Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Modern edebi kültürün oluşumu
Eylül 2014

Modern edebi kültürün oluşumu

"Tanzimat ve Edebiyat", dönemin edebiyatlarını dilsel ve edebi alışverişlerle zenginleşmiş ve çeşitlenmiş bir bütün olarak ele alan yaklaşıma bir katkı olarak hazırlandı.
Jale Parla
 
 
Mehmet Fatih Uslu ve Fatih Altuğ’un yayına hazırladıkları "Tanzimat ve Edebiyat: Osmanlı İstanbulu'nda Modern Edebi Kültür" başlıklı, birbirinden önemli 16 çalışmayı içeren hacimli cildi okumam bir haftayı buldu. Ve değdi. Derlemenin teorik ve analitik açılımları Tanzimat Edebiyatı çalışmalarına sayısız yeni mecra, mesele, açı ve bilgi sunuyor.
 
Kitap, Johann Strauss’un “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kimler Neleri Okurdu” adlı, artık klasikleşmiş ve bu derleme için revize edilmiş bir dizi çalışmasıyla başlıyor. Derlemenin kapsamı ve amacı açısından en uygun seçim, çünkü Strauss’un bu makaleleri sayesindedir ki Tanzimat edebiyatıyla uğraşanlar, bu dönemde Türkçe dışında yayımlanan kitapların ciddi bir hacim oluşturduğunun farkına vardı.
 
“Osmanlı İmparatoluğu’nda Kimler Neleri Okurdu”yu, Fatih Altuğ’un, “19. YY. Osmanlı Edebiyatı’nda İmparatorluk, Medeniyet, Yerlilik, Yaban(cı)lık ve Din” başlıklı teorik makalesi izliyor. Bu makalenin ilginç ve öenmli bir tezi var: Altuğ’a göre, bir imparatorluk edebiyatı paradigması kurulacaksa, bu paradigma “Dillerin, dinlerin, etnik kökenlerin ve farklı alfabelerin heterojen birlikteliğini kavra[malı]” ve ulusalcı, tekleştirici yaklaşımın ötesine geçmelidir (s/67-68). Tanzimat edebiyatı söz konusuysa emperyal bir gelenek, yani Osmanlı geleneği, başka bir emperyal gelenekle, Batı kültür ve edebiyatıyla karşılaşınca, ikisinin dayatmacılığı çakışır ve bu çakışma sonucunda, belki de paradoksal bir biçimde, her iki emperyal sistemin dayatmacılığı törpülenir. Bu çakışmada kaybeden/kazanan, taklit eden/edilen, asimile eden/asimile olan değildir asıl soru. 
 
Barbarların medenileştirilmesi
Altuğ bu ikiliklerin, sözü edilen karşılaşmada gerçekleşen temellük biçim ve süreçlerinin, yani bir geleneğin diğerini alıp, dönüştürmesi süreçlerinin irdelenmesiyle aşılacağını söylüyor ve Osmanlı’nın karşılaştığı kültürel etkileri nasıl temellük ettiğini gösteriyor. İlginç olan, Altuğ’a göre, Batı ve Osmanlı emperyalizmlerinin çakışmasıyla ortaya çıkan çifte emperyal süreçler, katmerlenmiş emperyal dayatmacılıkla sonuçlanmak yerine, iki emperyalist ideoloji ve epistemolojinin de sulandırılmasıyla , törpülenmesiyle sonuçlanıyor. Bir anlamda Homi Bhabha’nın melezleşme kuramını da çağrıştıran bu paradigma, Tanzimat aydın ve yazarlarını pasif bir etkilenme konumunda değil, aktif bir dönüştürme eylemi içinde görür. Dahası, temellük süreciyle her iki emperyal sisteme içkin olan şiddet ve tahakküm erozyana uğrar ve belirli bir kültürel çoğulculuğun ortamını kolaylaştırırken Altuğ, yine de 'donemin farklı edebi, kültürel, toplumsal ve siyasi pratikleri arasındaki simgesel ya da gerçek şiddeti gözardı etmemeye' dikkat eder. “İmparatorluk hem yeni insanların da dahil olabileceği hem de ‘asıl’ merkezin değerlerine halel gelmeyecek bir dünya görüşüne ihtiyaç duyar. İşte bu nedenle 'barbar'ların medenileştirilmesi gerekir; ama ne derece medeni olacaklarına da merkez karar verir, ‘dışardakiler’ içerilmedilir ama ne kadar içe girecekleri de denetlenmelidir.” (s/69)
 
Kitaplar, dergiler, yazmalar
Bu teziyle post-kolonyal teoriye yeni bir halka eklemiş oluyor Altuğ. Yalnız tezin hâlâ daha çok 'içerik' örneklemelerine ihtiyacı var, çünkü kültürel ve edebi çoğulculuğun niceliksel kanıtlarının yanı sıra (ne kadar çok dilde kaç kitap basıldığı gibi), içeriksel kanıtları da (bu kitaplardaki dünya görüşünün de çoğulculuğu) önemli.  
 
Kitapta incelenen farklı dil ve alfabelerle yayımlanmış eserler, Ermeni harfleriyle ilk Türkçe romanlar, Osmanlı Rum yazını, Karamanlıca yazılmmış 'Temaşa-ı Dünya', Bulgar kitapları dergisi, Fars Edebiyatı, Ladino Edebiyatı, Kürt Edebiyatları, El Cevaib matbaasında basılan Arapça yazmaları kapsıyor. Kitap, Fatih Altuğ’un, bir bakıma prolog olarak görülebilecek makalesi ve Ayşe Banu Karadağ’ın kitabın epiloğu da kabul edilebilecek “Batı’nın Çevrilmesini ‘Medeniyet’ Odağıyla Yeniden Okumak: Tanzimat Dönemi/Sonrası Çeviriler ve ‘Çekinceli’ Cesur Çevirmenler” adlı çalışması ile çerçeveleniyor. Banu Karadağ, çalışmasını, Tanzimat dönemine ilişkin çeviribilim odaklı araştırmaların, Saliha Paker’in başlattığı ve Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir dizi araştırmacının sürdürdüğü, Even-Zohar’ın 'çoğuldizge kuramı'nı temel alan çalışmalardan birisi olarak sunuyor. 
 
Gerçekten de her yönüyle( teorik, analitik, bilimsel, araştırmacı) çığır açıcı bu derlemenin kısa zamanda canlı bir tartışma ortamı yaratacağına, başka çalışmalar için ilham kaynağı olacağına inanıyorum ve kitabın önümüzdeki dönemde bir dizi konferansı başlatmasını diliyorum.