“Masmavi deniz gibi bir ova”da
GÜNSELİ YILMAZ
01 Adana/80’li Yıllarda Adana”, adından da anlaşılacağı gibi okuru yaklaşık 40 yıl öncesinin Adana’sına götürüyor. Altan Öymen’in yazdığı, Tan Oral’ın çizgileriyle renklendirdiği kitabın öyküsü de ilginç.
CHP genel sekreter yardımcılığı yapan Altan Öymen, 1980 darbesinden sonra siyasi yasaklı durumuna düşünce asıl mesleği gazeteciliğe döner. Çalıştığı gazete Cumhuriyet’tir, gazetedeki köşe komşuları ise Uğur Mumcu ve İlhan Selçuk. Darbenin şiddetinin en çok hissedildiği günlerdir. Altan Öymen genellikle dış politika yazıları yazsa da iç politikada da darbeyi eleştiren yazılar kaleme alır. Ancak MGK, 52 sayılı bildiriyle siyasi yasaklı olanların politik içerikli yazı yazmasını yasaklayınca gazetede Altan Öymen’in ne yapabileceği tartışılır ve ortaya il röportajları fikri atılır. Yani illeri sosyal, kültürel, ekonomik yönleriyle, tarihleri, coğrafyalarıyla, turistik olanaklarıyla, mutfaklarıyla, eğlence hayatlarıyla kısacası, insanların günlük hayatlarıyla ilgili olan her şeyiyle anlatmak... Tabii medyanın gazeteleri saymazsak henüz tek kanallı televizyondan ve radyodan ibaret olduğu, internetin hayal bile edilemediği o günlerde gazetelerde seyahat yazıları hâlâ revaçtadır.
Ofset baskı meselesi
Haliyle isim avantajıyla ilk il Adana olur. Ama bir sorun daha vardır. Sadece izlenim anlatmakla olmaz, görsel olarak da bu yazı dizisini desteklemek gerekir. Ancak ofset baskıya henüz geçilmemiştir ve fotoğraf kalitesi kötüdür. Bu soruna da çözüm bulunur. Altan Öymen izlenimlerini yazacak, usta çizer Tan Oral da bu izlenimleri çizgileriyle şenlendirecektir.
Böylece Altan Öymen ve Tan Oral düşerler Adana yollarına. 15 Eylül 1981’den itibaren tefrika edilmeye başlanan yazı dizisi 11 gün boyunca yayımlanır.
Daha ilk gün bir şenlikle başlar, Adana Havalimanı tadilatta olduğu için Adana uçağı İncirlik’e iner. Ama sıkı tedbirler eşliğinde. O kadar ki Tan Oral çizimin yasak olup olmadığını sorma gereği duyar. Sonra Adana’nın meşhurlarının görüşleri alınır, Yaşar Kemal’in aklına Adana denince “Masmavi deniz gibi bir ova” gelirken, Sakıp Sabancı’nın aklına “Kaliforniya” gelir, çünkü Sabancı Kaliforniya’nın bütün özelliklerini görür Adana’da.
‘Büyük bir köy’
Adana için “Büyük bir şehir değil, büyük bir köydür” denmesi doğrudur Altan Öymen’e göre. Ancak şehrin kurulduğu yer sorunludur ahaliye göre, bu kadar sıcağın içinde kalmamak için ya Toroslar’a yakın kurulmuş olmalıdır şehir ya da denize yakın. Tabii kentin kuruluşuyla ilgili küçük çaplı bir araştırma yapan Altan Öymen, bu yanlış kurulumun müsebbibini de bulur: Herkül. Hani şu “Herkül gibi kuvvetli” derken andığımız... Heykellerinden tanıdığımız dev gibi ilah... Zeus’un oğlu…
Söz konusu olan Adana’yı anlatmak olunca mevzu boldur. Önce kebap meselesi vardır mesela, zira tartışma büyüktür. Adana kebabı soğanlı mı olur, soğansız mı? Konuyla ilgili görüşler alınır, her iki usulde de yapılan kebabın tadına bakılır, fakat bir neticeye varılamaz. Nihayetinde Adana kebabıdır bu; soğanlısı da güzeldir, soğansızı da…
Pamuk ‘çekme’nin incelikleri
Sonra sırada Adana’nın pamuğu vardır. Yaşar Kemal anlatır pamuğun pamuk olma sürecini ve pamuk ‘çekme’nin inceliklerini… Hayatını pamuktan kazanan bir başka ünlü daha vardır: Ferdi Tayfur. O da ünlü olmadan önce pamukta çalışanlardandır… Bir de pamuk işçisinin dertleri vardır ki, bir dokun bin ah işit misali…
Adana’yı ünlü ailelerini anmadan anlatmak bugünkü gibi o gün de mümkün olmadığından Altan Öymen bu aileleri de konu eder yazı dizisine. Karamemetler ve Eliyeşiller vardır ünlü ailelerden… Bu iki aile ticarette ortak olsalar da at yarışlarında rakiptirler mesela… Sonra bir de Sabancı ailesi var… Adana’yı Adanasa yapan aile…
Bu arada artık Adana ile bütünleşmiş İçel ve İskenderun’a da gidilir. Oraların da vaziyetine bakılır. Altan Öymen kendi tatlı üslubuyla anlatır, Tan Oral rafine çizimleriyle renklendirir yazı dizisini.
Temkinli bir dil
Bu çalışmanın ‘olağanüstü’ bir askeri dönemin koşulları altında yapıldığını da unutmamak gerekiyor; o yüzden dili temkinli, politik konular daha yumuşak ele alınıyor. Altan Öymen yazı dizisini bitirirken ince ince değinmeden edemez bu duruma: “Tabii gördüklerimizi yazdık ve çizdik... Röportaj, yazıyla-çiziyle de olsa, fotoğraf çekmek gibidir. İnsan sadece görebildiklerini çeker... Her şey de, tabii, görülmez: Brecht’in sözleriyle: Bazı şeyler aydınlıktadır / Bazıları karanlıkta / Ve insan / Sadece aydınlıktakileri görür / Karanlıktakileri görmez.
Kitaptan bir bölüm...
Pamuk ‘çekme’yi de öyle basit bir şey sanmayın...
Eski pamuk işçisi Yaşar Kemal’in bize bu konuda özel olarak yaptığı açıklamalara göre, bu, ‘beceri’ ve ‘deneyim’ işi olan ciddi bir iştir. Dün de belirttiğimiz gibi bir ‘yarış’tır. Diyor ki:
“Önemli olan parmaklardır... Onları kozanın içine ustalıkla daldıracaksın ki, ‘korkmasınlar’. Yani derileri kozaya sürtünmekten aşınıp acımasın. Ve pamuğun hepsini birden kavrayıp hızla çekeceksin... Bunun profesyonellerinden günde 100 kilodan fazla çekenler vardır. Bazı çocuklar da çok yeteneklidir. Büyüklerden fazla çekerler... 70-80 kilo...”
Peki üstad sen... Sen pamuk işçisi iken kaç kilo çekerdin?..
“Şampiyonlar arasında değildim ama, fena da değildim. 50 kilodan fazla çekerdim. Yani normalin üzerinde. Boyum kısa olsa daha fazla çekerdim. Boy uzunluğu pamuk toplamakta iyi değildir... İnsan yorulur..."