Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Gerçek bir gazetecinin zorlu sınavı
Ocak 2015

Gerçek bir gazetecinin zorlu sınavı

2013 yılının kasım ayında, haber için gittiği Suriye'de Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) tarafından kaçırılan ve 40 gün sonra kurtarılan Milliyet Gazetesi Fotoğraf Servisi Müdürü Bünyamin Aygün, yaşadıklarını kitabı "IŞİD'in Elinde 40 Gün"de anlattı.
 Musa Kesler
 
Gazetecilik zor zamanların mesleğidir. Güllük gülistanlık ortamlar belki romantik ya da bohem şairler için verimlidir ancak gerçek haberciler için asla. Şartlar zorlaştıkça, imkânlar daraldıkça gazeteci için karşı konulamaz bir cazibe çıkar ortaya. Zira nereden, ne zaman ve nasıl ortaya çıkacağı hiç belli olmayan ‘haber’ en kıymetli halini böyle zamanlarda alır. İşte o zaman bir uçurumun kenarında, tabiatin öfkesiyle savrulmuş bir afet sahasında ya da gökten yağan bombalarla yer ile yeksan olmuş bir savaş bölgesinde gözyaşı, kan ve ızdırap ile çevrelenmiş haberin çağrısı gazetecinin ruhunu teslim alır.
 
Zaten gazeteci de zor olanın peşindedir, rahat batar. Dışarıdan renkli bir macera gibi görünür. Ancak gerçekte öyle değildir. Özellikle savaş bölgelerinde ulaşmaya çalışılan haber, ölüme sadece birkaç adım mesafededir. Fakat kimin umurunda? İşte Milliyet Gazetesi'nden Bünyamin Aygün de rahatın battığı gazetecilerden... Zoru, uzak olanı ve hatta imkânsız olanı bulup yakalamanın peşindedir o hep. Eskilerin ‘tecessüs’ dediği saklı olanı arayıp bulma, ortaya çıkarma arzusunun da esiridir. Bu esaretin emareleri, kendisiyle ilk kez karşılaşan biri tarafından bile hissedilir. Bu ağır esaretin sevki ve kabına sığmayan enerjisinin tazyikiyledir ki "IŞİD’in Elinde 40 Gün" adlı kitabına konu olan zorlu günlerden geçti... Aygün, 26 Kasım 2013’te bir röportaj için Hatay’dan Suriye’deki savaş bölgesine geçtikten sonra IŞİD’e bağlı grupların eline düştü. Tam 40 gün süren esaretin ardından bin bir türlü çaba neticesinde sağ salim kurtuldu. Ayağının tozuyla gazeteciliğe döndü ve dünyayı dehşete düşüren bu ateş çemberinde  yaşadıklarını bu kitabında topladı. Değme gazetecilerin ancak fotoğraflardan, video kayıtlarından takip edebildiği bir kan deryasının derinliklerini ortaya serdi.  
 
Canlı bir anlatım
Kitapta, Suriye'ye gönderilmesine karar verilen yazı işleri toplantısından başlayarak, IŞİD’in eline düşmesine ve kurtarılmasına kadar geçen süreçte yaşadıklarını dikkat çeken detaylar ve canlı tasvirler eşliğinde anlatıyor Aygün. Satır aralarında göz kırpan küçük ayrıntılar aslında büyük resmi görmek için yol işaretleri... Usta bir haberci olan Bünyamin Aygün’ün elinde fotoğraf makinesi olmadan da gördüklerini zihninde canlı ve renkli bir şekilde muhafaza edebildiğini görüyoruz. Kirli duvarlarla çevrilmiş karanlık bir odada geçen vakitleri o kadar canlı bir şekilde anlatıyor ki, aniden aralanan kapının gıcırtısı sizi de ürkütüyor. Yandaki hücreden işkence altında yükselen feryatlarla ürperiyor, tavandan ilahi bir lütuf gibi sızan ışık huzmesinin aydınlığını yüzünüzde hissederek olayların akışına kendinizi kaptırıyorsunuz. 
 
Gerçekle hayal arasında
Aygün’ün ruh hali de tecrübeli bir gazetecinin asla esir edilemeyeceğini, sadece hareket kabiliyetinin sınırlanabileceğini açıkça gösteriyor. Zira Aygün etrafıyla iletişimi en sınırlı olduğu zamanlarda bile hiçbir umutsuzluğa düşmeden gazetecilik merakını canlı tutuyor. Ona hâkim olan iki duygu var: Korku ve merak. Bölgenin en gaddar gruplarından birinin elinde, ‘infaz’ kararını beklerken korkuya kapılıyor. Ama bir süre sonra bu korku yerini olup biteni anlama ve tanımlayabilme merakına bırakıyor. Gelen veya 'gelmeyen' bir haberle bu korku dağılıyor ve yerini, tekrardan dinmek bilmeyen bir gazeteci merakı alıyor. Bu iki duygunun ortası yok. Fiziki olarak bir rahatlık olmadığı gibi zihnen de bir rehavete düşmüyor. İdrakini hep canlı tutarak ayakta kalıyor: “Dışarıda miyavlayan kediyi de çok merak ediyordum. Kimsenin olmadığı zamanlarda kapının önüne gelip miyavlamaya başlıyordu. Bundan hâlâ hayatta olduğumu anlıyordum. Artık git gide gerçeklik hissimi kaybetmek üzereyken bu kedi ve her gün farklı saatlerde, ama aynı tonda öten kuş adeta bunu görev edinmişti. Gerçekle hayal arasında gidip geldiğim bu günlerde hafızamı zinde tutmam konusunda imdadıma yetişmişlerdi. Bu kedi ve çit kuşuna çok şey borçluydum,” derken kendisini esir eden ve her an ‘kelle’ tehdidi altında tutanlarla fikri tartışmalara girmekten de çekinmiyor. Hatta bazen sorgucularla yer değiştiriyor. Önlerine bir ayna koyarak milyarlarca insanın mensup olduğu mukaddes değerler sistemine nasıl kötülük ettiklerini göstermeye çabalıyor. Bütün bunları yaparken de ölüm ile yaşam arasında ince bir çizgi üzerinde olduğunun farkında. 
 
Bünyamin Aygün'ün kitabı, gerçek bir gazetecinin zorlu sınavı olmanın yanı sıra Ortadoğu'dan Paris'e uzanan vahşetin faillerinin ruh ikizlerinin elinde geçen günlerinin, haftalarının da analizi... Merak, endişe ve korku dolu dehlizlerle, zift karanlığındaki hücreler arasında dolaşırken kitabın bitiverdiğini anlamıyorsunuz bile...