Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Her şeye karşın hep umut
Eylül 2015

Her şeye karşın hep umut

Fulya Gümüşpala Teke, yeni romanı “Şeytanın Hatırası”nda okurunu '60’lı yıllarda yaşanan bir aşkın ortasına bırakıyor
Orhan Tüleylioğlu
 
Güzel, aydınlık, güneşli bir gün... Ama kırmızı Chevrolet’den inmekte olan genç bir kız için hiç de öyle değil. "Şeytanın Hatırası"nın başkarakteri Serap, arnavutkaldırımına adımını atar atmaz kendisini zifiri karanlık bir kuyunun dibine düşmüş gibi hissediyor. Sanki koca dünyada tek başına kalmış, edecek tek bir kelimesi, yüzüne bakacak tek bir yakını/dostu bile olmayan bir insan... Etrafı ancak buğulu bir sis perdesinin arkasından zar zor seçebiliyor. Gözlerini delercesine akan gözyaşlarını umursamadan yürüyor. Gücü ha tükendi ha tükenecek... Bir anda incecik, narin bedeninin keskin bir acıyla kıvrandığını hissediyor. Öyle ki tüm organları ateş almış gibi sarsılıyor, kendisine ne kadar hâkim olmaya çalışsa da istemsiz bir şekilde tir tir titriyor. Karanlık, acı ve umutsuzluk... Yanı başından tek tük de olsa insanlar geçiyor ve her biri tuhaf, yadırgayan bakışlarla süzüyor onu. Ancak hiçbiri, bir an olsun durup yardıma ihtiyacı olduğu gün gibi açık olan bu kayıp ruha elinin ucunu bile uzatmıyor. Sonra başını önünden hızla geçen arabalara çeviriyor. Sadece çektiği bu kavurucu acıdan kurtulmak istiyor ölesiye. Tüm fiziksel ve ruhsal acılarından kurtulma arzusu o kadar yoğunlaşıyor ki tıpkı denizde boğulan insanların çırpınışındaki azimle tekrar silkinerek çare aramaya koyuluyor. 
 
Bilmediği bir ses
 
Hızla gelen, hantal ama kalıplı arabanın önüne atlamayı geçiriyor içinden. Ölüm... Tüm bu acılardan, umutsuzluktan ve ona, "Bak göreceksin daha neler gelecek başına," der gibi gözdağı verir bir edayla parmağını sallayan buz gibi geleceğinden kurtuluş... 10'a kadar sayacak ve her şey bitecek... Ama birden bire nereden geldiğini anlamadığı bir sesle olduğu yerde donup kalıyor. Zaman mı durmuştu? Yoksa ölmüş müydü? Hayır, dünyadaydı ve hâlâ yaşıyordu. Peki, altı ay öncesinde başlayan her geçen gün Serap’ı biraz daha içine çeken, sonunda ruhunu intiharın eşiğine getiren felaket neydi? Genç kızın masalsı dünyası uyanmayı bir türlü başaramadığı bir kâbusa nasıl dönüştü? 
 
Geçmişin acısını çıkarmak
 
Serap, Hatay’ın güzeller güzeli ilçesi İskenderun’da iki katlı bahçeli bir evde, annesiyle birlikte kendi halinde, huzurlu bir yaşam sürerken evlerinin alt katını Erkin adında genç bir subaya kiralarlar. Adam çok yakışıklıdır. Serap’ın yazlık sinemadaki filmlerde gördüğü aktörlerden, Kerime Nadir’in romanlarında okuyup hayalini kurduğu erkek karakterlerden, zaman zaman kendisiyle ilgili hayaller kurarken yanında olmasını dilediği o etkileyici sevgiliden bile daha yakışıklı... Serap ürkek ve kaçamak bakışlarıyla izlediği genç adama kısa sürede âşık olur. İki genç, birlikte olmaya başlar. Ancak zamanla, adamın masum bir aşktan çok, hayat karartıcı türden bir intikamın peşinde olduğu açığa çıkar. Çocukluğu boyunca hor görülüp yoksulluk, sevgisizlik ve saygısızlığın dibine vuran bu adam, yıllar boyu içinde büyüttüğü intikamını bir genç kızın saf varlığını kavurarak almaya yemin etmiştir. Sonunda çocukluğunu ve gençliğini zindana çeviren olayın acısını çıkarır. Ancak bundan sonra hiçbir şey yolunda gitmeyecektir.
 
Fulya Gümüşpala Teke, yeni romanı “Şeytanın Hatırası”nda '60’lı yıllara götürüyor bizi. Sevgiye, umuda sımsıkı sarılmış insanların, her şeye karşın yaşama tutkularını, ilginç bir öykü ve çarpıcı bir kurgu ile anlatırken “Tesadüf diye bir şey yoktur. Yaşanan her olay yalnızca büyük resmin küçük bir parçasıdır,” diyor.