Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Tuhaf ve dışlanmış adamın başkaldırısı
Eylül 2014

Tuhaf ve dışlanmış adamın başkaldırısı

Tuhaf ve dışlanmış adamın başkaldırısı
HÜLYA AVTAN
 
 
Yaşadığı dönemin tuhaf ve uyumsuz adamı Paul Cezanne, bugün modern sanatın gelişiminin öncülerinden kabul edilmesine rağmen, rüştünü ispat edene dek pek çok kereler reddedilip alay konusu olur. Picasso ve Matisse'in "O hepimizin babasıydı," diye bahsettiği, sadece kübizmin ortaya çıkışında değil, 20. YY. sanat dünyasında bıraktığı izle de pek çok ressama ilham veren Cezanne'a dair parlak bir keşif niteliğinde bir kitap yayımlandı. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan "Cezanne - 500 Görsel Eşliğinde Yaşamı ve Eserleri", sanat tarihçisi ve illüstratör Susie Hodge imzasını taşıyor. 
 
İki ana kısımdan oluşan kitabın birinci yarısı Cezanne'ın Aix-en-Provence'de geçen çocukluğundan, Paris'teki kariyerine, Emile Zola ile yoldaşlığından Zola'yla yollarının ayrılmasına büyüleyici ressamın yaşamı ve dönemine ışık tutuyor. İkinci kısım ise Cezanne'ın önemli eserlerinden oluşan bir galeri sunuyor. Sanat alanında sınırlı eğitim almış olduğundan sürekli bir yön arayışı içinde olan ressamın kariyerindeki dönüm noktalarına ve geçirdiği evrelere bilgi dolu analizlerin eşlik ettiği bölüm Cezanne'ın yaşamından izleri de somutlaştırıyor. 
 
Cezanne dönemdaşlarından ayrılan çizgisi ve fırça darbelerinin yanı sıra yadırganan kişiliğiyle de sanat yaşamında pek çok güçlükle karşılaşmasına rağmen, ne kişisel arayışından ne de baş koyduğu yoldan dönen bir isim. Büyük bir özenle giriştiği çalışmalarını sonuna yaklaştıkça tam da istediği şekilde gerçekleştiremediği düşüncesiyle pek çok kere yırtan ya da tamamlamayan Cezanne'ın mükemmeli arayışı ve kendi eserlerinden memnuniyetsizliği hiçbir zaman son bulmaz. “İnsan dehayla değil parayla yaşar,” diyen babasına inat bankacı olmayı reddedip Paris yollarına düşen Cezanne, teknik becerinin şatafatı olarak gördüğü gösterişli resimleri çokça eleştirir. Bu yüzden sanat çevrelerinin eleştirilerine maruz kalan Cezanne'ın öfkeli çıkışları ise kolay incinirliğine gönderme yapan "L'echorce" (derisiz adam) lakabını kazandırır ressama. 
 
Zola ile dostluk
Cezanne her yüzeyin altındaki özsel yapıya ulaşma hedefindedir. Bu yapı ki, üzerine hangi ışık düşerse düşsün hiçbir zaman değişmez ve asıl peşinden gidilmesi gereken şeydir ona göre. Temelde amacı, doğanın bütününü yakalamak olan ressam 1870'lerin sonları ile 1880'lerin başlarında artık tarzını daha da olgunlaştırıp kendi üslubunu oluşturmayı başarır. Öğeleri yeniden düzenlerken gerçeği de kendi perspektifinden yansıttığı doğaya sadık işlerinde nesnelerin ana yapılarını keşfetmeye odaklıdır. Üzerine uzun uzun düşünüp mesai ayırdığı fırça darbelerinde geleneksele kendi yorumunu kattığı keskin bir ifade dili yaratır artık Cezanne. Arkadaşlarının, eşi Hortense'ın ve oğullarının pek çok portresini yapmasının yanında, 30'dan fazla otoportreye de imza atar. 19 yıl boyunca karşılık bulamadığı Salon'dan da ilk kez olumlu yanıt alır. Paris'te her yıl devletin desteklediği Salon jürisine sunulan eserler arasından yapılan seçkilerin sergilendiği etkinliğe seneler sonra kabul edilmek memnun etmez Cezanne'ı. Zira seçilebilmek için nefret ettiği Guillemet'in öğrencisi olarak gösterilmek zorunda kalmıştır ve üstelik de 15 sene evvel yaptığı dayısının portresiyle katılmıştır. Bu kez koleksiyonerlerin kapısını çalacağı umuduyla Paris'te kalan Cezanne ne yazık ki yine umduğunu bulamaz. Teselli için ise adres bellidir: Doğa. Zola'nın romanı "L'oeuvre" (Eser), kadim dostluğun bitişinin habercisi olacaktır. Üzerine çalıştığı resmi hiçbir zaman bitiremeyip sonunda canına kıyan bir sanatçının hikayesinin anlatıldığı kitaptaki karakter, Lantier ile Cezanne arasındaki çarpıcı benzerlik, ressam için bir tür ihanet anlamı taşır. Kendine güvensiz, kadınlarla ilişkileri problemli ve başarısız ressam Lantier olarak tasvir edilmek Cezanne'ı hayal kırıklığına uğratsa da Zola, "Herkesin zevki kendine," diyerek meseleyi kestirip atınca 40 yıllık dostluk da biter...
 
"Cezanna'a Saygı"
Fakat son yıllarında iyice depresif ve kederli bir adam haline gelen Cezanne için çelişkiler bitmek bilmez. Bir taraftan sanatının fark edilmesini isterken bir taraftan kırıcı eleştirilere maruz kalmasının endişesini taşır. 1890'ların başı ise bir nevi kırılma noktası olacaktır onun için. Paris'te pek çok avangard sanatçı ve eleştirmenin ilham kaynağı olmaya başlar Cezanne. Tüm diğer unsurlardan arındırılan doğanın resimsel bir unsura dönüşmesi, pek çok kişiyi kendine hayran bırakır. Bundan sonraki yıllar her ne kadar ressamın asabiyetinin katmerlendiği yıllar olsa da sonunda eserleri satılan bir isim olmuştur. 1901 senesi Maurice Denis'in "Cezanne'a Saygı" eserinin Salon'da sergilendiği yıldır. Son dönemlerinde dağınık fırça darbeleri daha dikkat çekici bir hal alır çünkü önceki karışık renklerinden çok daha bağımsız bir ifade gücü vardır artık.
 
Sanatına bağlılığı ve başına buyrukluğundan ödün vermeksizin çalışmaktan hiç vazgeçmeyen huysuz ressamın vücudu artık zayıf düşer. Bilincini yitirerek hayatını kaybettiğinde ise ardında çok kıymetli bir anahtar bırakır. Bu, yeni sanat anlayışının kapısını açacak anahtardır. Sanatına ve yeteneğine yönelik tartışmalar bir kenarda dursun Cezanne'ın alametifarikası geleneğe başkaldırırken, ona sırt çevirmeksizin, onu kendine has tarzıyla yoğurabilmesi ve bu uğurda kimseye kulak asmaması olarak gösterilir. "Cezanne 500 Görsel Eşliğinde Yaşamı ve Eserleri", bu anlamda hem çok iyi bir kaynak kitabı hem de kıymetli bir sanat analizi olma özelliğini barındırıyor.