Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Gölmarmara'nın Rum evleri
Ağustos 2016

Gölmarmara'nın Rum evleri

İdil Tütüncü öykülerini bir araya getirdiği ilk kitabı "Kelebek Uçuşu"nda kadın gözünden gündelik hayatı anlatıyor.
GÖKÇER TAHİNCİOĞLU
 
Hikayelere, hayatın içindeki küçük anlara, büyüleyici detaylara, rüzgarın yaprağa dokunmasına, bir dalın kırılmasına, bir kadının bütün ruhuyla çamaşır asmasına, uzağa bakarken aklından geçenlerle bakmasına odaklanmak ne büyük şey.
Hayatları büyük travmalar, acılar ve yaşamları baştan başa değiştiren olaylarla yıkılmamış olanların bütün bu detaylara odaklanma şansı var. Uzun bir zamandır bu coğrafyada dertler detaylardan büyük. Bombalar, acılar, öldürülen kadınlar, istismara uğrayan çocuklar... Acının paylaşılmadığı sadece ortaklaşan bir duyguya dönüştüğü, hemen her kapıya uğradığı, bir gecede bütün bir hayatın değişme riskinin olduğu, kendi halkını bombalayan uçakların havalandığı, insanların ses hızını aşan uçakla, bomba atan uçak sesini ayırt edebildiği, gündelik hayata ilişkin detayların çok geride kaldığı bir coğrafyadan söz ediyoruz. Detayların acılı hikayelerle birlikte olayların ardından geldiği, insanların acılı o hikayelere kolayca alışabildiği, giderek ruhunu, rengini kaybeden, kaygının ve endişenin rüzgarla hüzünlenip neşelenmeyi yerinden ettiği bir keder coğrafyası. İşte bu coğrafyada hikayeler anlatabilmek, yani hayata dair hikayeler anlatabilmek, hikayenin de önüne geçen bir erdem sanki.
O yüzden hikayelere sığınmış her insan, o insanın hayatı anlattığı her hikaye kendi başına, bütün edebi değerinden de azade bir değer. Üzerine edebiyatın lezzeti de eklendiğinde gündelik hayatın kutsallığını anımsatan bir nefese dönüşüyor anlatılan hikayeler.
 
Kadın gözüyle
İdil Tütüncü, “Kelebek Uçuşu” adını verdiği ilk kitabında bize kadın gözünden gündelik hayatı anlatıyor. Tütüncü, Milliyet gazetesi ailesinden. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olduktan hemen sonra, Milliyet gazetesinin Ankara Bürosu'nda iki yıl gazetecilik yapan Tütüncü, daha sonra aktif gazetecilikten uzaklaştı ancak dünyayla, haberlerle, yazıyla arasına hiçbir zaman mesafe koymadı. Uzun yıllar gün yüzüne çıkartmadığı öykülerini ise bir gün önümüze aniden “Kelebek Uçuşu” adıyla çıkarttı.
Kanguru Yayınları’ndan henüz çıkan kitap, belki de kasvetli geçen yaz aylarında biraz olsun karanlık ve kaygılı günlük akışın dışına çıkmayı sağlamaya aday. Kitaptaki öykülerin birbiriyle çok fazla bağı yok. Ancak her öyküde kendini gösteren kadın gözüyle anlatımın uzun tasvirle süslenmiş cümlelerin bağlamından kopmadan bizi götürdüğü adres, öyküleri bir arada tutmayı başarıyor. 
 
Ekmek, sadakat ve aşk
“Marmara Dağı’nın ardındaki güneş yüzünü göstermiş, Gölmarmara’nın sokaklarındaki tenhalık, yerini, karnını doyurmak için gruplar halinde gezen köpeklere bırakmıştı...” Bu sözlerin geçtiği “Vurgun”, bana kalırsa kitaptaki diğer öykülerden kendini biraz daha ayırıyor. Gölmarmara’nın bir zamanlar Rumlar’a ait, bağları ve zeytinlikleri olan taş evlerde hâlâ özlenen o eskiyle birlikte sürdürülen hayat satırlarda kendine yer buluyor. Ekmek, sadakat ve aşkın uzak ve mutlu bir coğrafyaya ruh vermesi çok bölümlü öyküden aklınıza ve kalbinize sızıyor.
“Marmara Dağı’nın kekikleri yaz boyunca kokusunu salmış, Hasan’ın domat zeytinleri de o nefes keken kokuyu, derin derin içlerine çekerek büyümüşlerdi. Şimdi tam zamanıydı toplanmalarının. Yakındaki gölün tepeli pelikanları, sazanları acımadan avlıyor, kıyıya demirlemiş mavi boyalı kayıklar, akşamdan ağlarını bırakan balıkçıları bekliyordu...” Kitaptaki bazı öyküler, anlatım olarak farklı. Tütüncü’nün tek bir temaya odaklanmak yerine bir bakış açısına odaklandığı anlaşılıyor. Bir parça da ilk kitabında, 'en sevdiklerinin' olmasını istemesi de hissediliyor.
Bir genel eleştiri olarak ise yüksek tansiyonla başlayan ve bu şekilde yükselerek devam eden öykülerin son bölümlerindeki tonun biraz düşük kalması söylenebilir. Ancak ilk kitabıyla karşımıza çıkan Tütüncü, umut veriyor ve yeni öyküler için beklenti yaratıyor.
 
Sıradan günlerin öyküleri
Tütüncü’nün öyküleri biraz da unuttuklarımızı anımsatma üzerine. Bir çay bahçesini, bir atkıda kalan kokuyu, bir çocuk gelinin bakışını, bir bilet parasına gizlenmiş iyiliği okuyorsunuz öykülerden. Belki hepimize gereken biraz da budur.
Sadece aşkın güzelliği ve acısına, sadece özlemenin kederine, sadece kışın hüznüne odaklanabileceğimiz, sıkıntılarımızın bile değerli olduğunu şimdi görebildiğimiz o 'sıradan' günlerin öyküleri.