Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » The Lesser Bohemians
Şubat 2017

The Lesser Bohemians

Coşkuyla âşık olmak Eimear McBride yıpratıcı, baş döndürücü ve büyüleyici bir ilişkinin hikayesini anlattığı "The Lesser Bohemians"da aşkın dilini keşfetmeye odaklanıyor
KAYA GENÇ
 
Ekim ayının son haftasında Londra Guildhall'da Cornwall Düşesi'nin katılımıyla düzenlenen Man Booker Roman Ödülü'nün törenini izlerken bu yılın en iyi İngilizce romanının ödül almayacağından haberdardım. Eimear McBride'ın "The Lesser Bohemians"ı, uzun listesi temmuz ayında açıklandığında Man Booker'a aday gösterilmemişti bile. İnsan merak, heyecan ve tutkuyla okuduğu kitaplara karşı korumacı oluyor. Onları savunma arzusu geliyor sonra. Başkalarına anlatma isteği en sondan takip ediyor. Lakin "The Lesser Bohemians" insanın kendine saklamak istediği, belki tek bir özel kişiyle paylaşmayı seçtiği, gizliden gizliye herkesin bilmemesini arzu ettiği romanlardan. 
Bir şehri keşfetmek üzerine bir hikayeymiş gibi başlayan, bir kadının bir erkeği keşfetmesi üzerine bir hikaye olarak devam eden, en sonunda da bu iki şeyin birbirine pekala benzediğini bize hissettiren bir romanla karşı karşıyayız. 1994 ve 1995 yıllarının Londrası'na, bir tiyatro okulunda oyunculuk eğitimi almak üzere gelmiş İrlandalı kahramanımız Eily 18 yaşında ve henüz bakire. Onun sesi, bu romanın her şeyi. Çekingen, meraklı, kırılgan: 19 Eylül'den 9 Aralık 1994'e kadar süren "Birinci Dönem" başlıklı ilk bölümde, onun pır pır atan kalbinin sesini duyarak Liverpool Street'ten bir Stansted Express trenine biniyoruz. Asansörlere binip çıkarken, bavulları açıp iç çamaşırlarını çıkarırken, yaşayacağı evin baktığı sokağı incelerken Eily'nin coşkusunu bize onun biçim verdiği kelimeler anlatıyor. Daha küçük bir puntoyla yazılmış cümleler ise bu coşkulu paragrafların arasından bize Eily'nin en derin sesini fısıldıyor. Onu tanıdığımızı hissetmiyoruz yalnızca, derinden derine onu anladığımızı da seziyoruz.
 
Londra'nın sokaklarında
 
Chalk Farm en yakındaki metro istasyonu, Londra pub'ları yorucu okul günlerinin en güzel panzehiri; ama şehrin topoğrafyasını keşfederken Eily'nin asıl keşfetmek istediği, hayatta birlikte olacağı ilk erkeğin kim olacağı sorusunun cevabı. Seks yapma isteği, ilk adımı atmaktaki başarısıyla ters orantılı kahramanımızın. Bu yüzden zevk sürekli gecikiyor. Bir akşam bir pub'da tesadüfen 38 yaşındaki Stephen'la tanıştığında ise her şey değişiyor. Hayatın sillesini yemiş bu yakışıklı adamın ünlü bir tiyatro oyuncusu olduğunu öğrenmesine daha var Eily'nin. İlk başta başını döndüren, onunla karşılaşmalarının acemi güzelliği. Bunu merak, kıskançlık, acı ve huzur takip ediyor.
Arada sırada 'takılmak' formatında başlayan, her defasında Stephen'ın odasında kimi zaman zevk, kimi zaman utanç, ama hep heyecan veren sevişmeler zincirinden oluşan ilişkileri, haftalar ilerledikçe başka bir şeye dönüşüyor. Eily başkalarıyla birlikte oluyor. Stephen zaten baştan beri çok eşliliğe iman etmiş biri. Birbirlerinden soğuyor, birbirlerini bağışlıyor ve kendilerini hep haftanın bir noktasında birbirlerini ararken buluyorlar. Onlarla birlikte Londra'nın geceyle kuşatılmış sokaklarında, Çin Mahallesi'nde, tren istasyonlarında geziniyoruz. Eğleniyorlar, birbirleriyle tatlı tatlı dalga geçiyorlar, geçmişlerine dair az da olsa konuştukları da oluyor.    
 
Özlemek, kıskanmak, aldatmak
 
9 Aralık'ta Noel tatili için evine dönen Eily'nin zihnine düşen 'bu anı hatırla' cümlesiyle ayrılışlarını izliyoruz. "Bu anı hatırlayacağım çünkü onun hayatında yeri olmasa da benimkinde yeri çok," diyor Eily. Ben uzaktayken neler yapıyordur acaba, sorusu aklını kurcaladıkça yavaş yavaş Eily ile Stephen'ın ilişkilerinin başka bir şey olduğunu idrak ediyoruz. 9 Ocak'tan 2 Nisan 1995'e kadar süren bölüm, "İkinci Dönem", aşkın âşıkları sınadığı olaylardan oluşuyor. Rol aldığı bir filmin çekimleri için Londra'dan ayrıldığında Stephen'ı o kadar kıskanıyor ve kafasında öyle sahneler kuruyor ki Eily, tek çareyi onu aldatmakta buluyor. Yeniden bir araya geldiklerinde, birbirlerini tekrar affettiklerinde, yatakta yeniden konuşmaya koyulduklarında bu defa hikayenin anlatıcısı değişiyor ve Stephen'ın çocukluğuna, annesinin ona yaptıklarına, onun bunu aşmak için didinmesine uzanıyoruz. Bir gece boyunca devam eden bu hayat hikayesi, insanın korkacağı gibi romanın yoğunluğunu azaltmıyor, Eily'nin tutkusunu daha da derinleştiriyor ve bir anda Stephen'ın davranışlarını, roman boyunca verdiği tepkileri, hangi kararın neden verildiğini anlaşılır kılıyor.
 
İçinden çıkılamayan şey
 
Kitabın sonuna geldiğimizde, McBride'ın ilk başta değişikliğiyle afallatan sesi, artık birine karşı hissetmeden duramadığımız aşk duygusu gibi içinden çıkamadığımız bir şeye dönüşüyor. Ne ondan ayrılmak istiyoruz ne de onun sabırla ve tutkuyla resmettiği bu âşıkların dünyasından. Bir okul yılıyla birlikte biteceğini baştan bildiğimiz hikayeyi son sayfasına kadar bir çarpıntı, heyecan ve coşkuyla okumamızı sağlayan şey, McBride'ın bir biçimde anlatıcı sesini, aşkın maddesinden yaptığı duygusunu içimizde yaratması. Guildhall'daki ışıltılı ödül töreninde kameraların üzerine odaklanmamış olması, bu unutulmaz romana ancak daha çok değer katıyor.