Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Savaşa karşı herkes bir şey yapabilir
Şubat 2015

Savaşa karşı herkes bir şey yapabilir

Tarihçi yazar İsmail Keskin kitabında, lanetli bir monopoly oyununa benzettiği mülteciliğe, dünyanın pek umurunda olmadığı bu soruna, küçücük çocukları yaşamdan acımasızca koparan vahşete dikkat çekiyor.
ORHAN TÜLEYLİOĞLU
 
Suriye’de 2011 yılının mart ayında başlayan gösteriler, Arap Baharı olarak adlandırılan, Orta Doğu'daki daha geniş protestoların bir parçası olarak gelişmiş ve kanlı bir iç savaşa dönüşmüştü. Bu savaşta 200 bin insan öldürüldü. Ülkelerinden kaçan kadın, erkek ve çocuğun sayısı 3.2 milyona ulaştı. Ama savaştan kaçılsa da yaşam savaşından kaçmanın olanağı yoktu. Savaş, yaşadıkları topraklardan söküp attığı milyonlarca insanı, bu kez mülteciliğin zorlu koşulları ile yüz yüze bırakacaktı.  
 
Neden bu savaşlar var? Neden savaşlarla ilgili bir şey yapamıyoruz? Mülteciler için  yaptığımız neden gözyaşı dökmekten öteye geçemiyor?
İsmail Keskin “Kaktüs Çiçeğinin Sürgünü” adlı romanında yanıbaşımızdaki savaşın yıkıcı etkisi altında kalan bir ailenin öyküsünü anlatırken bu sorulara da yanıt arıyor. Halep’ten Gaziantep’e, oradan İstanbul’a, daha sonra da Edirne ve Meriç’in öte kıyısındaki Evros’a uzanan roman; akıllı ve cesur Kamal’ın, güzel yüzlü ürkek ceylan Rima’nın, ismi güvercin gurultularından devşirilmiş akçacık Hadil’in, 80 yaşındaki yorgun bedeninde bir serçe yüreği taşıyan Hiba’nın, kısacası Sabbar, yani Kaktüs Ailesi'nin yürek burkan öyküsü.
 
Bir İstanbul gezisi
Sabbar Ailesi, üç yıl öncesine kadar, yani savaşın Suriye’yi yakmasından önce mutlu sayılabilecek bir yaşam sürmektedir. Kamal’in annesi Najla sınıf, babası Târık bilgisayar öğretmenidir. Najla doğma büyüme Halepliyken Târık’ın memleketi Halep’in kuzeyindeki Al Bab, yani Kapı kasabasıdır. Târık, orta halli sayılabilecek köylü bir aşiretin okuyan ve diplomasıyla bir devlet kurumunda işe girerek Halep şehrine yerleşmeyi başaran ilk evladı olur. Târık’ın öğretmenlik maaşına memleketteki malların gelirlerinden hatrı sayılır bir parça eklenir. Sabbar Ailesi'nin gelirlerindeki artışın Kamal’ın hayatına iki yansıması olur. Bunların ilki, hayalini kurduğu dizüstü bilgisayara kavuşmasıdır ki, eve internet de bağlatabilmiştir artık... İkincisiyse hayatında ilk kez ailesiyle Suriye’nin dışında bir ülkeye turist olarak gidebilecektir. Babası Târık annesi Najla’ya evlilik yıldönümlerinde sürpriz yapmak için, dizilerde gördükleri ve o vakitler pek revaçta olan İstanbul’a bir haftalık bir gezi satın alır. Tüm ailenin dört gözle beklediği seyahat günü geldiğinde Najla, küçük kızları Rima ve Hadil’i İstanbul’a götüremediği için üzgündür, ama tura 0-12 yaş arası sadece bir çocuk ücretsiz dahil edilebilecektir. Kamal seyahat edecekleri günün gecesi uyuyamaz. Sabah sekizde kalkacak uçak için Sabbar Ailesi'nin üç ferdi, saat beşte Halep havalimanında hazırdır.
 
Alt üst olan hayatlar
Sabbar Ailesi'nin İstanbul’daki ilk günü bir hayli yoğun geçer. Kamal kendisini kentin büyüsüne kaptırmış, dilini bilmediği bir ülkenin daha önce hiç görmediği şehriyle masaların dilinden anlaşmaya başlar. Saraylar, mabetler, sarnıçlar, köşkler, güzel yemekler ve gülen yüzler içinde geçen ikinci günün akşamında nihayet otellerine döndüklerinde Târık huzur içinde Kamal’ın bilgisayarını açarak Suriye haberlerini kontrol etmek üzere internete bağlanır. Sadece Suriye değil, bütün dünyanın haber sitelerinde aynı başlık vardır: “Arap Baharı Suriye’de! Şam’da büyük gösteriler, gösterilere yapılan müdahalelerde çok sayıda ölü ve yaralılar var. Suriye çapında çatışmalar büyüyor.”
 
Tunus’ta kışın başlayan hareketlilik, baharı bulmadan diğer Arap ülkelerine de sıçrar ve Mısır’da Mübarek’i koltuğundan eder. Suriye’de de işlerin karışmasının eli kulağındadır ve her şey küçük bir kıvılcıma bakar. Târık, Suriye’deki kızları için endişeye kapılır. Bir an için onları da İstanbul'a getirmiş olsaydı ortalık yatışana kadar Suriye’ye dönmemeyi düşünür hatta burada ya da Avrupa’da iltica başvurusunda bulunmayı aklından geçirir. Oysa şimdi zamanında Suriye’ye dönmezse şüphe çekeceği ve kızlarının Al Muhaberat’ın insafına kalacağı fikri ile huzuru kaçar. Tatilin kalan günleri hızla geçer.
 
Halep’e döndükleri ilk günün akşamı Târık gözaltına alınır. Aradan aylar geçer. Sabbar Ailesi bir türlü toparlanıp kaçmayı başaramaz. Târık 'kayıp insanlar' listesine girmiştir artık. Sabbar Ailesi'nin reisi konumundaki en büyük erkek kardeş Ayman’ın Suriye’den kaçış planları yaptığı raporlanınca, 'teröristler'i hedef alan bir vakum bombası Sabbar Ailesi'nin çiftliğine düşer. Hayatta kalmasını ninesi ve kız kardeşiyle küçük bir alışverişe çıkmış olmasına borçlu olan Kamal için vakum bombasının anlamı öksüz kalmaktır artık. Koca çiftlik yerle bir olur ve Sabbar Ailesi'nin neredeyse tamamı küle döner. Ne annesi vardır artık ne kız kardeşi Hadil, ne Ayman amcası, ne diğer amcaları, yengeleri, kuzenleri... Ertesi sabah gün doğmadan Türkiye sınırından geçilecektir. Hiba, Kamal, Rima ve kılavuzluklarını yapan çoban, sınırı Suriye ile Türkiye arasındaki uçsuz bucaksız ovada Fırat’ın yanı başındaki Karkamış üzerinden geçerler. Kamal, kısa bir süre önce turist olarak girdiği ülkeye şimdi bir kaçak, bir mülteci olarak tekrar girer. Bundan sonra, ninesi ve kız kardeşiyle mülteciliğin zorlu koşullarını aşabilecek, hayatta kalabilecek, yaşama tutunabilecekler midir? 
Çağının yükünü omzunda duyumsayan, yaşamının son on yılını barış çalışmalarıyla geçiren, tarihçi yazar İsmail Keskin çarpıcı, yalın ve usta anlatımıyla lanetli bir monopoly oyununa benzettiği mülteciliğe, dünyanın pek umurunda olmadığı bu soruna, küçücük çocukları yaşamdan acımasızca koparan vahşete dikkat çekiyor. Yazar kitabında, “Savaşa karşı herkes bir şey yapabilir!” diyor.