Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Ruhlar Kum Torbası
Ağustos 2014

Ruhlar Kum Torbası

"Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı", Ankaralı yazarların en genci olmaya aday, Giray Kemer’in ilk kitabı. Kitap müziğiyle, metaforuyla, sancılarıyla ince işlenmiş öykülerden bir araya geliyor.
 
 
E. Nida Dinçtürk
 
Bana sorsalar, “Ankara rakı gibidir,” derim. Çünkü seveni hasta olur, sevmeyeni kokusundan bile illet eder. Bence bu yüzden içinden Ankara geçen hikayeler, Ankara’da doğan ya da büyüyen insanlar bir başka olur. Ankara’da sevilenler bile bir başka sevilir. Ankara’nın edebiyata nüfuz eden bu halleri de ‘Ankaralı’ kitapları bir başka kılar. Ankara edebiyatını sevmeyen var mı, bilmem ama sevenlere iyi haber: Ankara’dan yazan, Ankaralı öyküleri olanca lezzetiyle anlatan İletişim Yayınları yazarlarına taze bir kan geldi: Giray Kemer. İsmiyle hatırlara İslam Çupi’yi getiren ilk kitabı “Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı” ile kitaplıkta kendine bir sırtlık yer açtı. 
 
Müslüm Gürses ile Doors
Genç bir yazar Giray Kemer. En aksiyonlu öyküsünü bile sakince anlatabilecek kadar dingin bir kalem üstelik. O her ne kadar usta olarak kendine Barış Bıçakçı’yı seçmiş olsa da satırlarında Emrah Serbes’i anımsatan bir hava da yok değil. Aslında ben onu anlatmaya nerden başlayacağımı bilmiyorum. Zaten bence o da anlatmaya nerden başlayacağını bilmiyor, ortasından giriyor mevzunun. Kitap, Ankara’nın puslu sokaklarında dolaşan, arada sırada Taksim’e, Çiçekçi’ye, Kadıköy’e uğrayan, bazen iki şehrin de sınırlarından uzaklaşan bir harita üzerinde dolaşıyor. Gittiği her yerin ruh halini satırlarının arasına sıkıştırıyor. Gidilen yerlerin bir önemi ve anlamı var Giray Kemer için. Görülen şeyler kadar duyulan şeylerin de... Sıkıcı olmayan, meraklı bir detaycılık hakim kitaba. 
 
Bu yüzden müzikli bir kitap Kemer'inki ve yazar, neredeyse her öyküsüne yakışan bir şarkıyı yediriyor. Muhtemelen yazarken fondan dinlediği ya da ‘yaşarken’ kafasının içinde çaldığı müziği okuruyla paylaşıyor. Ben, henüz ikinci öyküde, bir mezarlıkta terk edilen bahtsız karakterin öyküsünü anlatmak için listemin başına Ibrahim Maalouf’un "Beirut"unu alıyorum. Üçüncü öyküden itibaren ise Giray Kemer’in listesine sadık kalıyorum. Ara ara Morrisey’lerin Nick Cave’lerin çaldığı kitap, müzik açlığı hiç dinmeyen ruhlara coşku verebilecek sağlamlıkta bir liste ile devam ediyor. Bu sırada siz de çoktan Müslüm Gürses ile Doors’u aynı anda dinleyen ‘biçimsiz’ adamların dünyasına karışmış oluyorsunuz.
 
Araları silinmiş bir roman
Öykücülük adına çok rastlanmayan bir sistem izliyor Giray Kemer. Kitabın bütününe bakıldığında tek bir karaktere ait olduğu, yer yer birbirine eklemlenen bir öykü silsilesi ile aslında araları silinmiş bir roman sunuyor okura. Yine de bir bütünlük aramaya kalkışmak kitabın ruhunu zedeleyeceğinden, hiç bu pencereden bakmamak gerektiğini belirtmek gerek. Gel gelelim bu 'araları silinmiş bir roman' olma hali, karaktere ilişkin basit ama derin bir analizin kapısını aralıyor. Sancılı bir ruhun kendi sayıklamalarını dinlermiş gibi okunuyor kitap. Giray Kemer, geçtiğimiz günlerde verdiği röportajda bire bir yaşananları anlatmanın edebiyat olduğunu düşünmediğini söylüyor fakat her şeyi yaşanmış gerçekliğinde ve yalınlığında anlatmayı başarıyor. 
 
Peki, neden boksör, neden pazı sarması? Olaylar nerede başlıyor? Boksa kişisel bir ilgisi olduğunu kabul ediyor Giray Kemer ama karakterini bir boksör olarak seçmesinin arkasında farklı mesajlar yatıyor. Cüsseli adamların akıl almaz duygusallığı gibi bir klişe de değil bu. Daha çok hayatı, sevme fiilini, sevmenin getirdiği saçmalama ve öfkelenme özgürlüğünü, düşünme ve düşünmekten yorulma hallerini boksla, yumruk yemekle ve yeri geldiğinde devrilmekle özdeşleştirmeyi başarmasından kaynaklanıyor. Neden ve nasıl kabul ettiğimizi bilmediğimiz saçmalıkları, sorduğu basit sorularla şu cümlesiyle nakavt ediyor: “-Ben seni çok seviyorum. Yani insan olarak. (…) İnsan olarak...” 
 
Bir insan, bir insanı başka ne olarak sevebilirdi ki?
Genellikle okurları plajda okumalık, hafif kitaplar önere önere baydığımız bu yaz aylarının kitabı değil "Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı". Bunu, kitabı okumak için yazın bitmesini bekleyin diye demiyorum (zaten kitap bekletilmez, beklenir). Güneşli günlerde okusanız da içinizde inceden bir yağmur başlatabilecek, en olmadı iki pencereyi çarparak kapattırabilecek bir havası olduğunu önceden belirtmeyi boynumun borcu biliyorum sadece. Bunun için de hiçbiriniz kalkıp ne beni, ne boksörü ne de pazı sarmasını suçlayabilirsiniz.