Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Sanatın iyileştirici yönü
Ekim 2014

Sanatın iyileştirici yönü

Yazar ve filozof Alain de Botton, John Armstrong ile birlikte kaleme aldığı "Terapi Olarak Sanat"ta, sanatın temel işlevini, sanatın araçsal özünü öne çıkararak belirliyor ve diğer araçlar gibi, sanatın da insanı, doğasının ötesine çıkarabileceğini savunuyorlar.
MUSTAFA ERGÜL
 
Aradığımız terapiyi sanattan beklememiz ne kadar mümkün? Bir sanat eserine bakmak, bizi nasıl rahatlatabilir ya da ruhsal dengemizi bulmamıza yardımcı olur? Günümüzde sanat eserlerinin davetkarsızlığından muzdarip yetişen bir nesil olarak bir eserin önünde dolu dolu beş dakika harcayamıyorsak bu sadece bizim suçumuz mu? Belki de öncesinde sanatın bizim için ne anlama geldiğini düşünmeliyiz. Sanatın örgütlenmesindeki yoğun ilişki ağı modern zamanlarla beraber gelişiyor. Sanatı bir bakıma hayatın merkezine alan ve her pratikte onu yücelten bu anlayışı müzelerde, sanat üretiminde ve piyasada kendisine biçilen yüksek değerlerde görüyoruz. Ayrıca, özellikle sanatın dönüştürücü etkisini yaygınlaştırmak ve sanatın toplumsal erişilebilirliğini arttırmak adına yürütülen projeler de gün geçtikçe önem kazanıyor. Bu açıdan sanatla karşılaşmamız belirli yol ve yordam içinde planlanmış olsa da, izleyici sanatla kuruduğu ilişkide her zaman kendisini dönüştürüceğine inandığı o biricik deneyimi yaşayamıyor. Bu eksikliğin sebebini, izleyicinin bilgi ve hissetme kabiliyetinde aramaktansa; Alain de Botton ve John Armstrong, sanat üzerine sorulan soruların yalnış olduğunu düşünüyorlar. 20 YY.'ın başından beri ‘sanat ne içindir?’ sorusunu yanıtlamak için geliştirilen çabaların yetersizliği, bu iki düşünürü; sanata yöneltilen bu en temel soru üzeriden sanatın işlevini yeniden kurgulamaya yöneltiyor.
 
Metodoloji, aşk, doğa
Sanatın çoğu zaman açıklanmaktan öte sadece varlığının saygı görmeye başlaması vahim bir durumu işaret ediyor. ‘Sanat sanat içindir’ anlayışı ise artık kaybedilmiş bir kanonun naif savunması halini mi alıyor, sorusu da ön plana çıkıyor. Öte yandan, sanatın somut olarak hayatta ne işe yaradığını sorarsak eğer, sanata ister istemez bir araçsallık yüklediğimiz aşikar. Botton ve Armstrong, sanatın temel işlevini, sanatın araçsal özünü öne çıkararak belirliyor ve diğer araçlar gibi, sanatın da insanı, doğasının ötesine çıkarabileceğini savunuyorlar. 
 
Bütün bunları göz önüne aldığımız zaman "Terapi Olarak Sanat" bize, sanat ile hayat arasında rehberlik etme iddiası taşıyor. Kitap, metodoloji, aşk, doğa, para ve siyaset olmak üzere beş ana başlıktan oluşuyor. 
 
Evrensel bir duygunun parçası
Metodoloji bölümü altında yazarlar tarafından belirlenen insanın yedi psikolojik zaafına karşılık, yedi sanatsal işlevin işlendiğini görüyoruz. Bu noktada sanatın yedi işlevi; hatırlama, umut, elem, yeniden dengeyi sağlama, kendini anlama, büyüme ve takdir olarak karşımıza çıkıyor. Hafızanın biçimlendirilmesi; olaylar, insanlar ve duygu yoğunlukları... Bu bilgilerin tekrar hatırlanmasıdaki güçlük, Botton ve Amstrong için bir zaafiyetin göstergesi olarak karşımıza çıkarken, bu iki düşünür için bunu aşmanın en basit çözümlerinden biri yazı, diğerinin ise resim olması. Freud’un "Unutmak iyileştirir" düstrununa karşılık, Botton ve Armstrong, hafızanın ve duygu durumun bir resim üzerinden somutlaştırılmasını sağlıklı bir yön görüyorlar. Duygu dünyamızdaki iniş ve çıkışlara dengeyi getirmek, farklı benliklerimizi keşfetmek, kişinin bir sanat eseriyle konuşmasına ve ona ayıracağı samimi zamanla ortaya çıkıyor. Bu noktada sanat eseri, ona bakan kişiyi hem evrensel bir duygu durumun parçası yaparak olgunlaştırıyor, diğer yandan ise özel bir şeyi keşfetmenin biricikliğini ona bağışlıyor. Buna paralel olarak kendini anlama bölümünde ise şu satırlar karşımıza çıkıyor: “Kendimize karşı şeffaf değiliz. Sezgilerimiz, kuşkularımız, önsezilerimiz, belirsiz derin düşüncelerimiz ve tuhaf bir biçimde birbirine girmiş duygularımız var, hepsi de basit tanımlara karşı direnç gösteriyor. Halden hale giriyoruz ama gerçekten nedir bu haller bilmiyoruz. Derken, zaman zaman, daha önceden hissetmiş olduğumuz ama asla açıkça kavrayamadığımız bir şeye değinen sanat eserleriyle karşılaşıyoruz.” Bu satırların devamında ise sanatın asıl araçsallığı ortaya çıkıyor: “...kendi düşüncemizin, kendi deneyimimiz, elle tutulmaz, tarifi zor bir parçası alınıp kurgulanıyor ve bize öncesinden daha iyi bir şekilde iade ediliyor, bizler de sonunda kendimizi daha iyi anladığımızı hissediyoruz.”
 
Yine metodoloji bölümünün altında, sanat eğitiminin nasıl olması gerektiği ve sanatın nasıl sergilenmesi konuları da işleniyor. İzleyicinin sanat eseriyle olan ilişkisi, kitabın bütününe yayılmış  bir yol haritası niteliğinde karşımıza çıkıyor. Ayrıca bütün bölümler ve alt başlıklar, bu haritayı eğlenceli kılacak görselle desteklenmiş durumda. Aşk, doğa, para ve siyaset bölümleri de kendi içinde alt başlıklara ayrılıyor.
 
Kitabın sonunda belirtildiği gibi insanın sanatla olan ilişkisinin nihai hedefi, sanatta işlenen değerleri dünyaya yaymanın yollarını bulmaktır. Kitap, ilişkilerimizi birer sanat eserine dönüştürerek daha iyi bir dünyaya evrilebilieceğimizi öngörüyor. Tıpkı kitabın son bölümde yer alan satırlar bize bu yöntemi özetler nitelikte: “Sanatın asıl emeli, kendisine olan gereksinimi azaltmak olmalıdır. Sanatın değindiği şeylere; güzelliğe, anlam derinliğine, iyi ilişkilere, doğanın takdirine, ömrün kısalığının idrakine, empatiye, merhamete vs. olan sadakatimizi günün birinde kaybedeceğiz demek değildir bu. Aksine, sanatın sergilediği idealleri özümsedikten sonra, sanatın, ne kadar zarifçe ve dikkatle olursa olsun, yalnızca simgeleştirdiği şeyleri gerçeklikte keşfetmek için mücadele etmeliyiz. Sanat sevdalısının nihai hedefi, sanat eserlerinin biraz daha az gerekli olduğu bir dünya inşa etmek olmalıdır.”
 
Alain de Botton ve John Armstrong’un yazdığı "Terapi Olarak Sanat" bir psikoloğa gitmeden önce okunması gereken eserlerin arasında yer alıyor.