Camdaki tencere buğusu
GÖKÇER TAHİNCİOĞLU
Kış, biraz da çocukluk anlamına gelir. Binbir zahmetle ve masrafla ısıtılmış eve uyandığınızda, mutfaktan haşlanan yumurtanın fokurtusu, demlenmiş çayın kokusu geliyorsa, sıcaktan buğulanmış mutfak camının ardından belli belirsiz yağan karı ya da kırağı ile buza durmuş ağaçları görebilme şansına erişmişseniz, hep çocuk kalacaksınız demektir. Buğulanmış her camda o günlere dönerek, sabahın soğuğuna inat demlenmiş her çayda anne ve baba kokan bir mutfağı özleyerek ve kar yağdığında hep o mutfağa dönmeyi isteyerek yaşlarınız geçecektir. O neşeli hüznün kırılgan tarafları bir tarafa, sizinle bir mutfakta bulunma şansına sahip olanlar da nesilden nesile aktarılan o buğunun büyüsünde bir ömür geçirecektir.
Mutfakta pişenler
Büyülü bir mutfağı, kalplerimize getiren kitabın yayınevi şaşırtıcı değil: Ayizi Kitap. Nurşen Şenol Güllüoğlu’nun kaleme aldığı “Mutfağın Hatıra Defteri” adlı kitabın buğusu henüz üzerinde, rafa çıkalı birkaç hafta oluyor. İsminden kapağına kitap, sizi elinize aldığınız anda kalpten vuruyor. Başınıza ne geleceğini bilmeden mutfağa hayat vermiş kadınların, erkeklerin, çocukların, gençlerin, yaşlıların neşeli, hüzünlü öykülerini, hayatlarını ve sırlarını öğreneceğim düşüncesiyle açıyorsunuz kapağı. Zaten tüm bunlardan fazlası karşılıyor sizi.
Nurşen Şenol Güllüoğlu, çocukluğundan ilk gençliğine uzanan yolculuğu mutfak hikayeleri üzerinden anlattığı kitabında sadece kişisel öyküleriyle yetinmiyor. Bir yandan özlediğimiz o sade ve yetinebildiğimiz günlere bizi götürürken diğer yandan kapısı mahremiyetle kapanan evlerde yaşananları, küçük bir kızın büyüme macerasını, mutfak sırlarını aktarıyor. Ve dahası yemeklerin ayırdına varılmış hikayesini.
Muzlu rulo pastanın, komşuların getirdiği turşuların, ağaçtan koparılıp kurutulmuş kayısılardan yapılan tatlıların kalpte bıraktığı izleri... Macuna öykünen ve anneleri izin vermediği için boynu bükülen bir küçük kızın babasının, ‘büzeyden’ yaparak nasıl kahraman olabileceğini... Ve yokluktan cennet yaratabilme kabiliyetini taşıyan kadınların, ‘katiyen olmaz’ denilen koşullarda bile bir evin salonundan nasıl bir saray çıkartabildiğini. Elbette fonda mecbur kalınanlar, mecburiyetle yaşanan evler, öfkeyle girilen ve çıkılamayan mutfaklar da geçiyor; kadınlığın ve erkekliğin bu toplumda nasıl kurulduğu da.
Fonda akan ‘toplumsal kurallar’ ve açıktan söylenen ‘kişisel deneyimler’ öylesine naif ve sıcak bir dille aktarılıyor ki, özlerken anlamaya gayret ediyor, bir şeyi değiştirmeye çalışırken, bir şeyi bozmamanın nasıl mümkün olabileceğine kafa yorarken buluyorsunuz kendinizi.
Eksikleri gidermek
Nurşen Şenol Güllüoğlu’nun kitabı aslında kendisini ‘küçük kız’ diyerek ve isim vermeyerek anlattığı bir otobiyografi. Ama bir yanıyla aynı sınıfta büyümüş bütün küçük kızların macerasını aktaran bir öykü kitabı. Bir yanıyla bir küçük kızın büyüme serüvenini gözler önüne seren bir biyografi. Aksu Bora’nın hazırladığı, desenlerini Füsun Ürkün’ün, tasarımını Tennur Baş’ın yaptığı kitabın büyülü tarafı, sizi de kendi çocukluğunuzdaki mutfaklara döndürebilmesinde. Bütün bu becerinin yanında her küçük öyküden ve kişisel deneyimlerden sonra o öykünün odağında yer alan yemeğin tarifini vermesi de cabası. O yemeklerin piştiği mutfaklardan hikayeler, özlemler, hüzün ve neşelerin bir başka zamana taşınacağını da biliyor kitap sanki.
Eksiklerini gidererek, yanlışları düzelterek ve lakin bir ruha da hayat vererek yaşamanın mümkün olduğunu anlatması da alamet-i farikası