Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Tarihi 'küçük şeyler'le okumak
Şubat 2015
Tarihi 'küçük şeyler'le okumak
Yeni kitabı "Devir" için '80 dönemine tanıklık etmiş isimlerle görüşüp röportajlar yapan Ece Temelkuran romanında, o yılları iki küçük çocuğun gözünden aktarıyor.
Kerem Atsu
Ece Temelkuran, yeni romanı “Devir”e, Sait Faik’ten bir alıntıyla başlıyor: “Küçük şeyleri unutmayanlar, en geri hatıraları da unutmayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan, her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.”
Her yeri, her şeyi sevmek derken, '80’li yılların o acılı, kocaman bir cezaevine dönmüş Türkiyesi de dahil midir? Ece Temelkuran’ın “Devir”ini okurken, eğer onun gibi çocukluğunuz '80’lere denk gelmişse, Sait Faik’in bahsettiği o 'küçük şeyler' yağacak üzerinize; eğer o yılları yetişkin olarak yaşamışsanız, tüm o yaşanılanları bir çocuğun gözünden okurken, artık unuttuğunuz küçük şeylerle hatırlayacaksınız acı ve sevinçlerinizi. '80’leri sadece gazete yazılarından, kitaplardan, TV dizilerinden ya da filmlerden izlemişseniz, sizi sürprizlerle dolu keşifler bekliyor olacak, bugüne neler yaşanarak gelindiğini, tüm o 'küçük şeyler'in nereye gittiğini göreceksiniz.
Temelkuran, 'küçük şeyler'i, iki küçük çocuğun, Ayşe ile yakın arkadaşı Ali’nin gözünden anlatıyor “Devir”de; sayfalar boyunca, hayaller ve gerçeklerin hem muzip hem de hüzünlü akışının sırrını da bu çocuk bakışındaki mucizelerde aramak gerek. Mesela Türkiye’nin tam ortasındaki Ankara’nın, yine tam ortasında yer alan Kuğulu Park, Ayşe ve Ali’nin masalsı dünyasının da tam ortasında yer alıyor. Eğer parktaki kuğular özgür kalırsa, herkesin özgür kalacağına inandıkları bir masal...
Ayşe'nin hafızasındaki sırlar
“Devir”, ders kitaplarında olduğu gibi ünitelerden oluşuyor, her bölüm bir ünite... İlk ünite, “Ailemizi Tanıyalım.” Toplu iğnelerin kahkaha attığını görecek kadar hayal dünyası geniş kahramanımız Ayşe’nin ailesini tanıyoruz önce ve bu bölümün ilk cümlesi, kitabın izleyeceği seyrin de işaretini veriyor: “Acaba ölsem beni daha mı çok severler”. Bir biri ardı sıra gelişen çılgın diyaloglar arasında birden “Ben bu dertten ölürsem küçük bey, hiç mi kalbin sızlamaz” şarkısı eşlik edebiliyor mesela. Ayşe’nin özelliği, bazı şeylerin yerini sadece onun biliyor olması, pencere pervazının köşesinde dik duran düğmeden, portmanto çekmecesinin dibindeki yassı ampule kadar her şeyin... Ama niye o şeylerin yerlerini sadece o biliyor derseniz, kitabı okudukça anlıyorsunuz ki, hepsinin Ayşe’nin hafızasında yer eden sırlarla dolu bir hikayesi var. Bir de kokuları iyi biliyor Ayşe, anneannesinin o çok güzel kokusunu mesela, ya da anne ile babasının odasındaki uyku kokusunu, salondaki üzüntü kokusunu... Hakikaten de, çocukken kokular ve renkler başkadır, sanki büyüdükçe alışılan, önemsenmeyen şeylere dönüşürler. Sekiz yaşındaki Ayşe için, nesneler dahil her şey canlı ve büyülü olduğu için, onun gibi tüm o kokulara ve nesnelere dikkat kesiliyor insan, satır aralarında başka kokuları ve nesneleri hatırlayarak. Yazar, bir de zor bir şeye yeltenmiş romanı yazarken, çocuklar çocuk gibi konuşuyor; daha doğrusu, herkes kendisi gibi konuşuyor. O günlere ait dilin kullanımına özel bir yer veriyor romanında. Tuğrul Eryılmaz’dan Sırrı Süreyya Önder’e kadar çok sayıda kişi, roman için yazarla hikayelerini paylaşmış ve onlardan sadece olayları, anıları değil, “Peki nasıl derdiniz ona?” diye sorarak, jargonu da yakalamaya çalışmış yazar. Zaten, romandaki tüm o detaylar ve dilin kullanımından anlaşılıyor özel bir çalışma yapıldığı. Toplumsal bilinçaltımızdaki kodlar, bu dil aracılığıyla daha bir görünürleşiyor, olayların akışında.
Ders gibi tanıklıklar
“Geri bıraktırılmış ülkenin çöpten adam çocuk kahramanı Cin Ali”den “Dallas” dizisine, Özallar'dan devrimci abi ve ablalara, Türkiye’nin siyasi tarihinin gündelik hayatın akışı içindeki yansımaları, zaman zaman kahkaha attırıp, zaman zaman hüzünlendirip ağlatabiliyor romanda. Her şey, daha mı gerçekti o günlerde diye de sormadan edemiyor insan; günümüzde yaşanan aşklara, dostluklara, 'küçük şeyler'e bakıp bir kıyaslama yapınca, hayatımızda eksilen şeyler de görünürleşiyor, umuttan insana...
Roman, “Ailemizi Tanıyalım”dan sonra, “Mahallemizi Tanıyalım”, “Erken Yatalım Erken Kalkalım”, “Şehrimizi Tanıyalım”, “Hayvan Dostlarımız” diye devam eden toplam 19 üniteden oluşuyor ve her ünite, o günlere dair çarpıcı tanıklıklardan oluşan bilgiler aktarıyor okura, ders gibi. Romanın son ünitesi, “Yaz Tatilinde Neler Yaptınız?”da, karşımıza bu ülkedeki çoğu kişinin zihninde yer etmiş, hatta hayatına yön vermiş Behrengi’nin “Küçük Kara Balık” hikayesinin çıkması da tesadüf olmasa gerek; parktaki kuğunun, "Küçük Kara Balık"taki balık gibi uzaklara gidebildiğinin hayal edildiği bir çocuk sohbeti eşliğinde.
Ece Temelkuran’ın gazete yazılarında da gördüğümüz o içtenlik ve başka türlü baktıran, hissettiren dili aracılığıyla bir devrin Türkiyesi’ni okumak, geçmişe bir yolculuktan çok, bugünü anlamanın ipuçlarını veriyor. En başta da hayatımızda eksilen 'küçük şeyler'in, gerçekte ne kadar büyük yer kapladığının ip ucunu...