Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Hayat ‘oyununa’ edebi bir çelme denemesi
Kasım 2015
Hayat ‘oyununa’ edebi bir çelme denemesi
Mario Levi'nin oyunlu bir anlatı tekniği kullanarak kaleme aldığı kitabı "Bu Oyunda Gitmek Vardı", Saffet isiminde, kendi halinde bir karakterin hayatının nasıl değiştiği üzerine
ELİF TANRIYAR
Mario Levi’nin yeni kitabı "Bu Oyunda Gitmek Vardı", görünürde bir aşk öyküsünü anlatıyor olsa da, ismi üzerinde bir yandan da çok oyunlu bir roman. Görünürde akan klasik bir öykünün ötesinde iç içe geçen oyuncaklı kurgusuyla farklı öykülere, farklı anlam ve okumalara götüren son derece sürprizli bir metin.
Bu giriş ve anlatım biraz karmaşık ve şaşırtıcı mı oldu? İşte Mario Levi’nin de kitabında yapmak istediği tam da bu! Okurunu sürekli şaşırtıp, rahatsız ederek yalnızca anlatılan hikaye hakkında değil, kurgu üstüne ve hatta bir anlatının kahramanları dışında yazarından eleştirmenine, editöründen öyküye tanıklık eden zamanın ruhuna dek farklı oyuncuları üstüne de kafa yormasını isteyen, bununla yetinmeyip onu sürekli kışkırtıp rahatsızlık vermek isteyen bir kitapla çıkıyor karşımıza. Romanın ya da genel anlamıyla bir anlatının bilindik sınırlarını kırarak, onu çözüp dağıtıp ortaya sürekli değişen yüzleriyle bambaşka formlar çıkarmayı amaçlıyor.
Hareketli bir dönem
Öykü 40'larının sonundaki varlıklı bir işadamı olan Saffet’in bir akşam Caddebostan’daki evinde karısının onu terk ettiğini yazdığı bir veda mektubunu bulmasıyla başlıyor.
Saffet o gece boyunca hafızasında çıktığı uzun bir yolculukla, onu bugüne getiren geçmişine doğru bir yolculuğa çıkıyor. Orta üst gelir seviyesine mensup bir ailenin oğlu olarak hayli korunaklı ancak bir o kadar da çekingen bir ruh hali içinde büyümüş Saffet. Çocukluğu Şişli Sıracevizler Sokağı’ndaki ev ile öğrenim gördüğü Fransız Lisesi arasında, otoriter bir babanın baskıcı gölgesi ile pasif bir annenin aşırı korumacılığının altında geçmiş. Ancak babasına ilk ve tek başkaldırısı olan yurtdışı yerine İstanbul Üniversitesi’nde iktisat okumak konusunda kendisini de şaşırtan bir başarı göstermiş. Üniversiteye başlamasıyla hiç alışık olmadığı bir ortama adım atıyor. 12 Eylül öncesi, siyasi hareketlerle çalkalanan üniversitelerin en hareketli dönemi. Doğuştan çekingen ancak parlak bir zihne sahip olan Saffet ise o gençlerden biri olan Baki ile tanışmasıyla birlikte içine girmeye ürkse de çok etkilendiği bu dünyaya uzaktan da olsa bir bakış atmış oluyor. Hayatı boyunca olacağı gibi, olayların içine karışan eylemcilerden çok bir izleyici olarak kalmakla yetiniyor. Ancak bu arkadaşlık, muhafazakar yapılı babasıyla iplerinin daha da çok gerilmesine neden oluyor. Baki’nin bir gece bir kurşuna hedef olup ölmesiyle de, gerilim doruk noktasına ulaşıyor. Baki’yi hayatı boyunca içinde taşıyor Saffet, ancak uzun yıllar sonra öğrendiği kimi gerçekler de onu sarsmaya devam ediyor. Öte yandan lisedeyken adı gibi hayatından bir serap gibi geçen giden ilk aşkının dışında, hiçbir ilişki yaşamamış olan Saffet, tek amacı yükselip zengin olmak olan Hülya ile bir süre sonra evleniyor ve 25 yıla yakın bir süre de ona göre huzurlu bir evlilik yaşıyor.
Yapıbozumsal bir tavır
Saffet geçen yıllar içinde kendi işini kurup büyütüyor. Maddi ve manevi anlamda hayatta başarılı oluyor ve bu arada aynı çocukluğundaki gibi ismiyle müsemma bir şekilde saf ve temiz kişiliğini de koruyor. Ama yıllar sonra, tam da anlayamadığı bir şekilde karısı onu terk ediveriyor. İkinci bölümde Saffet’in bu terk edilişi, ikinci bir şans olarak nitelendirliyor ve onun hayata yeniden başlaması olarak görüryoruz bu bölümü. İşini bırakıp kendini yazmaya veriyor Saffet ve Caddebostan’daki evini de satıp başka bir yere taşınmaya karar veriyor. Bu sırada telefonuna düşen gizemli bir kadının mesajıyla çocukluğunun geçtiği Sıracevizler’de yeni bir ev teklifiyle karşılaşıyor.
Yazarın tanımıyla hazırlık niteliğindeki bu iki bölümün ardından bize asıl hikayeyi okuyacağımızın söylendiği üçüncü bölüme geliyoruz. Bu bölümde Saffet, gizemli kadının evine gidip onunla tanışmakla kalmıyor, bir de kadının evini satın alıp yerleşiyor. Ne var ki ilişkileri bununla sınırlı kalmıyor. Neval adlı bu kadının peşinde Saffet, tutkulu bir aşka da adım atıyor. Saffet her seferinde onu, çözdüğünü sandıkça yeni gizler ve oyunlarla karşılaşıyor ve finaldeki gerçekle de bir hayli sarsılıyor.
Ancak bu tuhaf romanın yazarı okurunu bu kadar kolay rahat bırakmıyor. Levi’nin yapıbozumsal bir tavırla metnini sürekli parçalayarak içindeki yeni varsayımlarla yeniden yeniden okurunun karşısına çıkarak, aynı hikayedeki gizemli kadın karakterler gibi bir türlü ele geçirilemeyen ele avuca sığmaz bir hale soktuğu kitabı tek bir türe ve biçeme indirgenemez yapısıyla da bir yandan anlatı sanatına yepyeni bir örnek kazandırıyor.
Yakın tarihimizin meselelerinden günümüzün tüketim toplumuna dek uzanan toplumsal sorunlardan, Türk toplumunun cinsellik ve aile baskısı gibi bireysel sorunlarına uzanan yapısıyla pek çok meseleyi de hikayesinin merkezine taşıyan öykü, asıl olarak ise kelimenin her anlamıyla her türlü oyundan firar edip kaçanlarla, her şeye rağmen kalmayı başaranları anlatıyor. “Tarih öğretir,” diyen yazar, kişinin kendisini ancak başkalarının aynasında görüp tanıyacağından yola çıkarak, Saffet karakterini bir yandan yıllar içinde derin bir sağlamlıkla olgunlaştırırken bir yandan da nadir rastlanan bir şekilde saflığını kaybetmeden korumasını sağlıyor. Karşısına çıkan hemen her kişi tarafından gerçekler konsunda aldatılıp yalan söylenen Saffet, her şeye rağmen hayattaki duruşunu korumayı başarıyor. Bu durumda da okurlarına “gerçek kahraman kimdir, cesaretle her durumda ileri atılıp gerektiğinde de kaçıp gidenler mi, yoksa her türlü zorluğa iyiliğini kaybetmeden göğüs gerip değişmeden kalmayı başaranlar mı?” sorduruyor. Umbero Eco’dan Marquez’e, Milan Kundera’dan Murakami’ye atıflar içeren ve onların kimi eserlerini de çağrıştıran öykü bu anlamda pek çok edebi bulmacayı da içermiş oluyor. Yaşamın süre giden benzer döngüler eşliğinde ilerlediğini asıl yapılması gerekeninse şükredip onu tarafsızlıkla önümüzden akarken izlemek gerektiğini hissettiren ve hayat kadar ölümleri, başlangıçlar kadar bitişleri de anlatan bu ilginç roman; tüm oyunculuklarına ve sürprizlerine rağmen asıl olarak Mario Levi’nin kendi şahsına münhasır güzel kalemini hissettirdiği İstanbul’un farklı dönemleri, farklı mevsimleri, farklı semtleri ve farklı tatlarını anlattığında güzelliğinin doruğuna çıkıyor.