Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » İsmi lazım değil ‘öbürküler’
Aralık 2017

İsmi lazım değil ‘öbürküler’

Mahir Ünsal Eriş, 1960’ların Türkiye’sini ziyaret eden bir romanla bir kez daha okurlarının karşısında. “Öbürküler” korktuklarımız, tanımlayamadıklarımız ve çaresizliklerimiz üzerine bir roman.

EKREM BUĞRA BÜTE

 

Mahir Ünsal Eriş’i, bir kurma­ca yazarı olarak 2012 yılında yayımlanan öykü kitabıyla tanıdık. İletişim Yayınları’ndan çıkan “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde” ile... Sonrasında Sait Faik Hikâye Armağa­nı’na da değer görülecek ikinci öykü kitabı “Olduğu Kadar Güzeldik” ve ilk romanı “Dünya Bu Kadar”la birlikte Türkçe edebiyatın en çok dikkat çeken yazarlarından birisi haline geldi Eriş. Gerek anlattığı hikayelerin içeriği gerek bu hikayeleri anlatım biçimi bakımın­dan ferah, akıcı, gündelik hayatın basit detaylarına, tesadüflerine el veren, ha­fıza hissine, kişisel nostaljiye alan açan bir dil tutturdu. Gücünü hikayelerinde­ki samimi gerçeklikten ve okurla hikaye arasına pek girmeyen sakin kaleminden alan bir üslup oluşturdu.

Eriş, yeni romanı “Öbürküler”de ise 1960’lar Türkiye’sinde geçen tu­haf olaylar silsilesi üzerinden kuruyor hikaye yapısını. 1960’larda Niğde’den İstanbul’a tayin olan bir memur ailesi­nin İstanbul’a geliş öyküsünü ve burada geçirdikleri ilk birkaç günde başlarına gelenleri anlatıyor.

Boyalı Köşk Sokağı

“Öbürküler” Niğde’nin kuru ayazın­da, ‘pahlanmış köşeleri, kambur sırtıy­la dev bir kabuklu hayvanı andıran’ bir otobüsün gelişiyle karşılıyor okurunu. Romanın ilk yarısını oluşturacak olay­ların merkezinde yer alan karakterle­rimiz bu otobüsle Ankara’ya, oradan da trenle İstanbul’a seyahat edecekler. Eski bir dostunun ısrarları sonucu Niğ­de’den İstanbul’a tayin olan Fahrettin Bey, eşi Fevziye Hanım ve üç çocukları...

Sancılı bir yolculuk sonrası güç bela vardıkları İstanbul’da kendileri için önceden ayarlanmış olan evde ise bazı tuhaf olaylar bekliyor Fahrettin Bey ve ailesini. Niğde’nin küçük ve samimi dünyasından ayrılıp korku ve endişey­le geldikleri bu şehirdeki ilk durakları olan mahalleye vardıkları andan iti­baren tekinsiz, karanlık, tedirgin edici olayların içinde buluyorlar kendilerini. Gece vakti beliren tek gözlü bir heyula, içinde farelerin cirit attığı, yerleri yapış yapış olmuş ev, her yerden çıkıp duran saç öbekleri, muskalar, hayvan uzuvları, gece vakti gelen sesler, cinlerden bahse­dip duran komşular... Fahrettin Bey ve ailesinin Boyalı Köşk Sokağı’ndaki bu ilk durağı, içinde oldukları büyük şehir tedirginliğinin vücut bulmuş haline dö­nüşüyor sanki. Şaşırtıcı bir finalle son bulan bu hikaye aynı zamanda romanın da ilk bölümünü oluşturuyor.

Eriş, epizodik bir yapı kurduğu ro­manının ilk kısmında anlattığı gerçe­küstü sınırlarda gezen öyküsünü ikinci kısımda tersine çeviriyor ve iki farklı karakter üzerinden hikayenin başka bir tarafını anlatıyor. Bu hem ilk bölüm­le ilişki kuran, hatta onu açıklayan bir ikinci kısım hem de başlı başına bir hi­kaye. Yazar ilk bölümde kurduğu karan­lık ve korkutucu dünyayı bu son kısımda adeta yeniden oluşturuyor, hikayesine başka bir açıdan yeniden yaklaşıyor, bir açıklama getiriyor.

Sinematik bir dünya

“Öbürküler” yazarın bilhassa öykü­lerinden alıştığımız mizahi basitlikten, karakterlerin kişisel anlatılarına daya­nan otantik üsluptan biraz daha farklı bir tarzda seyreden, hikayesinde olay örgüsünü ve karakterlerin yaşanılan tuhaf bir durumu algılama biçimlerini takip eden bir yapıya sahip. Anlam dün­yasını da odağına aldığı karakterlerin deneyimlerinden ayrılmayarak okuru merak ve gizem hislerinde tutup son­rasında bu gizemi çözen, açıklayan bir üslupla kuruyor. Bu özellikle korku si­nemasının konvansiyonları aracılığıyla sinemadan aşina olduğumuz bir tercih. Hem bu sebepten hem de ilk bölümde takip edilen eve musallat olan cinlerin konu edildiği içerikten ve bu içeriğin imkan verdiği bazı tanıdık sahnelerden dolayı sinematik bir evreni çağrıştırıyor romanın yapısı. Yakın dönemde yerli sinemamızın cin temasını ciddi biçim­de aşındırmış olması ve romanda da yer alan tanımsız sesler, kaynağı belirsiz hareketler ve eve musallat olduğu hi­kaye edilen cinler ister istemez o evreni akla getiriyor romanı okurken.

Yeni bir sayfa

Bunlara ek olarak Eriş, edebî ilham kaynaklarını saklı tutmak yerine tama­men açmış, hatta metnin bizzat kendi­sinin bu kaynaklara başvurmasını ümit etmiş. Söz konusu kaynakları da doğru­dan metnin içine dahil etmiş. Roman­da ilk kısım Refik Halid Karay’a, ikinci kısım Hüseyin Rahmi Gürpınar’a ithaf ediliyor. Bütün bölümler ise Nâzım’ın “Memleketimden İnsan Manzarala­rı”ndan birer pasajla açılıyor. Romanın bu çok sesli, çok parçalı, çok bölümlü biçimsel yapısına bir de M. K. Perker’in çizimleri eşlik ediyor.

Her şey bir yana Mahir Ünsal Eriş’in, son romanı “Öbürküler”de tanımlaya­madıklarımız, korktuklarımız ve çare­sizliğimiz hakkında çağrışımlar içeren bir anlatı kurduğunu söylemek gerek. Bilhassa ikinci bölümde hikayesinin gerçekliğini temelden dönüştürerek devşirdiği anlam dünyasıyla kendi ya­rattığımız ‘öcü’lere, yeni ve tanımlana­maz olana tepki verme biçimlerimize, büyük şehre göç hallerine ve hayatın tu­haf tesadüflerine dair zihin açıcı sorular soran, kapılar açan bir hikaye anlatıyor Eriş. Genelde kişisel anlatılar üzerin­den yola çıkmasına alıştığımız, gücünü otantikliğinden, gerçekçi samimiyetin­den alan edebiyatında da yeni bir sayfa açıyor.