Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Yarım kalmış itiraflar
Ağustos 2014

Yarım kalmış itiraflar

Thomas Mann'ın ölmeden kısa süre önce yayımlanan "Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları" kitabı, bir sahtekarın toplum içindeki yükselişini konu alıyor.
 
Serpil Gülgün
 
Kuşkusuz has edebiyat okurları topa girmeyeceklerdir ama doğruya doğru “Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları"nı okuyup bitirdikten sonra kolay kolay üstesinden gelemeyeceği bir tatminsizlik, bir tamamlanmamışlık duygusu kaplıyor insanın içini. Hani, filmin orta yerindeyken elektrikler gider, bir daha da gelmez ya, işte öyle bir şey. 
 
Hatta, çok çok çook daha beter bir his!
 
Neden derseniz, çünkü, roman tam da Marki Luis de Venosta’nın yerine geçen, altın sarısı saçlarıyla olduğu kadar ilahları andıran gövdesiyle yalnızca masum, gencecik kızları ya da yaşını başını almış kadınları değil her sınıftan ve her yaştan erkeğin de başını döndüren, hayat ne kadar yaratıcı diyen ve de öyle yaşayan dolandırıcımız Felix Krull’un, Portekiz’de bir boğa güreşi seansının akabinde, hayatımın aşkı dediği, trende tanıştığı paleontolog Prof. Kuckuck’un kızı Zouzou’nun annesi Dona Maria Pia’yla kendilerini zevkler alemine taşıyacak bir şekilde, hiç beklemedikleri bir anda, yakınlaştıkları sırada son buluyor. 
 
Hırsızın  gölgesi olarak Felix
Tamam, ta en başından başlayarak 40’lı yaşlarındaki yorgun bir Felix’in sesini duyuyor, itiraflarını dinliyor, bütün her şeyden uzaklaşmış ve rahatlamış bir Felix’in gözünden izliyoruz. Dolayısıyla, yakayı ele verdiğini, yaptıklarını, bütün o hile ve desisenin bedelini cezaevine girerek ödediğini de biliyoruz. Dahası, Thomas Mann’ın, 1955’te ölmeden hemen önce kendisiyle yapılan bir söyleşide, romanın ikinci cildinde Felix’in evlenip Güney Amerika’ya yerleşeceğini, orada türlü maceralardan sonra hapse düşeceğin, en sonunda İngiltere’ye gidip emekliliğini yaşayacağını söylediği de sır değil. Ki ayrıca, Thomas Mann’ın, rafine kötülüklerin ironik yazarının, bu grotesk hikayesinin kahramanı Felix’i 1905 yılında, otel hırsızı Macar Georges Manolescu’nun “Hırsız Prens” ve “Düşüş” adlı otobiyografik kitaplarını baz alarak kurguladığı aşikar!
 
Ne kadar bilseniz de sonuç değişmiyor: “Dolandırıcı Felix’in İtirafları”, sonu olmayan, sonsuza dek bitmeyecek, bitemeyecek romanlardan. Bu yüzden de eksiklik, tamamlanmamışlık ya da tatminsizlik duymanız son derece normal. Fakat, en nihayetinde, söz konusu olan “Buddenbrooklar"ın, “Tonio Krüger"in “Büyülü Dağ"ın, “Doktor Faustus"un ve elbette “Venedik’te Ölüm"ün yazarıysa gerisi teferuattır; bunu da unutmamak gerekiyor. 
 
Felix olarak Thomas Mann'ın gölgesi
Uzun sözün kısası: Bütün Thomas Man yapıtlarında olduğu gibi, yazarla kurgulananın gölgeleri birbirine karışıyor. Dahası, Felix’imizin hikayesi ılık ve yağmurlu bir mayıs günü dünyaya gelmesiyle başlıyor. Tıpkı yaratıcısı Thomas Mann gibi o da okuldan nefret ediyor. Tıpkı onun gibi Felix’in ailesi de varlıklı bir burjuva ailesi. Baba Krull da tıpkı baba Mann gibi iflasının hemen ardından ölüyor.
Aile dağılıyor filan derken Felix’imiz, vaftiz babasının önerisiyle bir süre sonra Paris’e kapağı atıyor. Ve ilk hırsızlığını trenden iner inmez, gümrük kontrolü sırasında, hemen yanındaki bir kadının, zengin bir sanayicinin karısı olan Madame Houpfle’nin valizindeki mücevher kutusunu aşırarak yapıyor. Tabii o anda, ne Madame ne de Felix, asansörcü olarak çalışacağı otelde karşılaşacaklarını bilmiyorlar henüz…