Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » “Babam sonsuza kadar yaşasın diye...”
Eylül 2014

“Babam sonsuza kadar yaşasın diye...”

Aslı Tohumcu, yeni romanı “Ölü Reşat” ile birlikte önceki kitaplardan alışılan üslubunun dışına çıkarak eğlenceli ve absürt bir masal anlatıyor.
ÖZGE KARA
 
Yeni romanı “Ölü Reşat” ile Aslı Tohumcu okurları için başka bir dönem başlıyor. "Şeytan Geçti" ve "Taş Uykusu" gibi kitaplarının karanlık üslubunun aksine Tohumcu bu kez okuruna eğlenceli ve absürt bir masal anlatıyor. Roman, Adnan'ın dünyaya gelirken Reşat'ın doğum sırasını çalmasını ve bunun üzerine Reşat'ın kendisinden intikam alma uğraşını takip ediyor.  Bu fantastik masalın ilham kaynağı ise yazarın babası ve yaşamı boyunca karşısına çıkan sayısız badireler. Tohumcu, “Ölü Reşat” sayesinde babasıyla bir nevi helalleşiyor anlayacağınız. Bununla da kalmıyor, kendisine de öncekilerin aksine yazarken eğlenebildiği bir 40 yaş hediyesi veriyor. Sadece kendisine de değil; kitaplarını bunca zamandır ilgiyle takip eden okurlarına da armağan ediyor kitabı. Artık gülmeyi hak ettiklerini düşünüyor zira. Biz de Aslı Tohumcu ile buluşup yeni kahramanı Adnan’ı, babasını ve okura böylesini de yazabildiğini gösterdiği yeni üslubunu konuştuk.
 
 
Aslında "Ölü Reşat"ın ilk bölümünü 2011 yılının Haziran ayında bir kitap ekinde yayımlamıştınız. Ancak tamamının okurla buluşması 2014 Eylül’ü buldu. Arada geçen bu üç yıl nasıl geçti “Ölü Reşat” adına?
 
"Ölü Reşat" son sekiz ay, bir yıl gibi bir sürede yazıldı aslında. Arada yazmadan geçirdiğim zamanı biraz edebiyatıma küserek kullandım galiba. Birazcık elim yandı edebiyatımdan. Çocuk edebiyatıyla ilgilendim, kafa dağıtıcı oldu. Hatta çocuk edebiyatı beni cesaretlendirmiş olabilir. Çünkü çocuklara yazarken, onları inandırabildiğiniz sürece istediğiniz kadar uçabiliyorsunuz. Belki çocuk kitaplarımla bir tür pratik yaptım! Fakat son bir yıl "Ölü Reşat"la yatıp kalktım. 
 
Babanız ve ailesinden ilham alarak kurguladığınız bu roman gerçekle ne kadar örtüşüyor?
 
Babam gerçekten hayatı boyunca çok ciddi ölümcül kazalar atlatmış bir insan. Kitapta yer alan kazaların herhalde yüzde 50'si gerçek. Kalanını da ben uydurdum. Romanın geçtiği, benim de büyüdüğüm diyebileceğim Kiremitçi Mahallesi gerçek mesela. Babamın yazdığı mektuplar gerçek. Ama bir yerde iş çığırından çıktı tabii. Daha eğlenceli ve sürükleyici olsun arzusuyla bir sürü şey uydurdum. Bizim oralarda “Uydur uydur ipe diz,” derler, aynen öyle yaptım, nasıl işime geldiyse...
 
Romanın başkahramanı Adnan'ı yazarken babanızdan ne kadar etkilendiniz?
 
Romandaki Adnan babamdan epey etkilendi tabii. Onun hayat hikayesi üzerine kuruldu, onun hayat hikayesi çarpıtılarak yazıldı "Ölü Reşat". Herkes için öyledir kendi babası ama babam çok şahsına münhasır bir adam. Onun da olayları abartıp süsleyerek anlatmakta üstüne yoktur; biraz ortalığı karıştırmayı, insanlara takılmayı sever ve epey muzır bir tarafı vardır. Dolayısıyla Adnan karakteri babamın iskeleti üzerinde ete kemiğe büründü diyebiliriz. Babam, güzel bir özne oldu benim için bu süreçte. 
 
Yaşadığı tüm talihsizliklere rağmen hikayede kusursuz bir şekilde tasvir ediliyor Adnan. Bunu babanıza geçtiğiniz bir torpil olarak değerlendirebilir miyiz?
 
E mutlaka. Kızlarla babaları arasında değişik bir ilişki yaşanır. Bizim de diyaloğumuz hiç fena değildir. Her cuma buluşuruz. Hayatımdaki birçok gelişmeyi önce ona haber veririm. Beni çok ciddi takip eder. Zaman zaman prensiplerine aykırı şeyler yazmış, konuşmuş, yapmış olabilirim ama bir kere bile ağzını açıp bana bir şey dememiş bir insandır. Annem de, babam da beni sınırsız desteklediler. Annem hep apaçık söyleyerek, babam ısrarla takip ederek yaptı bunu. Annemin daha sırası gelmedi de, babamın sırasını savmış olduk, helalleştik diye umuyorum bu romanla.
 
Reşat var bir de... Ailenizin ya da babanızın hayatında neyi temsil ediyor Reşat?
 
Reşat nasıl aklıma geldi bilmiyorum. Babam geçirdiği kazaları anlattığı zaman hayatta kalmış olması, bir babamız olması, bizim babamız olması aslında bir mucize diye düşündüm. Özellikle Suudi Arabistan’daki kazadan sonra sekiz ay falan haber alamamıştık babamdan ve kafayı yemiştik. Düşünürken birdenbire bu kurgu aklıma geldi: Bir bebeğin sırasını çalsın ve sırasını çaldığı bebek kendisinin Azrail’i kesilsin dedim. Reşat büyük ihtimalle Azrail’i temsil ediyor. Nedense yaşım ilerledikçe annemle babamı kaybetme korkum çok ciddi bir şekilde arttı. Düşünmesi bile gözlerimin dolmasına, dehşete kapılmama neden oluyor. Belki de Reşat o yüzden var; ya da roman o yüzden var. Ben değil ama babam sonsuza kadar yaşasın diye! 
 
Babanızın tepkisi ne oldu?
Babam şu anda okuyor romanı. Ben de heyecanla bekliyorum tepkisini. Bir tek annem bitirdi okumayı ve şöyle bir yorum yaptı: “Bak gördün mü, istersen güzel şeyler yazabileceğini biliyordum.” Çünkü onlarda hep, “Niye bizim çocuğumuz dünyanın derdini üstleniyor?” gibi bir üzüntü uyandıran kitaplardı öncekiler. Çok yorucu, boğucu mevzulardan bahsediyordum. Biraz fazla empati kuruyordum şiddetle korkarım. Şimdi kurmuyorum diyemem ama masa başında başka şeyler düşünmek bana da çok iyi geldi. 
 
Yine de polis şiddetinden yozlaşmış mimari anlayışına siyasi ve toplumsal pek çok konuya gönderme yapmadan edememişsiniz. 
 
Evet edemiyoruz. Kitap yazsam da yazmasam da, sıradan bir vatandaş olarak yaşıyorum bu ülkede. Benim de ekonomik kaygılarım, çocuk yetiştirmeye dair kaygılarım, kadın olarak dertlerim var. Bu ülkenin bir bireyi olarak zerre kıymetim yok bir kere. Sonuçta "Ölü Reşat", bir adamın sürekli cavlağı çekmekten kurtulmasının hikayesi değil, bir ömrün hikayesi. 1940’larda doğmuş 2000’lerin kim bilir hangi kısmında ölmüş bir adamın hayatına, o kadar yıl içinde bir şeyler dokunuyor elbette. Bunun romanda da olmaması düşünülemezdi.
 
 
Önceki kitaplarınızdan alışık olduğumuz ciddi, hatta öfkeli denebilecek bir dilden oldukça naif ve komik bir dile geçiş var bu kitapta. Bu üslup değişikliği nasıl gelişti?
 
Sanki masamın altında bana sürekli korkunç hikayelerini fısıldayan insanlar vardı. "Abis", "Şeytan Geçti" ve "Taş Uykusu"nda ısrarla Türkiye’de yaşanan şiddeti bu sayede anlattım. Ama o fısıltılar bir süre sonra hayatımı katlanılmaz bir noktaya getirdi. Şöyle düşündüm: Yazmak bir yetenek mi? Öyle olduğu söyleniyor. Üstelik bu yeteneğe sahip olduğum iddia ediliyor. Bu yeteneğin bana keyif vermesi gerekir ama vermiyor, diye düşündüm. Ben depresif bir insan değilim; aksine aşırı neşeli ve alaycı bir insanım. O zaman bunu neden yansıtmıyorum edebiyatıma ve neden biraz eğlenmiyorum dedim. Gerçeği yansılayan bir edebiyat yapmak yerine daha yaratıcı bir hikaye anlatayım, beni daha çok yansıtan bir edebiyat yapayım istedim. 
 
Peki üslubunuzda hikayenin nasıl bir etkisi oldu? Hikayenin kendisi mi itti sizi bu yeni üsluba?
 
Önce hikaye geldi aklıma. Bir çocuk olsun Adnan adında, doğarken bir başkasının sırasını çalmış olsun, sırası çalınan Reşat da ona musallat olsun. Konunun kendisi absürttü, inanılır gibi bir hikaye değildi anlattığım, o yüzden mizah yapmasam olmayacaktı. Bir aile hikayesi ve bayağı komik anları var bu ailenin. Dolayısıyla hikayenin masalsı ve komik tarafı ağır bassın istedim. Bu işimi zorlaştırdı tabii ama "Ölü Reşat"a da böyle bir üslup yakışırdı.
 
Okurlar da beğendi mi sizce bu yeni Aslı Tohumcu’yu?
 
Kitabın kapağını açan şaşırıyor! Hep şiddeti, insanoğlunun karanlık yüzünü yazdığım için benden yine kapkaranlık bir hikaye bekleniyordu. O şaşkınlık hâlâ sürüyor sanırım. Ben güleç bir insanım, ama edebiyatım çok ayrı bir şeydi benden, benim olduğum şeyden. Şimdi ikisi örtüştü, insanların da hoşuna gitti bu durum. En azından benim hoşuma gitti yazarken gülmek. 
 
 
"Hamurumun yarısı Bursa'da şekillendi"
 
“Beni ve sevdiklerimi esirgeyen ve yaşatan Bursa’ya...” diyor ve romanı Bursa’ya adıyorsunuz. “Ölü Reşat”ın ortaya çıkmasında nasıl bir rolü var bu şehrin?
Bursa, büyüdüğüm şehir olması dışında, çok masalsı da bir şehir. Evliyalar, efsaneler şehri... Hamurumun yarısı Bursa’da şekillendi. Ailem oradaydı, ben oradaydım, daha ne isterim! “Bursa, beni pamuklara sararak büyüttü,” diyebilirim. Çok güzel bir çocukluk geçirdim. Şimdi dönemiyorum, kopamıyorum İstanbul’dan belki ama özlüyorum. Çocukluğumun şehrinin de bir kahraman olarak romana katılması iyi geldi ruhuma.