Milliyet Sanat
Şubat 2017

Kareli Öyküler

Dokunduğunuz anların öyküleri 2012 yılında bir internet projesi olarak başlayan "Kareli Öyküler" projesi edebiyatı demokratikleştirmeyi, dinamik bir platformda okuruyla derin, kalıcı bir bağ kurmayı hedeflemiş.
Itır Yazgan 
 
Tek başına oturduğunuz bir mekânda, yan masanın muhabbetlerine kulak kabartır mısınız? Dertler, hikayeler; ayrılıklar, barışmalar, ölümler, doğumlar ya da sıradan gündelik şeyler ödenmeyen faturalar, akşama ne yiyeceğizler... Ait olmadığınız bir hayata gizlice konuk olmak biraz huzursuzluk ama illaki merak getiriyor. İnsana aynı anda hem başkalarının benzer sorunları olduğunu hem de dünyada milyonlarca farklı hayatın yaşandığını hatırlatıyor. Bazı fotoğraflar insana tam olarak o hissi vermez mi? Bir masaya gizlice konuk olmak, bir çiftin ayrılık anına tanık olmak ya da eski bir binanın hislerine kulak vermek yalnızca... Tolga Gümüşay’ın fotoğrafları tam o tanıklık anlarına uzanıyor. Belki de yanına ilişen öykülerden mütevellit bir his bu. 
 
Kağıt kokusun
 
Gazetelerde ve özellikle dergilerde tabii ki artık internette... Yazının anlatımı güçlendirmek için kullanılan 'şey' fotoğraflar. Yazım konusu ve çeşidine göre; bazen anın tadını daha keskinleştirmek bazense yazıda geçenlerin hakikat olduğunu ortaya koyabilmek için. Şimdi tersten bakalım. Öyle bir fotoğraf gelir ki önünüze, oturup üzerine dakikalarca düşünebilirsiniz. Hani sahaflarda, antikacılarda fotoğraf dolu kutulardan karşınıza çıkanlar gibi... Hiç tanımadığınız insanların bilmediğiniz anlarına bakarken, belki uydurduğunuz bir aile tarihi bile geçer zihninizden. Aslında bu "Kareli Öyküler" kitabının giriş cümlesinin kendimce cevabı: “Fotoğraftan öykü filizlenir mi?” Asıl cevabı ise karşımda duruyor. 2012 yılında bir internet projesi olarak başlayan "Kareli Öyküler" yine kendi tanımlarıyla anlatacak olursak: Edebiyatı demokratikleştirmeyi, dinamik bir platformda okuruyla derin, kalıcı bir bağ kurmayı hedeflemiş ve sonunda kağıt kokusundan vazgeçemeyen okuyuruyla buluşturulmuş. 
Gümüşay’ın çıkarttığı yolculuk; mahalle aralarından şehir sokaklarına, dünyanın farklı birçok noktasına geniş bir rota çiziyor. Haritada bulundukları noktalar farklı olsa da gösterdikleri şey aslında hep aynı: İnsan olmak. Tıpkı yıpranmış bir evin kapısına ait fotoğrafın "Barış" isimli öyküsü gibi. Her ne kadar hüzünlü bile olsa sonu barışa bağlanan hikayenin insanları olduğunu düşününce, o yalnız kapı canlanıp hayat buluyor bir nevi...
 
Yan masadan...
 
Sessizce küfesinin yanında duran yorgun bir hamalın aklından geçenler, antikacı dükkanında uyuyan bir adamın neden orada uyuduğu, çocuklarla köpekler dışında ne kadar zarif bir adam olduğu bilinmeyen mezarcının hayatı, gecenin karanlığına karışmış bir ressam... Yalnızca anlar değil, önceleri sonraları da öykülerde canlanıyor. Canlandıkça fotoğraflara ayrı bir bakıyor insan. Hatta okurken dönüp dönüp bakıyor. Haliç’in yanında öylece duran piyano gerçekten bir kadının onu çalmasını bekler mi? Her seferinde aynı martı ona eşlik etmeye gelir mi? Hikayeyle fotoğrafı bir bütün yapan bir kitap "Kareli Öyküler".
 
"Hatıralar Mezarlığı" öyküsünde “Yaşanmışı hor görmektir yıkmak” diye anlatıyor Gümüşay. "Kareli Öyküler" ise bu duygunun tam olarak tersini yansıtıyor okura, yıkımdan dahi yaşam çıkararak. Baktığınızla gördüğünüz şeylerin farklılıklarını anlatan öyküler aslında bunlar. Her ne kadar çoğuna hüzün bulaşsa da umudu asla elden bırakmayan farklılıkların öyküleri. Gerçekten yan masadan yayılan mırıltılar.