Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Tamaro'nun sonsuzluk arayışı
Temmuz 2016

Tamaro'nun sonsuzluk arayışı

Susanna Tamaro son kitabında ahlak, kimlik, benlik ve modernizm gibi kavramları kendi hayat öyküsü üzerinden ve iç dünyasını bizlere açarak irdeliyor.
Asude Yağmur 
 
"Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" ile okurlarının hafızasına ismini kazıyan Susanna Tamaro, bu defa kendisini İtalya’nın en büyük yazarları arasına sokan kitaplarını yazdıran iç dünyasını okuruyla paylaşıyor. 
"Düşünen Bir Yürek", yazarın çocukluğundan bugüne yaşadığı mihenk taşı niteliğindeki olaylarla bunların kitaplarındaki karakteri üzerindeki etkisini analiz ediyor. Otobiyografik bir deneme olsa da, "Düşünen Bir Yürek" bir günlüğün lezzetini de bırakıyor damaklarda. 
1957’de Trieste, İtalya’da doğan yazar 1976’da, henüz 18 yaşındayken Friuli’de bir depreme şahit oluyor. 25 yaşında ise ölümcül bir hastalık geçiriyor ve bu iki olay onda derin izler bırakıyor. Yazarın kitaplarına hakim olan genel naif yapının sebebi belki bu kitabına kadar böyle açıklanabilirdi: “Zor geçen bir çocukluk, deprem ve ölümcül bir hastalık...” Ancak okudukça görüyoruz ki bundan fazlası mevcut... 
 
Kim gerçekten erkek ve kim dişi?
Çocukluğundan ve ilk gençliğinden anıları yer yer cesurca yer yer üstü kapalı bir şekilde anlatıyor Tamaro. İki şekilde de biliyoruz ki onu bugünkü duyarlı haline getiren tüm bu yaşadıklarından başka bir şey değil. Yalnızlığını ve içe kapanıklılığını kurt-kuzu oyunundaki kuzu tarafı olması ile açıklıyor. Çocukluğu boyunca cinsiyetçi ifade ve davranışlardan sakınmasını, ailesinin ve toplumun ondan beklediği 'hanım kız' karakterini karşılayamamasını ve bunların sonucunda aileden dışlanmasını, ondan umut kesilmesinin ruhunda yarattığı yaraları bir çocuğun masum cümleleri ile aktarıyor. Okul yıllarında dişi ile erilin farkını belirleyen sınırları anlamak üzere bir yola çıkıyor Tamaro, kendince cevaplar buluyor ama kendisini bu iki sınıftan birine yerleştirmesi kolay olmuyor. 
 
Gönül gözü bir kez açılmayagörsün 
Sık sık hayattaki şanslılarla savaşçıları kıyaslıyor Tamaro. 'Çıplak elle, çivisi, ipi olmadan' tırmananlarla 'her sapağı işaretlenmiş bir patikada uysalca yürüyenler' kıyaslaması kitabın işlediği temel konulardan bir tanesi. Ona göre mutluluk, gelenekler veya şans gibi başkalarınca belirlenmiş yolu yürüyebilmek demek. Tamaro gerçeği bulmak için kolay yoldan gidemiyor, çünkü kolay yolun ona bahşedilmemiş olduğunu düşünüyor. Sürekli kanatlarının budandığından dem vuruyor, kendisi ile amansız bir savaş halinde... Daha çoğuna sahip olmayı isteyip istemediğine karar veremeyen Tamaro’nun omuzlarına bir hayli fazla yük yüklenmiş çünkü, bu da onu kendi mutluluk tanımının dışında bırakıyor. 
'Ben kimim?' sorusunu kendisine sürekli soran yazar varoluşsal problemleriyle olan savaşına sonunda bir çözüm buluyor. Kendi iç dünyasını derinlemesine araştırdığında en büyük hediyesinin 'hayret etme' olduğuna kanaat getiriyor ve yüreğinin sesinin, kendisiyle konuşabilmesinin yegane sebebini de bu lütuf ile açıklıyor. Hayatının en karanlık dönemlerinde onu kurtaran hayret edebilme durumunun bir sonucu olarak, iyi ve güzeli algılayabildiğini söylüyor. 
Buna karşılık modern dünya ile bu dünyanın getirdiği yenilikler, dindeki ve toplumdaki değişim, onun ömrü boyunca çıkmaya çalıştığı depresyonunu güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor. İnsanların arzularına karşı büyük bir savaş açmış Tamaro içinde. Nefs ile savaşmanın herkesi getirdiği noktayı onda da kolayca görüyoruz. 
 
Yüreğini arındırma çalışması
Yazar 'yüreğini arındırma çalışması' adını verdiği işin ömrüne yayıldığını anlatıyor kitabında, okuruna her fırsatta. Bu yolcuğulun mantık kurallarına göre ilerlemediğini de kitap boyunca dört bir yanınızı saran geçmiş ve geleneğe özlem sayesinde anlıyorsunuz. İnsan ister istemez yazarın kötü geçen bir geçmişe neden özlem duyduğunu merak ediyor. 
Tüm bu duygusallık Tamaro’yu 'sonsuzluk' arayışı ile sınıyor. Kitapta yer yer “İman, afyonun tam zıddıdır,” gibi cümleler görüp duraksayabilirsiniz. Kimlik arayışı, ahlak sorgulaması, yalnızlık, mutsuzluk ve depresyon sonucu yazar hayatın anlamının kulluk olduğuna kanaat getiriyor ve diğer bir deyişle 
'mutluluğun, sonsuz huzurun sırrını' kendince böyle açıklıyor. Kendi kurtuluşuna iman ile vardığını söyleyen Tamaro için ise tanrı bir kral değil, bir yuva. 
Kendi hayat öyküsünden hareketle Hıristiyanlık eleştirilerinde de bulunuyor yazar. Gençliği boyunca yalnızlık denizlerine dalan, karanlık bir iç dünya ile büyüyen Tamaro bu dehlizden iman ile çıkıyor ve onu da böylesi başınabuyruk bir insandan tam da bekleneceği üzere, kendi bildiği gibi yaşıyor.