Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Otrivine sıkmış gibi
Ocak 2015
Otrivine sıkmış gibi
Vedat Ozan’ın "Kokular Kitabı", kokunun tarih ve kültürünü ilginç öyküler ve eğlenceli anektodlarla anlatıyor. Çocukluğunda, mutfakta işkembe piştiği için tası tarağı toplayıp evden kaçmaya çalışacak kadar kokuya hassas biri olarak bu kitabın beş duyunun en ihmal edilenini baştacı yapmasına aşırı sevindiğimi söyleyeyim.
ELİF TÜRKÖLMEZ
Bir insanın parfüm tercihinden onun mastürbasyon yapma sıklığını anlayabileceğinizi biliyor muydunuz? Bence bilmiyordunuz. Ben de bilmiyordum. Bu ve bunun gibi birçok, mesela birisiyle ilk randevunuzda sohbet tıkandığında hayat kurtaracak tatlı bilgiyi, "Kokular Kitabı"ndan öğrendim. Bu kitap Vedat Ozan’ın salı sabahları 94.9 Açık Radyo’da yaptığı "Koku" adlı programda konuştuklarının bir bölümü ve üstüne eklenen yeni bilgilerden oluşuyor. Kokunun tarihi, kültürü, edebiyatla, psikolojiyle, ekonomi-politik ve gündelik hayatla ilgisi üzerine çok acayip şeyler anlatıyor.
Kitap banyo aynanızın önünde duran ağız çalkalama suyuna başka bir gözle bakmanızı sağlıyor mesela. İnsanlığın kendi kokularından kurtulma, onu bastırma ve ondan utanma azmini ve pazarlamanın da bu azimden acayip hoşlandığını görüyorsunuz.
Mesela o mentollü su meğerse ilk olarak hastane ve evlerde antiseptik olarak kullanılması için üretilmiş. Ağız çalkalamayla hiçbir alakası, çürük diş, sucuklu yumurta ya da sumaklı soğan kokusu gidermek gibi bir görevi yokmuş. İlk başta ameliyathanelerdeki alet edavatı temizlemek için, sonraları hastane koridorlarının hijyeni için kullanılan bu sıvı cin fikirli bir reklamcı sayesinde seyreltilip şişelenerek ağız çalkalama suyu olarak tüm banyolara sokulmuş. Dönemin, evde kalma endişesinin işlendiği ağız çalkalama suyu reklamlarında şöyle denmiş: "Kız hep gelinin attığı buketi tutan bir nedime olacak ama asla evlenemeyecek. Çünkü ağzı kokuyor."
Büyük Buhran dönemindeki bir sabun reklamı da benzer bir korkutma yöntemi kullanıp vücut kokularımızı denetim altına almazsak neler olacağıyla ilgili olarak bizi uyarıyor: "Bu sabunu kullanmazsanız ter korkarsınız. Ter kokarsanız işten atılabilirsiniz. Hem de bu zor günlerde! O zaman biz alalım o sabunu."
"Kızımız köpek gibidir"
"Maşallah kızımız köpek gibidir." Bu bir övgü cümlesi. Çocukluğumdan itibaren bu cümleyi duyarak büyüdüm. Çünkü sürekli şöyle dolaşan bir çocuktum: "Bir şey kokuyor!" Ve karşılığında aldığım cevapsa genellikle şuydu: "Yok, sana öyle geliyor." Hayır bana öyle gelmiyordu. Bir yerde bir şey yanıyordu, bir şey bozuluyor yahut çürüyor, bir şeyler oluyordu. Zamanla haklı çıktığım anlaşılınca bu özelliğim övülmeye başlandı. "Kızımız maşallah köpek burunludur," dendi. Bunun zaman zaman iyi, bazen de çok kötü bir özellik olduğunu anladım. Kimsenin almadığı kokuları almak biraz delilik çünkü.
Kitapta köpeklerin koku alma yetenekleriyle ilgili çok güzel bir bölüm var. Bir köpeğin burnunda normal bir insana göre yüzlerce kat fazla reseptör yani koku alıcı sinir hücresi var. Bu yüzden de köpekler insanların duyamayacakları kadar seyrek kokuları dahi hissediyorlar. Tabii koku köpeklerde aynı zamanda bir iletişim biçimi. Yaşadıkları bölgeyi çişleriyle işaretlemelerinin sebebi bu. Ayrıca çiftleşmeye hazır olup olmadıklarını da koku sayesinde belli ediyorlar. Ayrıca köpeklerde kanserli hücreyi tanıma gibi bir özellik var. Vücutta beliren en ufak kanser hücresini koklayarak bulabiliyorlar. Bu yüzden de ‘köpeğin varsa kanserden korkma’ deniliyor. Kanserli hücrelerin normal hücrelere göre farklı metabolik atıklar salgıladıkları ve bu yüzden de düşük yoğunluklu bir koku ürettikleri de yakın zamanda ispatlanmış bir bilimsel gerçek.
Butyric asit etkisi
Kitapta kokuyla ilgili yapılmış yüzlerce deneyden alıntılar var ve hepsi de çok ilginç. Mesela bir tanesinde kokunun öğrenilmiş bilgiyle ilişkisi değerlendiriliyor. Denekler, içinde butyric asit kokusu olan ve kapısında peynir yazan bir odaya alınıyor ve kokuyu değerlendirmeleri isteniyor. Önemli bir bölümü iştahlarının kabardığından, acıktıklarından, parmesan peyniri yemek istediklerinden söz ediyor. Denekler bu kez içinde yine butryc asit olan ve kapısında kusmuk yazan bir odaya alınıyor. Sonuç şaşırtıcı. Koku aynı olmasına rağmen deneklerin hepsi midesinin bulandığını söylüyor. Butryc asit hem parmesan peynirinde hem de kusmukta bolca olan ve kendine has ekşimik kokular yayan bir asit. Ama onu bazen yemek istiyor bazense ondan tiksiniyoruz. Tıpkı kendi vücut salgılarımızın kokusuna tahammül ederken, başka birinde o kokunun dayanılmaz olması gibi. Ya da sarımsağın domatesli makarnada şahane durmasına rağmen başkasının ağzından yayıldığında dayanılmaz olması gibi...
"Kokular Kitabı", gündelik hayatta karşılaştığımız ama belki de farkına bile varmadığımız kokuların tarihine, kültürüne, psikolojik ve sosyolojik özelliklerine çok şahane bir anlatım biçimi, esprili bir dil ve tonlarca ilginç anektodla yaklaşıyor. Okuduktan sonra burun delikleriniz otrivine sıkmışçasına rahatlıyor.