlet jet gibi özelleştirme yapan, limanları, bankaları, sigorta şirketlerini, içki fabrikalarını, dağı taşı her şeyi üç kuruşa yabancılara satan bir devlete dönüşecek. Bunu yaptıracaklar. Çünkü her şeyi hakikaten üç kuruşa elimizden kapmak isteyecekler. (...) Dünyayı değiştiriyorlar. Bütün dünya bu uygulamadan geçecek, öyle ya da böyle... Dedim ya, büyük oyunu görmek lazım. Bu modelin asıl teorisyeni Hayek’tir, uygulayıcı ise Friedman. CIA ve Pentagon’la çalışan bir sürü iktisatçı Nobel Ödülü aldı. '74' te Hayek'e, '76'da Friedman'a Nobel verdiler dünya bu adamları tartışamasın diye.(...) Yeni bir Türkiye'ye hazır olun. Adımlarınızı sağlam atın. Göreceksiniz ileride tarım kalmayacak. Her hizmet paralı olacak. Orta sınıf fakirleşecek, ama açlıktan sürünenlerle beraber bu ülkeden dünya milyarderleri de çıkacak. Borsa coşacak. Gayrimenkul de öyle... Biz tüccar adamlarız, gereğini yapın. Fırsatları kullanın. İyi değerlendirin.”
Sonunda Şahbaz’ın tüm öngörüleri gerçekleşir. AK Parti tek başına iktidara gelir. “Büyük Ortadoğu Projesi” diye bir şeyden konuşulmaya başlanır. “Ilımlı İslam” diye önceden hiç duyulmayan bir tabir sık sık duyulmaya başlar. George W. Bush’un sahneye koyduğu bu büyük oyunla birlikte, ülkemizde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır: “2014 yılının Haziran ayındayız. Türkiye’de kutuplaşma, toplumsal teraziyi sarsacak boyutlarda. Her konuda ortak akıl sıfırlanmış ve intikamcılık ön planda. Cumhuriyetin ilkeleri hakkında ciddi fikir ayrılıkları söz konusu. Kalitesizleşme, Ortadoğu ülkesi haline dönüşme, muhafazakarlaşma değişimin en büyük özellikleri. Gökdelenler, alışveriş merkezleri, ultra lüks mağazalar ve popüler semtlerde açılan içkisiz lokantalar dahil, kültürsüz, lümpen yeni zengin bir güruhla dolup taşmakta.”
Hakan Karahan, “Abluka” adlı romanında, 2001 yılındaki ekonomik krizden bu yana ne olup bittiğini, halkımızın nasıl kandırıldığını, kamuoyundan saklanmak istenen gerçekleri, her koşulda kârlarına kâr katanları bir senaryo tadında anlatıyor. Dolaysız, hiçbir yola sapmadan,  umutsuzluğa kapılmadan, korkmadan, eğilmeden, bükülmeden...