Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » “Benden niye böyle bir öykü çıktı diye canım yanar bazen”
Aralık 2012

“Benden niye böyle bir öykü çıktı diye canım yanar bazen”

Cem Mumcu’nun daha önce beş ayrı kitapta yer alan öyküleri “Binbir İnsan Masalları 1-139"da toplandıDaha ilk satırlarında sizi kendi atmosferine katan kitaplara kolay rastlanmıyor. Ama söz konusu bir Cem Mumcu kitabıysa henüz okumaya bile başlamadan, kitabı elinize aldığınız anda onun yarattığı dünyaların bir parçası oluveriyorsunuz. Adına masal deyin, öykü deyin, metin deyin... Bazen sadece altı satırlık bazen beş-altı sayfalık, safi insandan dünyalar bunlar.

“Binbir İnsan Masalları, 1-139” psikiyatrist, yazar Mumcu’nun “Üçüncü Sayfa Güzeli”, “Muallakta, Araf’ta ve Düşlerde”, “Sahici Aşklar Külliyatı”, “Hassas Ruhlar Terazisi” ve “Hayat Gerçeğe Perde”de yer alan öykülerinden oluşan hayli gösterişli bir kitap. Cem Mumcu metinlerini sevenlere aralıksız bir okuma deneyimi sunan bu kitapta senin, sizin, benim, bizim yaşadıklarımız anlatılıyor aslında. Kitaba başlarken bunu bilmekte fayda var. Bir metinden öbürüne soluk soluğa geçtiğiniz bir anda pat diye kendinize rastlarsanız şaşırmayın sonra. Mumcu adına 'binbir masal' dese de yazarken “Binbir tane olmasına kaç kaldı?” merakı taşımıyor. O, günün birinde binbiri tamamlayabilme ihtimalini seviyor. Mumcu ile bu ihtimali ve öykülerinin bu özel baskısını konuştuk.

Binbir insan masalı yazmak uzun bir yolculuk. Nasıl karar verdiniz bu yolculuğa çıkmaya?

Birden oldu. Masal formatında şeyler değil tabii bunlar, ismi öyle. Hikaye diyebiliriz herhalde. Birden metin dökülmeye başladı. Pat diye “İsmi Binbir İnsan Masalları olsun, 1001 tane olsun” dedim. Planlı, programlı bir laf değildi ama sonra sevdim. Niye biliyor musun? Biraz hayata, benim hayatıma benzedi çünkü. Uzun soluklu bir şey ya bu, bitmeyebilir. Bu süre içinde ölebilirim, delirebilirim, vazgeçebilirim, bunayabilirim, elim kalem tutmaz olur. Bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Şu an sadece arzu ediyorum. O hayatın kendisi gibi işte. Arzu ettiğim müddetçe devam edecek bir şey.

Bu kitap için dönüp yeniden bakmışsınızdır ilk öykülere. Araya zaman girdikten sonra nasıl görünüyorlar gözünüze?

Bazılarına bakınca bana bunu neyin yazdırdığını çok iyi hatırlıyorum, bazılarına ben de şaşırıyorum. Bazılarına da, ne yalan söyleyeyim, “Ulan ne güzel olmuş,” diyorum. Kimisine de niye benden çıktı böyle bir şey diye bakıyorum. Keşke yazmasaydım dediğim yok ama bazı öyküler var, “Kambur” mesela, yazdıktan sonra ağladığımı hatırlıyorum. Benden niye böyle bir öykü çıktı diye canımın yandığını biliyorum.

Tanıdığınız insanlar mı yazdıklarınız?

Hiçbirini tanımıyorum. Duyduklarım ya da yaşadıklarım değil bunlar. Birinden bir şey dinlediğimde o zaten yazılmış ve bitmiş bir şey gibi geliyor bana. Ben katip değilim ki onu tekrar yazayım. Nasıl bir filmi “Acaba şimdi ne olacak?” diye seyredersin, ben de öyle yazıyorum. Bazı yazarlar kitabın nerede başlayıp nerede biteceğini bilir. Kahramanlarını önceden yaratır. Ben öyle yazmam. Evveliyatında kafamda kurulduysa öykü o andan itibaren onu yazamayacağım demektir. Çünkü çok sıkılırım. Yazarken çıkmalı yazacaklarım.

Pozitif bilimlere yakın olduğunuz için soruyorum. “Yazarken çıkmalı yazacaklarım,” diyorsunuz ya... Nereden çıkıyor bütün bunlar?

Mistik görünsün diye söylemiyorum ama “Bunu ben mi yazdım?” dediğim şeyler oluyor bazen. Muhtemelen kendi içime kendimi çok iyi bırakıyorum ki bir yerlerden bir şey çıkıyor. Ne kadarı çocukluğumdur, ne kadarı bilgidir, ne kadarı o günkü karın ağrımdır bilmiyorum. Hepsi bir hamur. Benden çıkışı da bu. Çoğu beni şaşkınlığa uğratıyor. O şaşkınlığı çok seviyorum.

Şimdiye kadar nasıl tepkiler aldı bu öyküler?

Tekrar tekrar okuma gerekliliği hissettiğini söyleyenler çok olur. “İlk okuduğumda anlamamıştım sonra vuruldum,” diyenler olur. Bir kadının bir imza gününde kitaplardan ikisini okumuş, diğer üçünü de almaya gelmişken “Bunları niye yazıyorsun sen?” diye bas bas bağırdığını hatırlıyorum. Bir başkası “İnsan tatile Cem Mumcu kitabıyla gider mi? Salak gibi gittim,” demişti (gülüyor). Bir kısım “Yazarken bir şey mi kullanıyorsunuz?” diye sorar. Ben bir şey kullanarak bir metin yazmam. Alkolle bile yazdığımı pek hatırlamıyorum.

Kimin ne demesi önemlidir sizin için?

Leyla Erbil çok beğenir beni. O benim için çok önemlidir. Onun dışında çok da okuru düşünerek yazmamak lazım. Yazarken okuru düşünmeye başladığımı hissedersem hemen o metni yırtıyorum. Okurun beğenisi ve teveccühü tabii ki önemlidir ama onu hesaba katarak metin yazamam.

Nerede, ne zaman okusunlar bu kitabı? Sahiden tatilde okumasınlar mı mesela?

Bir kere okunmamalı belki, ara ara açıp okunmalı. Bu kalın bir kitap, başucuna konup fal tutar gibi açıp o gün karşına ne çıktıysa onu da okuyabilirsin. Bilemem ki... Benden çıktıktan sonra onlarındır. İsterler üzerinde yemek yerler, ister tuvalette okurlar.

Hikayelerin ilk hali de bu kadar kısa mı oluyor yoksa sonradan mı kısaltıyorsunuz?

Ben ilk hikayeden beri çok kısa bir metinde çok yoğun bir hikaye anlatmaya çalışıyorum. Mümkün olduğu kadar az sözcük kullanıyorum. “Pencereyi a