Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Gerçeklik ve algı
Kasım 2015

Gerçeklik ve algı

Necib Mahfuz'un Kahire'de eski bir evin sakinlerinin gündelik yaşamını irdelediği "Düğün Evi", ev sakinlerinden birinin yazdığı tiyatro oyunu ile gerçekliğin sorgulandığı bir mekana dönüşüyor
NURDURAN DUMAN
 
 
Dünyada ne kadar insan varsa o kadar da sözlük var. Sözcüklerin sözlerin, her bireyin sözlüğünde karşılığı farklı. Yanıtları da. Kimi, bazen dille, bazen suskuyla, bazen davranışla yanıt veriyor olana bitene ve gerçeğe. Peki, salt gerçek ile bireyin kendi gerçeği arasındaki mesafede ne oluyor da her kişinin gerçeği bir diğerinin gerçeğinden farklı oluyor? Necib Mahfuz, “Düğün Evi”nde, işte bu sorudan yola çıkıp hem biçimsel olarak farklı ve Faulknervari, hem de içerik olarak katmanlı bir hikâye koyuyor önümüze. 1988 Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen yazarın 1981’de yazdığı “Düğün Evi”, Mahfuz’un yazarlığını konuşturduğu son aşama kitaplardan biri olarak görülüyor.  Kırmızı Kedi Yayınevi’nin “Çağdaş Klasikler” serisinden gelen kitabın Ayşe Nur Ataysoy tarafından yapılan kapak tasarımı ise özellikle dikkate değer.
 
 
Eserleri başka dillere en çok çevrilen Mısırlı yazarlardan biri olan, tüm kitaplarında ülkesinin, kültürünün konularını, toplumunun günlük yaşamını ve değerlerini dert edinen Mahfuz, "Düğün Evi"ni de Kahire’nin sokaklarından birine inşa etmiş. Kahramanlarının aşklarına, cinsel yaşamlarına, ahlaki değerlerine, ölüm kalım karşısındaki tutumlarına tanık olan bir ev bu. İçinde ne bir düğün havası çalınıyor ne de şenlik coşkusu hissediliyor. Tanıklığa devam eden diğer sokaklardaki diğer evler gibi, günlük hayatın içinden. Ev halkından biri olan Abbas Yunus, korkunç denecek aile sırlarını yazı yoluyla tiyatro sahnesine taşıdığında, içeride yaşananlar dışarıya aktarılıyor. Böylece hem içerisi hem dışarısı gündelik hayat olmaktan çıkıp sanata dahil oluyor. Böylece Mahfuz, Abbas’ın hikayesini sahneye taşıyarak kendi hikayesi için de tiyatroyu ikinci mekan olarak inşa eder. Tiyatronun yüzleştirme özelliği üzerinden 'sanatın gücü'nü, edebiyatın doğrudan ya da dolaylı verdiği yanıtlara arattığı sorular ile 'yazarın hakları ve sahip olamayacağı hakları'nı sorgulayalım diye. 
 
 
Zaman da bir mekan
 
 
Necib Mahfuz da elbette sorgulamasını yapıp ama özenle yanıtını kuranlardan. Kitabın bir yerinde şöyle diyor mesela: “Bir mahkûm zincirlerini nasıl kırardı? Bir dünya canlandırdım gözümde: Günahın, bağların, toplumsal zorunlulukların olmadığı erdemli bir dünya, yaratıcılık, yenilik ve düşünce dışında hiçbir şeyi temel almayan bir dünya; baba, anne, eş ya da çocukların olmadığı, sadece bir amaca adanmışlığı barındıran bir yalnızlığın egemen olduğu bir dünya; insanın yanına fazla eşya almadan seyahat edebileceği, tek başına sanata dalabileceği bir dünya.”
 
 
Zaman ise üçüncü mekan Mahfuz’un kitabında. Zorlu bir yer, ezici. Ahalisini daha çok olumsuza doğru eviriyor; sevgi nefrete, sadakat ihanete, erdemli olmak ahlaksızlığa dönüşüyor zamanda. Kahramanlarının zamanla hırpalanmalarını, yüz çizgileri, beden yıpranmaları gibi fiziksel değişikliklerini ifade ederek dile getirmeyi seçen yazar, ruhsal değişiklikleri de bilinç akışı, iç ses ve birinci tekil şahıs ağzı kullanarak vermiş. 
 
Sanatın gücü, insanın doğası
 
 
Kitap, tiyatrodaki dramaturji masasında açılıyor. Yapımcı, yönetmen, oyuncular ve eleştirmenin toplaştığı; her birinin gerçek, suç, etik değerler, tiyatro sanatından beklentilere ilişkin rolünü iyice oynamaya dikkat ettiği bir masa. “Bir oyuncu olduğun gerçeği dışında her şeyi aklından çıkart” diyen bir yapımcı... Tepkisini ve çelişkisini “Geçmişe ve şimdiki zamana lanet olsun. Tiyatroya lanet olsun. Ufak rollere lanet olsun. Bu yaşta, ellili yaşlarımda, bir düşmanım olan katilin oyunundaki bir başrolde başarılı olma umutlarıma lanet olsun!” diyerek içinden geçiren aktör Tarık Ramazan… Bu ilk bölümde okur da hemen seyirci koltuğuna oturtularak rol dağılımında kendisine düşeni sahiplenmiş oluveriyor. İnsanı evine sokağına tiyatrosuna kolayca alan bir dünyası var "Düğün Evi"nin, ancak bu dünyaya dikkatle girmekte fayda var. Mahfuz’un Kahire’sinin toplumsal sıkıntıları, ahlaki çelişkileri, kahramanların katı gerçekleri, sarsıcı dürüstlükleri zorlayıcı olabilir. 
 
 
Sırasıyla Tarık Ramazan, Kerem Yunus, Halime el-Kebş, Abbas Kerem Yunus’un anlattıklarından gördüğümüz ise görmediğimiz. Gerçek ne göremiyoruz kitapta. Sayfalardaki gerçeği göremeyen okura bir sorgulama daha düşüyor böylece: Hayattaki gerçek ne? Bu sorgulamaya gerçek karşısında kişisel tutumumuz dahil. Sanatın gerçek ile ilişkisi, yazarın gerçek ile tema arasındaki gidiş gelişlerine bakışımız da.
 
 
Kitap dört ayrı karakterin gözünden aynı hikâyenin anlatılmasıyla kurulsa da dört ayrı yöne dağılmak yerine, 'gerçek' meselesini merkeze alıp, suya atılan taşını çevresinde oluşan daireler halinde katman katman genişliyor. Sanatın gücü, zamanın etkisi, insan doğası, yazarın etik algısı gibi daireler bunlar.