Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » İçeriden dışarıya, "Baştankara"
Temmuz 2016

İçeriden dışarıya, "Baştankara"

Sait Faik Hikaye Armağanı'na sahip Sine Ergün, kitabında 23 kısa hikayeyi bir araya getiriyor. Yazar, öykülerinde hayata, yaşadığı kente ve çevreye incelikli bir bakış sunuyor.
GÖKÇER TAHİNCİOĞLU
 
Aklıma, çok önce okuduğum küçücük bir haber geliyor: "Baştankara, bıldırcın yavrusunu sahiplendi." "Baştankara bir kuş türü mü, nasıl başka türün yavrusunu sahiplendi?" Okuyunca anlamıştım ki küçük görünümünün aksine sert, dışa kapalı, başka türlere karşı saldırgan "Baştankara" kuşlarına meftun bir dünya insan var. Onlardan biri, yumurtalarının arasına bir bıldırcın yumurtasını da yerleştirmiş ve baştankara doğan o yavruyu sahiplenmiş, kol kanat germiş. Hikayeler var yeryüzünde.
Önceki birçok yazıda kısa hikayeleri seven büyükçe bir kitlenin aksine anlatımların bir örgüye bağlandığı daha uzun çalışmaları sevdiğimi belirtmiştim. Belki de son dönemde, özellikle de genç yazarlar arasında gittikçe yaygınlaşan kısa hikayeciliğin aldığı biçimle şekillendi bu tercih. İç seslerin bir öyküye oturtulması odaklı çalışmalar giderek birbirine öylesine benzemeye ve bütünüyle gündelik duygu aktarımına dönüş tü ki artık özgün bir ses duymak çok mümkün olmamaya başladığından böyle düşündüm belki de.
Bu tablonun bana kalırsa tek bir faydası var. İstisnai isimlerin hemen kalabalıktan ayrılıvermesi. Sine Ergün ise istisna isimler arasından da hemen sıyrılıveriyor. Kelimelerle kurduğu ilişki, cümlelerin ağırlığı ve boyutları, hikayelerinin zihinde bir yerde bir hesaplaşmaya dönüşme gücü... Ergün, genç ancak ustalaşmış yazarlardan. Sait Faik Hikaye Armağanı kazanan kitabının ardından, çıtanın da yükselmesiyle ne yapacağı merakla beklenirken "Baştankara" ile çıktı okurların karşısına. Can Yayınları'nın bastığı kitap, kısa öykülerden vazgeçemeyenlerin mutlaka edinmesi gereken bir eser.
 
Önyargılardan sıyrılmak
Sine Ergün'ü tanıyanlar, anlaşılıyor ki henüz haziranda çıkan kitabı kısa bir zaman içerisinde edinmiş zaten. Ben Ergün'le geç tanışanlardanım. Ve hatta kısa hikayelerle ilişkim çok iyi olmadığından biraz da 'az merak'la bakanlardan... Ancak sayfaları aştıkça incecik kitaptan çıkan derinlik önyargılardan çok daha güçlü. Öyküleri okudukça Sine Ergün'ün kalbine, kalbindeki seslere nasıl kulak verdiğini görüp, kulak kesilmeye, anlamaya çalışmaya, öykülerin ardındaki geniş ve gri alanı keşfedebilme merakına dönüşüyor o yargılar. 23 öykünün her biri, birilerinin kalbiyle temas kurabilir. Ancak bana kalırsa kitaba da ismini veren "Baştankara" ayrı bir yere konulmayı hak ediyor.
 
Yolculuklardan vazgeçmek
"Evimde mutsuzdum, günler bir türlü geçmiyor, kendimi oyalayacak bir şey bulamıyordum. Etraftaki üç beş ağacın dallarında toplanıp ettiğimiz o gürültülü, tatsız sohbetler, hep aynı hoşbeşler, içime, hayatımı boşa geçirdiğim endişesi salıyordu. Ötekilerin hayatlarından memnun olmaları beni iyiden iyiye bunaltıyor, kendimi doğup büyüdüğüm o yere ait hissetmeme neden oluyordu." Böyle başlıyor öyküde baştankaraların arasında biten yolculuk. Kitaptaki diğer öykülere oranla uzun, (bu kısacık) öyküde ait olduğun hayatın verdiği umutsuzluğu, bir başka yolculuğa çıkma kararını, daha yoldayken yolculuktan pişmanlık duyup o eski huzursuz hayata dönme arzusunu ve yolun sonunu görebiliyorsunuz. Böyle büyük, bir aşka kanat açan yolculuklara çıkma kararı verenlerin, yolculuklarını bitirmeye ne zaman ve nasıl karar verebildiğini düşünüyorsunuz. Sine Ergün de bunu düşünüyor... Ve yolculuğun sonu olduğunu, düşündüğün yerdeki hayatta kalma çabasını, aidiyeti, ait olamamayı, dönüşmeyi kabullenmeyi, yolculuklara çıkmaktan bile vazgeçmeyi... Kendini bulduğunu sandığın yerde oranın asla bir parçası olamayacağını fark etmeyi, onlardan biri olma çabasının savrulduğu yerleri, bütün bunlara ve yaptıklarına rağmen asla onlardan biri olamayacağını bilmeyi... Bazıları için hayat böyle değil mi? 
Coşkuyla ve giderek tırmanan; heyecanı da, hüznü de, acısı da dışarıya taşan yazılar yok kitapta. Usulca anlatan, anlattığının anlaşılmasını bekleyen, boşa anlatmadığını söyleyen, bunu tamı tamına, yeteri kadar cümleyle yapan bir üsluptan söz ediyoruz. Bir otel odasında başlayan ve hemen her satırda yazarın düşünce dünyasıyla kardeş hissettiren, ayrık gibi gözükse de birbirini bütünleyen öyküler bunlar.
 
Birilerinin yanında kalmak
Ergün bir yerde "Gezginlerin niçin baştankaralarla tanıştıktan sonra burada kaldıklarının, bir daha yola çıkmadıklarının sırrını çözmüştüm bana göre. Böyle sakin, iç huzuruyla dolu bir yeri bırakmak istememiş, yolculuklarının amacının zaten buraya varmak olduğuna kanaat getirmiş olmalılardı. Doğrusu da buydu. En azından ilk günlerde" diyor. Bazen işte, birilerine hep birilerinin yanında kalmaya çalışmak düşer. Hep doğru yeri aramak. İçinde, yanında kalınmak istenen olmamaktan kaynaklı o derin huzursuzluk, hep doğru adresi aramak düşer. 
Yorganın altında kötülüklerden korunabileceğini düşünen çocukların dünyası... Bedeninin dışarıda kalan kısımlarını kesip ancak bu şekilde orada kalmayı sürdürebileceğini düşünecek kadar büyümüş çocukların karanlık rüyası. Belki bir başka adada, belki baştankaraların arasında.