Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Yanlış iyiden gerçek sevgiye
Kasım 2015

Yanlış iyiden gerçek sevgiye

Iris Murdoch, insanın talepleri ve istekleri üzerinden felsefenin temel sorunlarını tartıştığı kitabında, kavramların altını deşerken kendi gerçeğini ve 'iyi'sini arıyor
KEREM ATSU
 
 
Daha çok romanlarıyla tanıdığımız ve 2001’de “Iris” adlı hayatını ve edebiyat eleştirmeni olan kocası John Bayley ile yaşadığı aşkı, yakalandığı Alzheimer hastalığını anlatan filmle hafızalarda yer etmiş Iris Murdoch, kuşağındaki pek çok romancı gibi gerçekte bir düşünür. Ya da daha doğrusu, Albert Camus gibi, en iyi felsefe yapma yolu olarak roman yazmayı tercih etmiş bir düşünür. Bugünlerde yayımlanan 1964, 1967 ve 1968 tarihli  üç makalesinin bir araya toplandığı “İyinin Egemenliği” adlı kitabı, gündemden hiçbir zaman düşmeyen temel bir etik meseleyi, 'iyi'nin ne olduğunu sorguluyor etraflıca. Murdoch’ın ilk yayımlanan kitabı da zaten Sartre üzerine bir felsefe kitabıydı. Belçika’da tanışıp sıkı dost olduğu Sartre ile etkileşimi, varoluşçulukla ilişkisini açıklıyor, ama Oxford’da dersler verdiğinden ve o ekolden geldiğinden de tipik bir varoluşçu olduğu da söylenemez. Romancılığı gibi düşünür olarak da özgün bir duruşu var. Ele aldığı meseleyi tartışırken  Hume’la, Kant’la, Wittgenstein’la, Sartre’la tartışmaktan geri durmayan, Platoncu bir bakış açısını yeniden yorumlayarak kendisine yol açan bir düşünür olarak çıkıyor karşımıza bu kitapta da...  
 
 
İradenin önemi
 
 
Uzun uzun tartıştığı 'iyi'nin ne olduğu ve çerçevesini çizerken karşılaşılan güçlükleri ya da bir varoluşçu olarak iradeye verdiği önem bir yana, kitabın sonlarında yer alan 'iyi insan' tanımı, Murdoch’ın bir romancı olarak da insana bakışını anlamak için ufuk açıcı: “İyi insan, Neo-Kantçı Lucifer’e hiç benzemeyen bir biçimde tevazu sahibir. O daha çok Kierkegaard’ın vergi tahsildarına benzer. Alçakgönüllülük, nadir rastlanan bir erdemdir ve demode olmuştur. Fark edilmesi genelde zor olandır. Olumlu bir biçimde ışık saçan, her yere saldıracakmış gibi duran aç gözlü bencil bir varlığı içinde taşımayan birine rastlamak, neredeyse imkânsızdır; bu nedenle oldukça şaşkına çevirir böyle birisi.” Tüketim toplumu içine sıkışmış ve aç gözlülükte sınır tanımayan günümüz insanını tarif ediyordur sanki, '60’larda bu makaleyi yazdığı günlerin iyimserliğine kapılmadan, insanın asıl sorununun tam da bu ahlaki tercihle ilgili olduğunun altını çizer. Ama neden demode olan 'alçakgönüllü' insanı öne sürer Murdoch: “Alçakgönüllü birisi, her şeyden önce sırf kendisini hiçleştirdiğinden, diğer şeyleri de oldukları gibi görür. Erdemin sınırsızlığını, tarif edilemez olduğunu çok iyi gören bu kişi, onun biricik değerinin kesinlikle farkında olarak sonsuz sayıdaki taleplerinin olduğunu bilir. Simone Weil’e göre ruhun bencil yanını acı çekmeye değil, ölüme mahkûm eder. Alçakgönüllü insan, acı çekme ile ölüm arasındaki çizgiyi bilir ve iyi insan olarak tanımı yapılmamış olsa da o, hepimiz içerisinde iyi insana en fazla yakın olandır.”
 
 
Bu tanımında da 'iyi insan'a yakın olanı göstermekle yetiniyor ki, 'iyi'liğin çerçevesini çizerken de kuşkuculuğu hiç elden bırakmıyor yazar. Mesela 'kötü' demek yerine 'yanlış iyi' demeyi tercih ediyor, 'iyi' ile 'sevgi' arasındaki bağı düşünerek.
 
 
'Adil' ve 'ahlaklı' kavramları
 
 
“İyi’nin tanımlanamaz oluşundan söz etmekteyim, fakat gerçekten de ona dair söyleyeceğimiz hiç mi bir şey yok?” diye sorduğu soruyu ve filozofların 'özgürlük', 'akıl', 'mutluluk', 'cesaret' ve 'tarih' kavramları üzerinden 'iyi' ile kurduğu ilişkiden ziyade, 'sevgi'yi öne çıkarıyor Murdoch, 'iyi'nin 'sevgi' üzerinde egemen olduğunun altını çizerek: “İyi, sevgiyi doğrudan kendisine çeken manyetik alandır. Yanlış bir sevgi, yanlış bir iyiye doğru hareket eder. Yanlış sevgi, yanlış ölüme kucağını açar. Gerçek iyiye yönelik beslenen tesadüfi veya bilinçli bir sevgide, sevginin niteliği doğrudan saf hale getirilir ve bu şekilde ruhun İyi’ye yüzünü dönmesiyle birlikte, ruhun o en yüce noktasında ışıklar parıldamaya başlar.”
 
 
Murdoch’ın makaleleri, zor okunan metinler. Bir de bahsettiği çok sayıda filozoftan haberdar değilseniz, kitapta açıklayıcı dipnotlar olmadığı için, tartışılan meselelere yabancı kalmanız da mümkün. Ama yazarın okurla birlikte düşünen bir anlatımı tercih ediyor oluşu, “İyiliğin Egemenliği”ni hayatın içinden düşünmeye kışkırtıyor. Kitabın başlarında verdiği gelin-kaynana arasındaki ilişkiye dair örnekte olduğu gibi... 'M' olarak adlandırdığı annenin, 'D' adlı gelinine karşı içten içe beslediği düşmanlık hissinin zihindeki işleyişine bakarken 'adil' ve 'ahlaklı' kavramlarının niteliğini, değişkenliğini ve davranışla ilişkisini tartışıyor. Bu tartışmada dile getirilen ince ince işlenen 'varoluş elbisesi' metaforu, Murdoch’ın iradeye yaptığı vurgu açısından çok önemli. İnsan kişiliğine ait mekanizmanın derinliklerinde ve karanlık yerlerinde gezinen yazarın bu kitabı, alçakgönüllü bir okuma talep ediyor okurlardan; büyük laflar etmeden, kolaya kaçmadan sabırla iyilik üzerine düşünmeyi...