Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » “Biçimsiz bir soğandan bitiverip seyretmesi sevinç veren güzellik; Lale”
Ocak 2013

“Biçimsiz bir soğandan bitiverip seyretmesi sevinç veren güzellik; Lale”

Sanat tarihçi, mimar ve yazar Gül İrepoğlu son kitabı “Lâle”de, bu özel süs bitkisinin imparatorlukları etkileyen, sanata yön veren uzak ve yakın tarihini inceliyor
Fotoğraflar: Selin ARUTAN

Bir çiçek düşünün; ünü zamana yayılan, farklı coğrafyalarda her daim mutlak saltanatını sürdüren... Astığı astık, kestiği kestik politikacıları da, ince ruhlu sanatçıları da etkileyen, en zengin bahçeleri de, egzoz altındaki yol kenarlarını da süsleyen... Anadolu Selçuklu çinilerinde de, Osmanlı minyatürlerinde de, Avrupalı ressamların tuvallerinde de kolayca kendine yer bulabilen... Bir imparatorluğun en çok konuşulan dönemine adını veren... Kapalı tohumlular bölümünden, bir çenekliler sınıfından, liliales takımından, zambakgiller familyasından tulipa adı verilen bitki, yani lale sözünü ettiğim. Sanat tarihçi, mimar ve yazar Gül İrepoğlu son kitabı “Lâle-Doğada, Tarihte, Sanatta”da bu özel süs bitkisinin uzak ve yakın tarihini inceliyor. Gösterişli kitabın sayfalarını çevirdikçe mitolojide lalenin ortaya çıkışı ile ilgili ilginç hikayelere de, Mazhar Alanson’un “Sarı Laler” adlı şarkısının sözlerine de rastlayabilir, gözalıcı lale görselleri eşliğinde “Yalnızca elif harfiyle başlayan 78 lale ismi mevcuttur” gibi ilginç bilgiler edinebilirsiniz. İrepoğlu ile son kitabını konuştuk...

Lale üzerine böyle kapsamlı bir çalışma hazırlamaya nasıl karar verdiniz?

Öncelikle lalenin en sevdiğim çiçeklerden biri olduğunu ve yaşamımda çok özel bir yeri olduğunu söylemeliyim. Lale ve Lale Devri üzerine birçok araştırmam olduğundan, zaman içinde bu çiçekle bütünleşmiş olmalıyım ki, Yapı Kredi Yayınları lale konulu bir büyük kitap yapmaya karar verince bu kitabı benim yapmam istendi. Öneri bana Osmanlı Saray Mücevheri kitabımı bitirip teslim etmiş olduğum bir zamanda geldi. Yorgundum, üstelik yarım bıraktığım romanımı tamamlamaya niyetliydim. Biraz duraksadım ancak genel yayın yönetmeni Raşit Çavaş benden herhangi bir red cevabını kabul etmedi, “Bu kitabı sizden başkası yapamaz,” diyerek yani bir yazarı en zayıf yerinden yakalayarak razı etti beni.

Nasıl bir çalışma yöntemi izlediniz?

Her şeyden evvel çok yoğun bir çalışma dönemi geçirdiğimi söylemeliyim çünkü bana verilen zaman böylesine geniş bir konuyu hakkını vererek işlemek için azdı doğrusu. Kitap bir çiçek hakkında olduğu için doğa bölümü çok özenli, öte yandan bir kültür kitabı içinde abartılı yer kaplamayacak uzunlukta olmalıydı. Tarihte lale çok geniş bir alana yayılıyor. Bu konuda elimde birikmiş çok malzeme olduğunu fark ettiysem de, lalenin serüvenini eksiksiz vermek ciddi bir araştırma gerektirdi. Sanatta lale de uçsuz bucaksız bir dünyaydı, her alan birbirinin içine geçiyordu. Özellikle bu konudaki zenginlik başımı döndürdü. Öte yandan malzeme fazlasını ayıklamak da ayrı bir sorundu. Sürecin tamamı kendi kendime bir meydan okumaydı özetle, ki bunu severim. Bu kitap için yaz tatilimden ve hafta sonlarımdan tamamen vazgeçtiğimi, bazen haftalarca evden çıkmadığımı, kimi gün 17-18 saat çalışarak insan bedeninin sınırlarını zorladığımı ve elbette bunun geri dönüşü olarak tüm eklemlerime zarar verdiğimi belirtmeliyim! Ama bütün bunlar büyük bir ruhsal tatmin oldu, her anın tadını çıkardım. Laleyi yazmak bir süreliğine yaşam biçimi haline geldi benim için...

Araştırmalar sırasında elde ettiğiniz bilgilerden en şaşırtıcı olanı neydi?

13. YY.'dan, Anadolu Selçukluları’nın Kubadabad Sarayı’ndan kalan yalın tasarımlı çinilerdeki dörtlü lale motifini araya uzun zaman ve yeni beğeniler girdikten sonra, 16. YY.'da Rüstem Paşa Camii’nin göz alıcı çinilerinde çok benzer bir düzenleme içinde görünce, bu ikisini birleştirenin lalenin benzersiz biçimi olduğunu gördüm. Ya da Süleyman Seyyid’in 1901 tarihli laleli, sümbüllü, nergisli natürmortu ile İbrahim Çallı’nın 1935 tarihli natürmortunu yan yana getirince, Çallı’nın eski kompozisyonun neredeyse aynısını benimseyerek uygulamış olduğunu, vazonun önünde uzanan iki lalenin bile tıpatıp aynı biçimde durduğunu fark edince şaşırıyorsunuz, bunu başka bir bağlamda saptamanıza olanak yok çünkü. Lale pek çeşitli malzemedeki bezemelerde, kimi zaman en etkin motif olarak, kimi zamansa bir köşeye saklanıvermiş olarak karşınıza çıkıyor. Sürpriz hep var, gülümseme hep var...

Kitapta çeşitli başlıklar altında sözü ediliyor, bu soruya yanıt olarak özetlemeniz gerekirse, nedir laleyi bu kadar özel kılan? Neden bu kadar uzun zaman, çeşitli coğrafyalarda hep ön planda olmuş?

Türklerin yeryüzünde izledikleri yolda onlara yoldaşlık eden, Orta Asya’dan çıkarak Anadolu topraklarına yerleşen ve buradan da Avrupa’ya yayılmış pek özel bir çiçektir lale. Dönem dönem ona tutku derecesinde bağlanmışlar. Zarafeti eşsiz, yüklenen anlamları geniştir. Örneğin, Farsça bir sözcük olan lale orijinal halde, yani Arapça harflerle yazıldığında Allah ve lale ile hilal sözcüklerinin ebced hesabıyla değerleri aynıdır: 66.

“Şair olma zamanıdır, şair olmanın tadına varma zamanıdır” dediğiniz Lale Devri bugün ne kadar doğru biliniyor? Lale Devri deyince aklımıza neler gelmeli?

Lale Devri olarak tanımlanan dönem Osmanlı kültü