Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Renksiz Bay Tsukuru’nun maceraları
Ekim 2014

Renksiz Bay Tsukuru’nun maceraları

Haruki Murakami’nin yeni kitabı "Renksiz Tsukuru Tasaki’nin Hac Yılları", lise yıllarındaki en yakın dört arkadaşını bulmaya çalışan 36 yaşındaki bir adamın hem kendi içine, hem de tabelası olan ve hızlı trenlerle filan ulaşılan gerçek yerlere yaptığı uzun bir yolculuğu anlatıyor.
Elif Türkölmez
 
Haruki Murakami ülkesi Japonya’da "İmkansızın Şarkısı"nı (Norwegian Wood) yazdığı 1987 yılından beri çok ünlü. "Sahilde Kafka" ile dünyanın bütün plaj havlularının üzerinde boy gösterdiği 2009’dan beri ise gerçek bir rock star. Bugün Bay Murakami, üzerinde ‘Who the f.ck is Mick Jagger’ yazan eprimiş tişörtüyle bakkala süt almaya gitse, kim çıkıp da, “Orada dur bakalım Murakami efendi” der ki. 
 
Murakami’yi çekiştirmiyorum. Aksine yazdıklarını severim. Yani mesela metrodan çıkarken, inenleri beklemeden içeri girmeye çalışan biri, pardon ikisi, üçü, dördü, bana çarpsa ve çantam kolumdan yere düşüverse... İçindekiler her tarafa saçılsa ve saçılanlardan biri de bir Murakami olsa, asla paniğe kapılmam. Siz bana yardım etmeye çalışsanız “Lütfen bırakın, ben toplarım,” diye üstünüze atlamam. Yani, çantamdan düşen kitabın o kadar da havalı olmadığını bilirim ama ondan utanmam da... Ama o yakınlaşmanın sonunda siz bana bir kahve ısmarlamasanız, tabii ki anlarım. Sonuçta bir Saul Bellow değil. Ya da Salinger... Gerçi düşünüyorum da, Murakami okuyan biriyle kahve içmeye çıksanız, konuşabileceğiniz çok fazla ortak şey olabilir. Ama bu iyi bir şey mi emin değilim. Hakeza, Salinger okuyan da yazarın hakkını veremiyor olabilir, bilemiyorum. Neyse, o işler biraz karışık. Ben şimdi size Murakami’nin son kitabından, "Renksiz Tsukuru Tasaki’nin Hac Yılları"ndan söz edeyim de çantanıza koyar mısınız koymaz mısınız bir bakın.
 
Eskisi gibi olmayan şeyler
36 yaşındaki Tsukuru Tasaki, geçmişte başına gelmiş bir olayı anımsıyor. Aslında tam olarak unutmuş da değil. Çünkü bu olay, otobüsün penceresinden gördüğü korkunç bir trafik kazası ya da yaşadığı şehirde meydana gelen ve bir hafta süren su kesintisi gibi bir şey değil. Onu tamamen dönüştüren, adeta başka biri haline getiren bir olay bu: Lise yıllarında çok güçlü bir bağla bağlı olduğunu düşündüğü arkadaş grubundan ihraç edilmek. Hem de habersizce. Tek kelime etmeden.
Üniversite için Tokyo’ya giden Tsukuru yaz tatilinde doğup büyüdüğü ve o güçlü bağı edindiği arkadaş grubunun yaşadığı Nagaya’ya döndüğünde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlar. Arkadaşları telefonlarına çıkmıyor, onunla konuşmuyordur. Tsukuru sebebini anlayamaz ve büyük bir buhranın içine düşer. Arkadaşlarının onunla neden ilişkiyi kestiğini anlamak için kafa patlatır. Ta ki bir gün arkadaşlarından biri olan Mavi’nin, telefonda söylediği “Artık bizi aramanı istemiyoruz,” cümlesine kadar. 
 
Bu arada arkadaşlarının hepsinin isminde bir renk olduğunu, Kızıl, Mavi, Ak ve Kara (iki erkek, iki kız), Tsukuru’da ise bir renk olmadığını söyleyeyim. Kitabın ismindeki ‘renksiz’ de buradan geliyor ama aynı zamanda başka derin anlamları da var.
 
Geçmişle yüzleşmek
Tsukuru olan biteni anlayamaz. Ama sessizce kabul eder. Okula döner. Çocukluğundan beri tutku derecesinde takıntılı olduğu tren istasyonlarında bir ömür geçirmek için inşaat mühendisliği okumaktadır. Amacı ülkenin her yerinde istasyonlar yapmak, ya da eskileri tamir etmek. Ama hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Okula tutunacak gücü yoktur. Aylarca hiçbir şey yapmadan sadece ölmeyi düşünür. İştahı kapanır. Sadece kuru ekmek ve bir parça peynirle yaşar. 
 
Ancak bir sabah uyanır ve kötü düşünceleri aklından siler. Tekrar hayata tutunmaya çalışacaktır. Aylar sonra aynaya baktığında kendisini fiziksel olarak çok değişmiş bulur. Eski yuvarlak hatlı ergen gitmiş, yerine sert bakışlı, kemikli yüzlü, zayıf bir yetişkin gelmiştir. Bu halini sever.
Olup biteni unutmaya çalışır, yüzme havuzuna, barlara gider. Kadınlarla yatar, yemek pişirir. Bu arada kendisini bir gün ansızın terk eden bir başka arkadaş edinir ama bunu da pek mesele etmez. Hayat olağan akışında, sıradan dertlerle geçerken kendisinden iki yaş büyük turizmci kız arkadaşı Sara ‘şu lisedeyken onu terk eden arkadaşlar’ meselesini deşmeye başlar.
 
Ve Tsukuru Tasaki, geçmişiyle yüzleşmek üzere uzun bir yolculuğa çıkar. Attığı her adımda, kendisine 20’li yaşlardayken aylarca ölümü düşündüren o gizemli olayın üzerindeki sis perdesi aralanıyordur. Ama bir yandan işler daha da karışmaya devam eder.
 
Murakami okurları sosyal ağlarda kitapla ilgili yorum yaparken en çok Tsukuru’nun bundan sonra ne yapacağını merak ettiklerini söylüyor. Benim ‘bundan sonra ne yapacağını’ esas merak ettiğim kişi ise Kara oldu. Kitabın en güzel bölümlerinden birinin de, Tsukuru’nun yıllar sonra Kara ile buluştuğu, son bölüm olduğunu söyleyeyim. Helsinki dışında bir köy evi. Yanı başında bir göl. Kara ile Tsukuru’nun uzun süren sarılması... Nefisti...
 
Tsukuru’nun bundan sonra ne yapacağına gelirsek, aşağı yukarı belli değil mi? Şehir merkezindeki caz barlarda viski içecek, seksi bir başarı / başarısızlık sanmaya devam edecek ve dolayısıyla rüyaları dışında seks yaparken mutlu olamayacak. Ton balıklı sandviç ya da peynirli kraker gibi ‘basit yiyecekler’le karnını doyuracak, güzel kadınlarla barlarda buluşup uzun sohbetler edecek, Franz Liszt dinleyecek ve metro istasyonlarında oturup oraya buraya koşturan insanları izleyecek. 
Son olarak, Murakami iyi bir yazar ve eğer bir gün çantasından "Renksiz Tsukuru Tasaki’nin Hac Yılları" çıkan biriyle tanışırsanız, kesinlikle, onunla kahve içmeye gidin.