Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Kontrolden Çıkmış Gatsby
Kasım 2018

Kontrolden Çıkmış Gatsby

Murakami’nin “Kumandanı Öldürmek” adlı yeni romanı, dibe vurmuş bir kentli ressamın kendine doğru yolculuğu ve yaratma süreciyle başlıyor. Metaforların yarıştığı bir “Alice Harikalar Diyarında” yürüyüşü ile devam ediyor.

Özgür Menemencioğlu

 

Taşayan en popüler uluslararası yazarlardan biri olan, edebiyat dünyasının süperstarı Haruki Murakami’nin 69 yaşında yazdığı 14’üncü romanı “Kumandanı Öldürmek” Ali Volkan Erdemir’in kusursuz ve özenli Türkçesiyle yayımlandı. Kendisinin Japoncaya çevirdiği “Muhteşem Gatsby” kitabına bir saygı duruşu olarak adlandırdığı bu kitap uzun, meşakkatli ama okuru tatmin edecek bir edebi seyahat öneriyor bize. Kitabın anlatıcısı; Murakami’yi daha önce okumuş olanların çok iyi tanıdığı, nazik, kararsız, biraz asosyal, renksiz, tipik bir metropol insanı olan isimsiz bir portre ressamı. 12 yaşındayken kaybettiği kızkardeşine benzettiği için evlendiği eşinin başka biriyle ilişkisi olduğunu ve boşanmak istediğini öğrendikten sonra yanına birkaç eşya ve resim malzemelerini alarak evi terk eder. İki ay amaçsızca dolaştıktan sonra, tek arkadaşının bunamış ve bakımevinde yatan babasına ait bir dağ evini kiralar. Arkadaşının babası Tomahiko Amada, klasik resim eğitimi almış, 1936-1939 arası Nazi işgali altındaki Anschluss Viyana’sında direniş hareketine karıştığı için apar topar Japonya’ya kaçırılmış, bunun ardından tamamen klasik Japon resmine dönmüş ülkenin en başarılı ressamlarından biridir.

 

Dağ başında bir ev İsimsiz ressam; içinde TV, CD çalar ve internet hariç her türlü konforun bulunduğu; enfes bir vadi manzarasına sahip bu dağ başında, hem geçmişini unutmak hem de canı nasıl isterse o şekilde resim çizmek, kendi içine doğru bir yolculuk yapmak arzusundadır. Yeterince kahve içip, müzik dinleyip, yemek yapıp, boş boş oturduktan sonra tesadüf eseri eski ev sahibinin tavanarasına gizlediği bir tablosunu bulur. Bu tablo “Kumandanı Öldürmek” isminde, Don Giovanni’nin meşhur kanlı açılış sahnesinin 7. YY. Japon kahramanları tarafından canlandırıldığı alegorik bir yorumudur. Bu tablonun keşfi ile ’kendini arama bulma/tekamül’ yolunda ilerleyen kahramanımız, her gece duyduğu çan sesinin geldiği bir kuyunun da açılmasıyla beraber normal dünyada kalmayı beceremeyip; Alice’in tavşan deliğinden aşağıya düşer. Daha önce sadece arkadaşı Masahiko, seviştiği evli sevgilileri ve vadinin tam karşısında devasa bir eve sahip, adeta Jay Gatsby’nin ak saçlı Japon kuzeni olan; tüm gücünü ve servetini nedense 13 yaşında kendi kızı olduğunu düşündüğü bir kızı gözlemek için kullanan, stil sahibi, zengin Bay Menşiki tarafından ziyaret edilen ev; önce 60 santim boyunda olan ve tablodaki kumandan şeklini almayı seçmiş bir ’idea’(evet idea!) ve ölmemiş ev sahibinin hayaleti tarafından ziyaret edilir ve olaylar kontrolden çıkar. 

 

Metaforlar, semboller Murakami okumanın iki yolu var bence. Biri kitabın akışına kendini bırakarak, hissederek ilerlemek diğeri ise kitabın içinde sürekli metafor ve psikolojik alt okuma aramak. Eğer ikincisini seçersek, evin tavan arasının bilinçaltı olduğunu, “Kumandanı Öldürmek” tablosunun Amada’nın Avusturya’da geçirdiği zamanda başına gelen trajik olayla ilgili bilinçaltına attığı gerçeği temsil ettiğini, aynı şekilde anlatıcının kendini çok rahatsız eden “Beyaz Subaru Forrester’lı Adam” tablosunu da kitabın bir yerinde tavan arasına kaldırmasının bunu desteklediğini söyleyebiliriz. Aynı şekilde 60 santimlik ’kumandan’ şeklindeki idea’nın ressamın iç görüsünün rehberi olduğu da söylenebilir ya da Murakami’nin canı öyle istemiş ve bu karakteri yaratmıştır. Buna okur karar verecektir. 

 

Dibe vurmuş bir kentli ressamın kendine doğru yolculuğu ve yaratma süreci olarak başlayan hikaye, sırası ile  Jay Gatsby ile yaşanan bir ‘bromance’, perili ev hikayesi, gizemli bir baba kız süreci, son olarak da metaforların yarıştığı (çifte metafor canavarı! Bu isme bayıldım. Douglas Adams sen misin?) bir “Alice Harikalar Diyarında” yürüyüşü ile devam ediyor.

 

Geveze roman Yazar bazı karakterleri derinleştirirken bazı karakterleri bilerek yarım bırakmış, tıpkı özellikle tamamlamadığı portreler gibi. Bu yarım kalmışlık duygusu, hiçbir karakterle ve onun akıbetiyle ilgili net bir sonuca varamama sonucunu doğuruyor ki yazar net olarak bunu istiyor. Bu belirsizlik yazarın kendi üslubunu besliyor. Karakterlerin hangisinin hayal hangisinin gerçek olduğu karışıyor. Murakami’de sevdiğim şey klasik yürüyebilecek bir kurguyu doğaüstü olaylarla teklifsizce hatta arsızca bozuyor olması. Bunu yaparken Lovecraft gibi dehşet duygusundan çok merak duygusuna hitap ediyor. Örneğin 60 santim boyundaki cin görünümlü idea ‘kumandan’ hiç korkutucu değil tersine tatlı, konuşkan bir karakter. Bahçedeki kuyudan “The Ring” filmindeki gibi Samara’nın çıkmayacağını biliyoruz. 

 

Yazar çok sevdiği Raymond Carver gibi Amerikan öykücülerinden edindiği sade dili, kendi temposu ve özgüveni ile dağıttığı konuyu sakince toparlıyor ve hikayesini tamamlıyor. Bu kadar kitabını okuduktan sonra biliyoruz ki hikayenin içinde ne kadar kaybolsak da bizi salimen eve döndürecek. 

 

Elimizdeki 800 sayfalık roman adeta yazarın daha önceki kitaplarında ilginç bulduğu her objeyi tıkıştırdığı geveze bir kitap. Kitaptan yemek yapma, sos yapma, araba çeşitleri, dinlenen müzikler, kahve, çay, bulaşık, meme saplantısı ve tasvirleri ve neden konduğu anlaşılamayan seks sahneleri çıkartılsa kitap özünü kaybetmeden çok tatlı bir 500 sayfalık uzunluğa inebilirmiş. İşin gerçeği Bay Murakami’nin son derece başarılı olduğu bir formül, bir kanal var; bu kitap da bu üretim hattından çıkan son kitap. 

 

“Kumandanı Öldürmek” bol psikolojik altmetni olan, üzerinde daha uzun konuşulması gereken meşakkatli bir roman. Başında bizi başka bir yere götürmeyi vadederken elimizden tutup bizi gezdirip bir daire çizerek başladığımız yere getiriyor. Sonu başında ama sonunda bir bebeğimiz var. Allah analı babalı büyütsün. n