Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Kutsallık ve dünyevilik arasında
Ağustos 2016

Kutsallık ve dünyevilik arasında

Amerikan edebiyatın en nevi şahsına münhasır yazarlarından, gotik kraliçe Flannery O’Connor’ın romanı "Zorbaların Elinde" yazarın her zamanki gibi karanlık üslubunu taşırken, modern edebiyatın inançla beslenen en unutulmaz yapıtlarından biri olma özelliğini de koruyor.
ELİF TANRIYAR
 
Flannery O’Connor gotik tarzı eserleriyle tanınan, keskin bir edebi yeteneğe ve irkiltici bir dile sahip. Gerek yaşadığı dönemde gerekse sonrasında eserlerine kayıtsız kalınamamış, sıradışı bir yazar. 1925’te doğan ve 1964 yılında, yalnızca 39 yaşındayken babası gibi deri vereminden ölen O’Connor, kısa yaşamına çok sayıda öykü ve iki de roman sığdırmış. 1945’te Georgia Eyalet Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Iowa Yazarlık Atölyesi’ne kabul edilen ancak 1951 yılında hastalığına teşhis konulmasının ardından Georgia’daki aile çiftliğine dönen yazar, ölümüne dek 13 yıl boyunca burada eserlerini yazmış. Aynı zamanda koyu bir Katolik de olan O’Connor, tüm bu süre boyunca Katolik teolojisi üzerine kitaplar okuyup, konferanslar vermiş. 
Yazarın hayatının büyük bir bölümünü inzivada geçirmesine rağmen, sahip olduğu keskin gözlem gücü ve insanoğlunun ruhunu adeta soyarak altından çıkardıklarını acımasız bir gerçekçilikle sunuş biçimi onun yazarlığının en çarpıcı yanını oluşturuyor. Aslında öyküleriyle tanınan ve sevilen O’Connor’ın iki romanından biri olan "Zorbaların Elinde", yine onun öykülerinden tanınan hattı sürdürüyor. 1952 yılında, annesiyle birlikte yaşadığı bir çiftlikte yazmaya başladığı romanını 1960 yılında yayımlatan O’Connor'ın romanı, ilk çıktığında pek anlaşılamadığı için karışık eleştirilere maruz kalmış. Bugünse Amerikan edebiyat tarihinde bir klasik sayılıyor.
 
Kırsalda bir yetim
Roman kendini bildi bileli yaşlı büyük dayısı (anneannesinin kardeşi) ile kırsal bir bölgede yaşamış olan 14 yaşındaki yetim Francis Marion Tarwater’ın öyküsünü anlatıyor. Yaşlı adam tarafından her türlü medeniyetten ve eğitimden uzak bir şekilde, ‘kaderinde peygamberlik olduğu’ inancıyla büyütülen Tarwater, dayısı aniden ölünce kaderiyle yüzleşmek zorunda kalır. Tarwater’ın şimdi hayatta kalan yegane akrabası, öğretmen dayısı Rayber’dır. Bütün çocukluğu boyunca onun da dahil olduğu aile geçmişlerini dinleyip durmuştur. Büyük dayı, yıllar önce Rayber küçük bir çocukken onu ailesinin yanından kaçırıp, aynı Francis gibi kendi eğitiminden geçirmek için onu kendi evine getirmiştir. Ancak çocuğun babası birkaç gün sonra gelip onu geri aldığından, planları yarım kalmıştır. Yıllar sonra Francis’in annesi yani Rayber’ın kız kardeşi, ailesiyle birlikte bir araba kazası geçirmiş, o sırada Francis’e hamile olan anne çocuğunu doğurduktan sonra diğerleri gibi hayatını kaybetmiştir. Bir süreliğine şehirde yaşayan Rayber’ın yanında kalan Tarwater ise bu yeni fırsatı kaçırmamış ve yeni doğan bebeği de alıp yeniden kendi evine kaçmıştır. Rayber, bebeği geri almak için gelse de yaşlı adam ona silahıyla saldırdığından, oradan kaçmak zorunda kalmış, bir daha da uğramamıştır. Zaten kısa bir süre sonra evlenmiş, bir de oğlu olmuştur. Ancak oğlu Down sendromlu doğduğundan kendi Rayber sorunlarına dalmıştır. 
 
Ruhun kurtarılması
Yaşlı dayıya göreyse çocuğun zihin engelli doğması Tanrı’nın bir lütfudur. Çünkü ona göre, Tanrı onu bu şekilde korumuştur. Ancak yine de çocuğun ruhunun kurtarılması için vaftiz edilmesi gerekir. Yaşlı adam eğer bu görevi yerine getirmek için kendi ömrü yetmezse Francis’in bu görevi üstlenmesi gerektiğini söyleyer hep. Ve öldüğü için de genç Tarwater’ın artık yapması gereken, şehre gidip dayısı Rayber’i bulmaktır. Tarwater şehre gider ve bir gece yarısı Rayber’in kapısına dayanır. Dayı ise bu beklenmedik konuğun gelişinden mutlu olur, çünkü böylece yıllar önce yarım kalan görevini tamamlayabilecektir: Tıpkı kendisini bir zamanlar yaşlı adamın etkisinden kurtarmayı başardığı gibi bu genç çocuğu da kurtarabilecektir. Dayı büyük bir hevesle ‘eğitim misyonuna’ girişir ancak işi hiç de kolay değildir. Çocuğun zihni yaşlı adam tarafından yıllar boyunca işlene işlene bir çelik kadar sağlamlaşmıştır. 
 
Bir göl gezisi
Bu noktadan sonra öykü bu zıtlıklar arasında yaşanan yüksek bir gerilimle akmaya başlar ve üçlünün hafta sonu bir göl gezisine çıkmasıyla doruğa ulaşır. Bu eğlenci olabilecek gezi sırasıdna ortam, her an oluşabilecek bir felaket hissiyle gerilir. Tüm bu gerilimin ortasında ise öykünün tek masum karakteri down sendromlu Bishop'tur. Olaylar geliştikçe her türlü şiddet eylemi de işe karışır. Hatta şeytan dahi beklenmedik bir yabancının vücudunda ete kemiğe bürünür. Sonunda Tarwater’ın ‘peygamberlik yolundaki’ dönüşümü tamamlanır ve hikaye beklenmedik, ancak görkemli bir sona ulaşır.
O’Connor şaşırtıcı ve dokunaklı üslubuyla yazdığı "Zorbaların Elinde"de Tarwater ve Rayber karakterleri aracılığıyla esas olarak kutsallık ve dünyevilik arasında yaşanan şiddetli bir ikilemi anlatıyor. 
Etiketler: