Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Büyüyünce atlet olacak kız
Mart 2015

Büyüyünce atlet olacak kız

Raflarda yeni bir Marilyn Monroe biyografisi görürseniz şaşırmayın. Pas da geçmeyin ve lütfen kızmayın da... Bu Norman Mailer’ın yazdığı kıymetli bir eser ve raflara çıkmasının tek sebebi Türkçeye yeni çevrilmiş olması.
ELİF TÜRKÖLMEZ
 
 
Ben açık söyleyeyim. Orta sehpalarınızda tuğla tuğla Marilyn Monroe biyografileri, Andy Warhol bukletleri ve çağdaş mimarinin on süperstarını tanıtan kuşe tuğlaları görmekten çok sıkılmıştım. O yüzden böyle oldu. Aslında sehpalarınız da, kitapçılardan poşet poşet topladığınız sıkıcı kitaplarınız da beni hiç ilgilendirmiyor. Ama işte birden dayanamadım. "Yine mi Marilyn Monroe biyografisi?" diye sordum bu ekin editörüne. Sizin sehpalarınız yüzünden, "Ne yazmışlar yine ya, çok merak ettim?" diye üsteledim. Saçma sapan konuştum. Ama o nazik ve makul biri olduğu için bana tane tane açıkladı. Mailini düzgün okumadığım için azarlamadı. Dedi ki "Norman Mailer'ın yazdığı kitap bu." O zaman tamam dedim, pardon dedim, sizin sehpalar yüzünden olduğunu da söyleyemedim, çok utandım.
 
Editörüm bana kızıp bir daha yazı vermeseydi, sizin sehpalarınız yüzünden olurdu. Hem de bu yüzden ben de daha az tütün, daha az ekmek ve daha da sıfır elma alırdım. Çünkü evden çalışmak hiç de aslında çok basit bir şey, aşırı zevkli bir çalışma biçimi, süper özgürlük filan değil. Sigortamız yok. Cam silen teyzelerin de yok. Ve cam silen teyzeler de biz de evden çalışırken hiç ama hiç eğlenmiyoruz. Neyse, kafanızı şişirmeyeyim şunu söylemeye çalışıyorum, siz benim gibi yapmayın. Bu kitaba, raflarda göreceğiniz yeni Marilyn Monroe biyografisine, özen gösterin. Çünkü bu kıymetli bir parça. Çevirisi azcık yorucu olmakla birlikte pek fazla arızası olmayan bir kült.
 
Karısını bıçaklayan yazar
 
"Bu herif (Norman Mailer) karısını bıçaklamamış mıydı?" diyebilirsiniz. Açıkçası, bunu derseniz size ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Düşündüm ama bulamadım. Belki Norman Mailer’ın kötü bir insan ama iyi bir yazar olduğunu filan söyler kitabı anlatmaya geçebilirim. Okuyup okumamak size kalmış. Ama bence okuyun çünkü bu kitap, Marilyn Monroe’nun hayatını kurgu gibi anlatıyor ama aslında her şey gerçek. Bir de Joyce Carol Oates şaheseri "Blonde" var. Onu da okuyabilirsiniz. Oates bir röportajında Marilyn’nin hiç de ilgisini çekmediğini filan anlatıyordu, çok tatlıydı, daha çok Norma Jean Baker’la ilgilendiğini, onu güzel değil ama alımlı bulduğunu söylüyordu. 
 
Norman Mailer'a gelince, kitap boyunca Marilyn Monroe’yu anlamaya çalışıyor. "Biyografi yazarının üstünde durduğu ve durmadığı ayrıntılar var," diyor. Mesela Marilyn'nin ilk gençliğinde Clark Gable’ı babası olarak tanıtması ya da ilk evliliğinde düğün sırasında damadın beyaz ceketinin üzerine bir kase domates sosu dökülmesi gibi... Biyografi yazarının ciddiye aldığı ayrıntılardan örneklerse şunlar: Marilyn, Arthur Miller ile evlendiği gün regl olmuştu. Ve düğünden sonra onları kovalayan bir gazeteci kadın, trafik kazası geçirip ölmüştü.
 
"Ne kanlı bir görüntü!" diyor Mailer bu kaza için ve ekliyor: "Sevdiği tek adam olduğu konusunda kendini inandırdığı kişiyle hayatını birleştireceği gün bir kadın paramparça olup ölüyor." Bunun Marilyn’nin krizlerini anlamak için kilit olaylardan biri olduğu görüşünde.
 
Diğer kilit ise kesinlikle ailesi, kökleri, dedesi, dayısı filan... Marilyn’in büyükbabası ömrünün son yıllarını bir devlet tımarhanesinde geçirmiş. Babaanne sokaklarda girdiği öfke krizleriyle hatırlanıyor. Kendi kendine sokaklarda bağıran bir kadın... Marilyn, denilene göre, kızıl saçlarını ve güzelliğini ondan almış. Marilyn’nin annesi de tımarhanede yaşamış bir süre. Dayısı intihar etmiş. Yazar en sıradan rastlantıların bile mutlaka derin uyarılar olarak görülmesi gerektiğini düşündüğü için bunları çok önemsiyor.
 
Ve Marilyn’in ilk oynadığı filmde, "Don’t Bother to Knock"ta, aklıyla derdi olan bir kızı canlandırmasının da, filmin yönetmeninin soyadının Baker olmasının da, acayip önemli işaretler olduğunu düşünüyor.
 
"Her zaaf müstakbel bir gücü öngörür"
 
Yazar, Marilyn Monroe’nun ‘sarışın bomba’ imajının hayatta kalmak için yarattığı bir hal olduğunu, depresyona girmemek, intihar etmemek için seçilmiş bir resim olduğunu söylüyor: Ve zorunluluk kendisini bir varlık olarak, ağırlaşan havayı sevecen, bilge, esprili bir seks meleğinin bedeninde, hafifleterek dünyaya sunmak olmuş olabilir. Fakat bu planın başarısızlığının sonucu delirmektir. 
Mailer kitap boyunca, tabii ki, evlerin çarpık verandalarını, dertten içilen içkilerin tadlarını, küfürlerin patlattığı boğazların titreşimlerini, elbiselerin parlak kırmızı satenlerini, film laboratuvarlarının kokusunu ve Marilyn Monroe’nun içi içine sığmaz pür hallerini çok güzel anlatıyor.
 
Onu hülyalı bulmakla birlikte ondan dalgın diye söz edemeyeceğimizi yazıyor. "Kesinlikle enerjik bir bebekti o," diyor. "Ve büyüyünce mesela atlet olacak bir kızdı," diye ekliyor. Yani ona göre aktris olmayacaktı. Atlet olsaydı keşke. Jimnastikçi Nadia Comaneci gibi ya da tenisçi Serena Williams gibi sevseydik onu, alkışlasaydık, toka kutumuzun kapağından ya da işte sizin o büyük sehpalardan bakmasaydı öyle mahsun, saf ve tatlı.
 
 
Kitaptan bir bölüm
 
Pudra ponponu ve sevilmek
 
"Yetimhaneye konulduğundan yaklaşık dört ya da beş ay sonra bunalıma girdi. Depresyon, yağmurlu bir günde şiddetini artırdı. Yağmur ona babasını hatırlattı ve başıboş gezme duygusu uyandırdı. Okul dönüşü sıradan usulcacık ayrıldı ve kaçtı. Nereye kaçtığını bilmiyordu ve şiddetli yağmur fırtınası altında amaçsızca yürüdü. Bir polis memuru buldu onu ve karakola götürdü. Gerisin geri Bayan Dewey’in odasına getirildi. Kuru giysiler giydirilmişti. Dövüleceğini sanıyordu. Ama Bayan Dewey onu kollarına aldı ve ona güzel olduğunu söyledi. Sonra da Norma Jean’in burnunu ve çenesini pudra ponponuyla pudraladı. 
 
1950’de Marilyn pudra ponponu hikayesini Twentieth Century Fox film şirketinde bir tanıtım elemanı olan Sonia Wolfson’a anlattı ve 'O an hayatımda ilk kez sevildiğimi hissettim,' dedi."