Milliyet Sanat
Ocak 2018

Görüldü

Fahrenheit 451 ile edebiyat tarihine adını yazdıran ve Stephen King’den Michael Moore’a kadar sayısız kişiye ilham veren Ray Bradbury’nin aslında Türkiye tarihinde de ilginç bir yeri vardır. Fakat bundan bahsetmeden önce, fantastik ve bilim kurgu başlıklarına biraz değinmek gerekiyor galiba.

ZEYNEP HEYZEN ATEŞ 

 

Bu iki tür, günümüzde pop kültürün parçası olarak görüldüklerinden “ucuz”, “ticari” ve “boş” addedilebiliyorlar. Burada bu türlerin edebi değerleri var mı yok mu tartışmasına girmek niyetinde değilim ama konu Ray Bradbury’den açılmışken bu görüşlerin ne kadar aceleci olduğunu göstermek adına iki deneyimimi paylaşmak istiyorum.

Ray Bradbury, Asimov, E.T ve Arthur C. Clarke kitaplarından oluşan ilk bilim-kurgu koleksiyonuma 1986’da babam serbest kaldığında kavuştum. Yanında getirdiği kitaplar bunlardı. Bu kitapların şöyle bir ortak özelliği vardı, hepsinin iç kapağına kırmızı harflerle “GÖRÜLDÜ” damgası vurulmuştu. O zamanlar bunun anlamını bilmezdim tabii ama ilerleyen yıllarda açıklığa kavuştu. Askeri cunta, içinde uzaylıların olduğu kitapları ciddiye almıyordu ve bu sayede okunası hemen her kitabın yasaklandığı bir dönemde, siyasi hükümlüler Asimov veya Bradbury gibi yazarları keşfetmişti. Daha da ilginç olan onların çocuklarında bilgisayar ve teknolojiyle ilgili branşlara yönelimin oldukça sık görülmesidir. Bu kitaplar ve bu kitapların okunduğu evlerde bizlerin de büyümek düşünme biçimimizi etkilemişti ve tuhaf ama Çin sayesinde, bir ülkenin gelişiminde de hayati önem taşıdıkları ispatlanacaktı.

Yabancı basındaki edebiyat haberlerini takip edenleriniz varsa, şu aralar “Çin’de bilim-kurgunun altın çağı” başlığına sık rastlandığına dikkat etmişsinizdir. Liu Cixin’in Hugo ödülünü alması, Mark Zuckerberg ve Barack Obama’nın çok ilginç bir kitap olduğunu söyleyerek kitabı tavsiye etmeleri, Hao Jinfang’ın Hugo ödülü kazanması bunun delili sayılabilir. Çin’de bilimkurgunun uzun yıllar yasaklandığı düşünülürse ilginç bir durum.  1980’lerde, (Türk hükümetinin bilim-kurguyu hoş ve boş kabul ettiği dönemde), Çin hükümeti bu edebiyat türünün tehlikeli olduğuna karar verir ve yasaklar. Zaten Çin tarihine baktığınızda bilim-kurgu ile ilişkisinin ilginç olduğunu görürsünüz. 1950’lerde sanayileşme savunulurken bilim-kurgu ön plana çıkarılır, sonra Mao’nun kültür devrimiyle yasaklanır. 70’lerde birkaç ilginç örnek ortaya çıkar ama 80’lerde “Burjuva” olduğu gerekçesiyle yeniden yasaklanır ve “çoğunluğu şehirli olmayan bir topluma zaten hitap etmediği” iddia edilir. Yani ABD’nin Ray Bradbury’yi okuduğu dönemde, Çin’de bilim-kurgu yoktur. Rusya’nın Belyaev’i okuduğu dönemde Çin’de bu eserlerin çevirileri, benzerleri yoktur. Ülkenin en okunan bilim-kurgu dergileri, 1980 yasağından ancak adlarını değiştirerek kurtulurlar. (Örneğin Bilimsel Sanat ve Edebiyat dergisi, Tuhaf Hikâyeler olarak ayakta.) Peki onca yasaktan sonra Çin nasıl ve neden bilim-kurguyu sahiplendi? Ne değişti?

Teknoloji. Ay’a gidilmesi, cep telefonları, İnternet, sayıları her gün artan teknolojik icatlar Çin hükümetine şu soruyu sordurur. Neden ürünleri geliştirebiliyoruz ama yeni bir ürün yaratamıyoruz? Batılılarınkinden daha iyisini yapıyoruz, daha hızlı üretiyoruz, peki neden bu fikirler bizden çıkmıyor?

1991’de Chengdu’da yapılan konferansta, sorunun özünde bilim-kurgu edebiyatının varolmayışının da yattığına karar verilir ve teknoloji devrimini kaçırmak istemeyen Çin, bilim-kurgu edebiyatının el üstüne tutulduğu bir sürece girer. Ray Bradbury okuyan adam sayısı daha fazla olsaydı ilk cep telefonunu onlar icat ederdi demiyorum ama Ray Bradbury’lerin varolduğu, okunduğu bir kültürden gelen birinin cep telefonunu hayal edebilmesi –ve icat etmesi- daha büyük ihtimaldir. Zaten Ray Bradbury gibi yazarlar bu fikirleri icat edilmelerinden onlarca yıl önce ortaya atarlar. Böylece Resimli Adam’a geliyoruz.

Ray Bradbury’nin 1951’de yayımlanan hikâyelerini içeren Resimli Adam, “bilim-kurgu” başlığı altında anılsa da bilim-kurgu örnekler kadar fantastik hikâyeler de içeren bir kitap. (Ve zaman yolculuğu içerdiği için her tür zaman yolculuğunu “tarihe saygısızlık” kabul eden Çin’de hâlâ yasaklı.) Bu hikâyelerden belki de en bilineni Bozkır. Yukarıda anlatmaya çalıştıklarıma da harika bir örnek. 2018’de, artık akıllı ev teknolojileri yabancımız değil. Amazon’un Echo’sunu Alexa’sını,  Google’ın Home’unu biliyoruz. Ama Ray Bradbury bunu 1951’de hayal ediyor. Mutlu Yaşam Evi diye bir şeyle karşımıza çıkıyor. “Kurulumu onlara otuz bin dolara mal olan ses yalıtımlı evlerinin koridorunda yürüdüler. Burası çocukları giydiriyor, besliyor, uyutuyor, onlarla oyun oynuyor, onlara şarkı söylüyor ve iyi davranıyordu. Evin geri kalanına harcadıkları paranın yarısını çocuk odasına harcamışlardı. (…) George ve Lydia Hadley odanın tam ortasında dururken, duvarlar kayboldu  ve her yöne yayılan, üç boyutlu bir Afrika bozkırı son çakıl taşı ve ot parçasına kadar her ayrıntısıyla, tüm renkleriyle etraflarında belirdi. Tepelerindeki tavan, sıcak, sarı bir güneşin parladığı engin bir gökyüzüne dönüştü. Gizli koku yayıcılar kokular göndermeye başladı. Güneşte yanmış otların kokusu, gizli su birikintisinin serin, yeşil kokusu, hayvanların ağır, paslı kokusu... Derken sesler devreye girdi; uzaklardaki antilopların ayaklarının çimlere vuruşu, akbabaların kâğıdımsı hışırtıları.”

Bozkır’da akıllı bir ev, çocukların hayal ettikleri şeyleri yansıtan bir oda. Veya  Kuklalar hikâyesindeki klonlar. Ya da Başlama Saati’nde tüm çocukların aynı anda oynayabildiği bilgisayar oyunu. Roketler.

Bunları bir prespektife koymak adına hatırlatayım, 1951’de bu hikâyeler yazıldığında daha uzaya çıkılmamıştı (Sputnik, 1957), Ay’a gidilmemişti (1969), ilk bilgisayar kabul edilen ENIAC tamamlanmıştı ama ağırlığı 50 tondu ve 170 metrekarelik bir alanı kaplıyordu. Çoklu oyunculu olmayı bırakın, bilgisayar oyunu diye bir şey de yoktu. (Atom bombası projesinden kütüphane projesine geçen Higinbotham, ancak 1957’de bir top sektirme oyunu olan ilk bilgisayar oyununu tasarlayacaktı.)

Ray Bradbury gibi yazarlar bunları hayal ettiği, insanların aklına soktuğu için mi bunca icat ABD’den çıktı bilmiyorum. Çin’de bilim-kurgunun altın çağının başlaması, ilerleyen yıllarda Çin’den yepyeni ürünler çıkmasını sağlayacak mı onu da bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, teknolojiyi içselleştirmek, bilimsel üretimi teşvik etmek isteyen toplumların, bilimsel düşünceyi ve bilim-kurguyu göz ardı ederek ya da küçümseyerek bunu yapması mümkün değildir. Tez ortada, ispatını zaman gösterecek.